savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,1794
EURO
37,8420
ALTIN
2.907,70
BIST
9.050,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
23°C
Ankara
23°C
Açık
Perşembe Açık
25°C
Cuma Açık
27°C
Cumartesi Az Bulutlu
27°C
Pazar Parçalı Bulutlu
25°C

AKP ve Yeni Türkiye

AKP ve Yeni Türkiye
A+
A-

 

AKP ve Yeni Türkiye

 

 

 

2007 yılından itibaren 2011 yılına kadar geçen sürede; AKP ile Fethullah Gülen ve o zamanlar AKP’nin müttefiki olan İslami Hizmet hareketi arasında olduğu kadar, AKP ile ordu ve devlet bürokrasisi arasındaki güç savaşında da önemli bir tırmanma yaşanmıştır.

 

Ercan Caner, Sun Savunma Net, 27 Ocak 2020

RAND web sitesinde; Türkiye’nin Milliyetçi Rotası – ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD Ordusu için Çıkarımlar  (Turkish Nationalist Course – Implications for the U.S.-Turkish Strategic Partnership and the U.S. Army) başlıklı 245 sayfalık bir rapor yayınlanmıştır.

Rapor: Stephen J. Flanagan, F. Stephen Larrabee, Anika Binnendijk,  Katherine Costello, Shira Efron, James Hoobler, Magdalena Kirchner, Jeffrey Martini, Alireza Nader ve Peter A. Wilson tarafından kaleme alınmıştır.

Raporun ana bulgular kısmında iki önemli tespit yer almaktadır:

  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetimi altındaki Türkiye’de demokrasi ve insan hakları gerilemiştir. Anayasal ve yasal değişiklikler hükümeti parlamenter sistemden güçlü bir icracı cumhurbaşkanlığına sahip otoriter bir devlete dönüştürmektedir.

  • Erdoğan politik gündemini geliştirmek maksadıyla milliyetçi, dini ve etnik gerginliklere oynamış, fakat birçok Türk insanının, demokrasinin aşınması, ekonomik belirsizlik ve Kürtlerle bir barış anlaşmasının yapılmaması nedeniyle derin endişeleri bulunmaktadır.

 

Bu yazı, raporun ‘‘AKP ve Yeni Türkiye (The AKP and the “New Turkey”)’’ alt başlığının çevirisidir.

AKP ve Yeni Türkiye

 AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından günümüze kadar geçen sürede, Türkiye’nin iç siyasetinde bazen birbirlerini karşılıklı olarak güçlendiren aşağıda sıralanan dört kırılma yaşanmaktadır.

  • Türk toplumunun laik doğası ve kamusal alanda üzerinde dinin rolüyle ilgili yıllardır sürmekte olan ayrışmalar,
  • Politik sistemin parlamenter sistemden Erdoğan’a mutlak iktidarı veren icracı cumhurbaşkanlığına dönüştürülmesi,
  • Kürt azınlığın ve PKK tarafından uygulanan bağlantılı silahlı kalkışmanın süregelen ötekileştirilmesi ve
  • Erdoğan’ın deyimiyle dindar kampta AKP liderliği ile Gülen hareketi arasında yaşanan iktidar mücadelesi.

Kemalist kanatta muhafazakâr ve özellikle dinci partilerin laiklik prensibi ve bunun sonucu olarak da modernlik ve Batıya doğru yönelme için bir tehdit oluşturduklarına yönelik şüphe halen oldukça yaygındır. Özellikle Erdoğan’ın siyasi hedefinin ‘‘dindar nesiller yetiştirmek’’ olduğunu açıkladığı 2012 yılından beri durum budur. Erdoğan Diyanet İşleri Başkanlığının statüsünü yükseltmiş ve söylenenlere göre; bu dini kurumu kendisi ve partisinin siyasi himayesi için kullanmış ve camilerde hükümet yanlısı vaazlar vermesi yönünde teşvik etmiştir.

Fakat yukarıda bahsedilen Türkiye’nin dini topluluklarının kültürel ve politik açılardan ötekileştirilmesi de laik düzeni güvence altına almak bahanesiyle hareket eden AKP yönetimi içinde sürekli olarak şiddetli bir devrilme korkusu yaratmıştır. AKP iktidarının ilk yıllarında bu endişe özellikle ordu ve yargı olmak üzere devlet kurumları üzerine odaklanmıştır. Ancak, 2013 yılı yaz aylarındaki geniş çaplı hükümet aleyhtarı gösteriler sonrasında AKP yönetiminin endişeleri; çok sık bir şekilde düşman dış güçlerin ajanları olmakla suçlanan medya ve sivil toplum örgütlerinin eleştirilerine kaymıştır.

2007 yılından itibaren 2011 yılına kadar geçen sürede; AKP ile Fethullah Gülen ve o zamanlar AKP’nin müttefiki olan İslami Hizmet hareketi arasında olduğu kadar, AKP ile ordu ve devlet bürokrasisi arasındaki güç savaşında da önemli bir tırmanma yaşanmıştır.

Sûfî bir imam olan ve 1997 yılındaki askeri darbeden sonra tutuklanmaktan korktuğundan 1999 yılından beri Pennsylvania eyaletinin kuzeydoğusunda bir rezidansta yaşamakta olan Gülen, başlarda Erdoğan ve AKP’nin destekçisidir. Gülen ve AKP liderliğinin her ikisi de ana akım Sünni Müslümandır ve özellikle daha dindar bir toplum yetiştirme ve onu ortak düşmanlardan korumak başta olmak üzere İslami yenilikçilik vizyonu ve birçok ortak hedefi paylaşmaktadır.

Ancak yaklaşımlarında farklıdırlar. AKP, tıpkı Refah Partisi ve kendisinden önceki diğer İslamcı partiler gibi direkt olarak siyasi süreç içinde yer almaktadır ve seçim başarısı kazanmıştır. Gülen ve takipçileri, inancı öne çıkaran ve siyasi İslam’dan sakınan Nursi hareketinden gelmektedir. Gülen, özellikle Türkiye’deki okullar olmak üzere, açık ve gizli bağlı şirketler ve hükümet dışı organizasyonlarda destekçilerini dâhil ederek Türkiye içinde ve dışında, Merkez Asya’da ve Afrika’da nüfuzunu yükseltmek için çalışmıştır.

Gülen siyasi bir ajandası olduğunu sürekli reddetmiş, fakat görünüşte tıbbi tedavi maksadıyla Türkiye’den ayrılmanın arifesinde takipçilerine ‘‘Bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin’’ talimatını vermiştir. Gülen’in takipçileri tam da bunu yapmış ve emniyet kuvvetleri, yargı sistemi, eğitim sektörü ve medyada önemli bir nüfuz kazanmışlardır. Ayrıca,  önemli finansal kaynaklara da sahip olmuşlardır.

2007 yılının Nisan ayında laiklik taraftarı birçok kişi; AKP’nin o zamanlar Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ü, özellikle eşi açık alanlarda başörtüsü taktığından Türkiye’nin sağlam bir laiklik savunucusu olan Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer’in yerine aday göstermesine karşı çıkmıştır. Üstelik Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi, AKP’nin Türkiye’nin anahtar konumdaki; üç politik güç seviyesi olan başbakanlık, cumhurbaşkanlığı ve parlamento sözcülüğü pozisyonlarını ele geçirmesini de sağlayacaktır.

Gül’ün cumhurbaşkanlığına adaylığı geniş çaplı sokak eylemlerinin fitilini ateşlemiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) web sitesinde, E-Muhtıra olarak adlandırılan ve TSK’nın laikliğin kesin savunucusu olduğunu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez niteliklerinin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını ilan eden sert bir mesaj yayınlanmıştır.

TSK’nın yayınladığı mesaj birçok Türk tarafından örtülü bir askeri darbe tehdidi olarak algılanmış, fakat AKP geri adım atmayı reddettiğinde ve 2007 yılının Temmuz ayında yapılan erken seçimlerde, 2002 yılındaki seçimle karşılaştırıldığında %12’lik artışla %46,6 oranında oy alarak ezici bir zafer kazandığında geri tepmiştir. Sonrasında Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi Türk siyasi hayatında bir dönüm noktası olmuş, fakat laikler ve dinciler arasındaki mücadeleyi sona erdirmemiştir.

 

Erdoğan’ın 2007 yılı Ağustos ayının sonlarına doğru üniversitelerde kadınların giydiği başörtüsü yasağını kaldırma kararı laik çevreler tarafından cumhuriyetin temel prensiplerine direkt bir saldırı ve Türk toplumunun İslamlaştırılması yönünde atılan bir adım olarak görülmüştür. Ordu ve laik çevrelerden gelen artan baskılar nedeniyle Anayasa Mahkemesi başsavcısı 2009 yılı Mart ayında AKP’nin yasaklanması için yasal prosedürleri başlatmıştır.

İddianamede AKP’nin kapatılması ve Türk Anayasasının 2’nci maddesinde yer alan laiklik ilkesine aykırı hareket ettikleri iddiasıyla Erdoğan ve Gül dâhil olmak üzere 71 parti üyesinin siyaset yapmasının yasaklanması talep edilmiştir. Bu önerge sonunda reddedilmiş, fakat AKP’nin önemli devlet parti fonlarını almasına engel olmuş ve yönetimsel önceliklerini beş ay süresince arka plana atmasına neden olmuştur.

Önce askeri sonra da yargı darbesi olarak adlandırdıkları bu olaylardan kurtulmayı başaran AKP liderleri, Gülen hareketinin üyeleri olan savcılar ve polisle işbirliği yaparak ortak düşmanlarına karşı bir karşı saldırı başlatmıştır. 2007 yılında yasadışı bir silah deposunun ortaya çıkarıldığı polis baskını, 2008-2013 yılları arasında, aralarında Genelkurmay eski başkanının da olduğu yüzlerce sivil ve askeri personelin, Ergenekon olarak adlandırılan ve ülke genelinde huzursuzluk ve yaygın şiddete yol açarak askeri bir darbeyi hızlandırmayı planlayan, sözde aşırı milliyetçi bir grubun üyesi olmakla suçlandığı bir seri soruşturma ve davaların açılmasına önayak olmuştur.

2010 yılının başlarında savcılar, Balyoz olarak bilinen 2003 yılına ait askeri bir planın, AKP hükümetine karşı bir darbe bahanesi olarak kullanılacak şiddet eylemlerini içerdiği iddiasıyla yeni bir soruşturma başlatmıştır.

Balyoz davası, 11 orgeneral dâhil 230 subayın, tamamı 2015 yılında iptal edilen uzun hapis cezalarına çarptırılmasıyla 2012 yılı Eylül ayında sonlanmıştır. Bu dönemde Erdoğan da aşamalı olarak TSK’nın bürokratik özerkliğini aşındırmış ve silahlı kuvvetlerin terfi, emeklilik ve iç disipliniyle ilgili o güne kadar görülmemiş ve tartışmasız bir mücadele başlatmıştır.

Bu zorluklar karşısında ve Şubat 2011’deki Balyoz davasında iki üst düzey generalin tutuklanmalarının ardından protesto maksadıyla Kara Kuvvetleri, Donama ve Hava Kuvvetleri komutanları süreci durdurmada halkın desteğini kazanmak maksadıyla topluca istifa etmişlerdir. Bu feda büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ordunun itibarı zaten zedelenmiştir ve bu istifalar Erdoğan’a yeni ve daha itaatkâr bir genelkurmay başkanı ve diğer askeri komutanları atama ve TSK’nın daha da sivillerin kontrolü altına alınması imkânlarını sağlamıştır. Milliyet gazetesi köşe yazarlarından Aslı Aydıntaşbaş bu olayları ‘‘sembolik olarak birinci Türkiye Cumhuriyeti’nin sona erdiği ve ikinci cumhuriyetin başladığı’’ bir hareket olarak nitelendirmiştir.

Bu iktidar savaşlarının yargı cephesinde ise Erdoğan, 2010 yılında yapılan, AKP’nin sivil mahkemelerin demokratikleştirilmesi ve askeri mahkemelerin güçlerinin azaltılması olarak lanse ettiği birkaç ilerici tedbirlerin de yer aldığı anayasa değişikliklerinin oylandığı referandumda çok güçlü (%58) bir destek almayı başarmıştır. Fakat getirilen tedbirlerin aslında hedefi (ve etkisi) sivil mahkemelerin laik yapısını yıkmak ve hükümete bütün yargı sistemi üzerinde çok daha fazla yetki vermektir.

 

Çevirenin Notları: Bu yazı, RAND Düşünce Kuruluşu tarafından kaleme alınan; Türkiye’nin Milliyetçi Rotası – ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD Ordusu için Çıkarımlar  (Turkish Nationalist Course – Implications for the U.S.-Turkish Strategic Partnership and the U.S. Army) başlıklı raporun AKP ve Yeni Türkiye (The AKP and the “New Turkey”) alt başlığının çevirisidir.

Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve raporda ifade edilen görüşler yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilerek paylaşılması Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin ifade edilen ve ileri sürülen görüş ve iddiaları paylaştığı anlamına gelmemektedir.

Raporun tamamına aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

 

Turkey’s Nationalist Course and How It Affects U.S.-Turkish Relations

America’s longstanding partnership with Turkey, a powerful NATO ally, has become strained in recent years. Their interests are not as aligned as they once were, and tensions between Turkey and Europe have exacerbated these strains. What can be done to sustain the U.S.-Turkish relationship?

ETİKETLER:
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.