savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,7784
EURO
36,7823
ALTIN
2.946,32
BIST
10.081,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
10°C
Ankara
10°C
Hafif Yağmurlu
Pazar Az Bulutlu
14°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
14°C
Salı Az Bulutlu
11°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
8°C

“KULÜP DİZİSİ” YALANIN TA KENDİSİ

“KULÜP DİZİSİ” YALANIN TA KENDİSİ

“KULÜP DİZİSİ” YALANIN TA KENDİSİ

Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 10 Ocak 2022

Kaynak: WND

Netflix’te oynatılan Kulüp dizisini duymuşsunuzdur. Evvelsi gün 6-7 Eylül 1955 olayları esnasında Yahudi bir ailenin dramını anlatan son bölümünü izledim. Senarist ve yönetmen bu dehşet verici olayların bütün faturasını Türk milletine kesmiş. O sahneleri seyrederken bize yapılan bu haksızlık çok canımı sıktı, bu makaleyi kaleme alma ihtiyacı hissettim.

Mesele Kıbrıs sorunu ile başladı

Size olayların perde arkasını özetle anlatayım. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’daki sömürgeler bağımsızlıklarını kazanmaya başlamıştı. Kıbrıs adası da bağımsızlık için ayaklandı. Ada, 93 Harbi’nden (1877-78) beri İngilizlerin yönetimindeydi. İngilizler, Doğu Akdeniz ve Süveyş Kanalı’na hâkim olan bu adadan çıkmak istemiyordu. Onlara göre, adada kalmanın tek yolu adada yaşayan iki halkı, Türk ve Rumları birbirine düşürmekten geçiyordu. Üzerlerine yönelen şiddeti başkalarına yansıtmalıydılar. Türk ve Rumları birbirlerine düşürebilirlerse şiddet bu iki halk arasında cereyan edecekti. Önce polis teşkilatına ağırlıklı olarak azınlıkta olan Türkleri aldılar. Doğal olarak bu Rumların tepkisini çekti. Ama tezgâhın büyük olanı arkadaydı.

Bu dönemde Rum milliyetçiler İngiliz egemenliğine son vermek amacıyla silahlı direniş örgütü EOKA (Ethnikí Orgánosis Kipriakoú Agónos)’yı kurmuştu. EOKA, 6-7 Eylül olaylarına kadar adadaki Türklere hiç saldırmamıştı. Asıl hedefi İngilizlerdi. 6-7 Eylül olaylarından sonra EOKA’nın hedefi birdenbire Türkler oluverdi. EOKA artık Enosis’i ön plana çıkararak Türklere saldırmaya başlamıştı. Türk ve Rumlar arasındaki olaylar tırmanınca otomatikman İngilizler arabulucu oldu ve 1959-60 anlaşmalarıyla adadaki Ağrotur ve Dikelya üslerini kendi toprakları yaptılar. Sonunda İngiliz valisi adadan gitmişti ama adadaki sorun hala çözülmedi. Bu arada her biri bir şehir büyüklüğündeki iki toprak parçası, hava sahası ve kara sularıyla birlikte İngilizlerin oldu.

Tezgâhı hangi salaklar kurdu?

Şimdi gelelim Türkiye’de 6-7 Eylül 1955 olaylarını hangi geri zekâlıların organize ettiğine. Olaylar, basında yer alan, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin bombalandığı yalan haberiyle başlamıştı. Bir kısmı İstanbul dışından getirilmiş ve örgütlenmiş genç delikanlılar, aralarına konulan provokatörler liderliğinde, ellerine önceden hazırlanmış sopalar verilerek İstanbul sokaklarına salındı. Galeyana getirilen kalabalıklar Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu gibi gayrimüslimlerin çoğunlukta yaşadığı semtlerde önceden işaretlenmiş dükkânlara, evlere, kiliselere saldırdı. Tahrip edilen malların çoğu Rumlara aitti. Rumlardan sonra en çok zarar gören Ermenilerdi. Yahudiler de zarar gördüler ancak onların zararı diğerlerine göre devede kulak kalır. Örneğin 73 kilise tahrip edilirken saldırılardan sadece bir sinagog zarar görmüştü. Yahudilere verilen zarar, Kulüp dizisinde abartıldığı gibi değil, sadece bu olayları planlayan parmağı gizlemeye yetecek kadardı.

Sonradan olayları tezgâhlayanın Millî Emniyet Hizmeti (MAH- MİT’in önceki adı) olduğu anlaşıldı. 6-7 Eylül olaylarının olduğu sırada Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında şu demeci vermişti: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Anladık, bu tezgâhı MAH ve Özel Harp kurmuş. Peki, o sırada hükümet kimdi? Şimdi geliyoruz zurnanın zırt dediği yere.

Kaynak: Muhalif

O tarihlerde Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti (DP) iktidardaydı. Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Fatin Rüştü Zorlu Dışişleri Bakanıydı. Olaylar çıkmadan önce Dışişleri Bakanı Zorlu, Kıbrıs sorununu görüşmek üzere Londra’ya gitmişti. Menderes’e Londra’dan çektiği telgrafta, “Türkiye’nin Kıbrıs konusunda ne kadar kararlı olduğunun dünyaya gösterilmesi gerektiğini” bildiriyordu.[1] Olaylar bu telgraftan sonra patladı. Zorlu’ya Londra’da bu aklı kim vermişti, bilinmez!

Görüldüğü üzere siyasi iktidarın haberi olmadan böyle bir tezgâh kurulamaz. Zaten 27 Mayıs Darbesinden sonra Yassı Ada yargılamalarında bu olay Menderes’in üzerine yıkılmıştır. Menderes MAH başkanının mahkemeye çağrılmasını istemesine rağmen MAH başkanı mahkemeye hiç gelmemiş ve olay örtbas edilmiştir.

Dönme parmağı

Peki, bu Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu kimdir? Soner Yalçın Beyaz Türkleri anlattığı Efendi kitabının birinci cildinde uzun uzun Andan Menderes’in sabetayist olduğunu ispat etmeye çalışır. Birçok kitapta Menderes, Bayar ve Zorlu’nun sabetayist olduğu yazılıdır. Necip Fazıl Kısakürek, DP’yi dönmelerin kurduğunu yazar.[2]

DP, 1955 yılında zor durumdadır. ABD para musluğunu kesmiştir. Enflasyon halkın belini bükmektedir. Menderes’in devlet eliyle dağıttığı pasta, partililerin sadece bir kısmına yetmektedir. Muhalefetle birlikte parti içinde pastadan pay alamayanların isyanı başlamıştır. Hükümet muhalefeti bastırmak için Ankara, İstanbul ve İzmir’de sıkıyönetim ilan etmeyi planlamaktadır. İşte bu ortamda 6-7 Eylül olayları Menderes hükümetine ilaç gibi gelmiştir.

Olaylar sonrası, artık kendisini Türk vatandaşı gibi hissetmeyen, can ve mal güvenliğinin tehlikeye düştüğünü gören on binlerce Rum ve Ermeni vatandaşımız ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Tabi bu sayede on binlerce gayrimenkul, arsa, işyeri, dükkân ve şirket el değiştirmiştir. Ellerine sopa verilerek o işyerlerinin camları kırdırtılan gariban Türk delikanlılarının tasfiye edilen şirket ve gayrimenkulleri satın alacak parası yoktur. Bu küçük yağmacılar ancak dükkânlardan çaldıkları ufak tefek eşyalarla yetinir. Ama asıl yağmayı büyük sermaye sahipleri yapar. Türklerde sermaye yoktur. Rum ve Ermenilerin bıraktığı mallara çökenler Dönme ve Yahudilerdir. Bu sayede Menderes Hükümeti kaynak yaratmış ve yandaşlarını besleyerek kısmi bir rahatlama sağlayarak hükümetinin ömrünü uzatmıştır.

Benzer bir olay Varlık Vergisi ile yaşanmıştır. 2. Dünya Savaşı devam ederken, Hitler yaşlı ve hasta Yahudileri katledip sağlıklı olanları korkutarak Filistin’e sürmeye çalışmaktır. İsrail’in kurulabilmesi için Filistin’de yeterli Yahudi nüfusuna ulaşılması gerekmektedir. Bu esnada Türkiye’de de Varlık Vergisi uygulanarak Yahudiler korkutulmuş ve Filistin’e göç etmeye zorlanmıştır. Giden Yahudi vatandaşlarımızın mallarına yine Dönmeler çökmüştür. Zavallı dindar Yahudiler, 1492’de İspanya’dan kovulduklarında geride bıraktıkları mallara çökenler de yine kendini gizlemeyi başaran kriptolardır.

Kaynak: ensonhaber.com

6-7 Eylül tezgâhında Türkler sadece figüran olarak kullanılmıştır. Eline sopa verilen aptal delikanlılar, yıkıcı güç olarak korkutma vazifesi görmüştür. Ama Kulüp dizisinin yapımcısı, senaristi ve yönetmeni bütün dünyaya başka bir hikâye anlatmaktadır. Kulüpte çalışan Rum kızı Tasula’ya tecavüz etmeye çalışan Bahtiyar, Türk delikanlısıdır. Kulübün sahibi Rum olduğunu gizleyen Orhan’ın malına çökmek isteyen Kürşat, dünyaya aç gözlü sinsi bir “Türk” olarak anlatılmaktadır. Bu aç gözlü sinsi “Türk”, aynı zamanda Matilda’nın ailesinin dağılmasına da sebep olmuştur. Matilda’nın ailesi, üzerlerine düşen Varlık Vergisi’ni ödemiştir. Ayrıyeten 2. Dünya Savaşı’nda yersiz yurtsuz kalan 3,5 milyon Yahudi’ye yardım etmek için para toplamıştır. Bu parayı çalan da dünyaya Türk gibi tanıtılan Kürşat tiplemesidir. Kürşat tiplemesi gerçekte Türk değil Dönme olmalıdır. Dizide bu tipin Dönme olduğu anlatılsaydı belki gerçekçi bir tarih anlatımı olabilirdi.

Yeter artık!  

Gariban Türk halkı ancak bu kadar aşağılanabilir. Tezgâhı dönmeler kursun, bu tezgâhtan hâlâ devam eden Kıbrıs sorunu doğsun ve Türkiye Cumhuriyeti zarar görmeye devam etsin. Kaçan Rum’un, Ermeni’nin malına Dönmeler çöksün. Fakat bu acı olayların bütün faturası Türklere kesilsin. Bir de üstelik Kulüp dizisini yapıp çocuklarımıza bizi cani gibi gösterirken bütün dünyaya Türkleri böyle tanıtsınlar. Yeter artık Türk milletini aşağıladığınız. Bir millet bu kadar salak yerine koyulamaz.

Soner Yalçın diyor ki, “Sabetayizm bizim gerçeğimizdir, onu yok sayarak tarih yazamayız”.[3] Evet, bu bir gerçektir.

Eğer bunlar hâlâ kendi aralarında evlenip, Türk milletine karışmadan, kimliklerini sürdürüyorlarsa, eğer sabetayist, pakraduni ve diğer kriptolar, Türk devletinin içinde siyasetten, istihbarata kadar kilit kademelerde hâlâ etkinlerse vay halimize…

Bu küçük azınlığın etkinliği devam ettiği müddetçe Türk milleti daha çok aşağılanmaya ve salak yerine konulup sömürülmeye devam edecektir.

Kaynak: toplumsal.com.tr

Kim olduğunu bildiğimiz Orhan Pamuk ile sarmaş dolaş pozlar veren Fazıl Say, Kulüp dizisini seyretmiş, çok beğenmiş, “alacağımız hayli çok mesaj var diyor”. Evet, Say doğru söylüyor. Alacağımız çok fazla mesaj var. Artık Türk milletini kolay kolay salak yerine koyamayacaklar.

Kazakistan ile bitirelim. Bugün Kazakistan’da da sokağa çıkanlar Türk’tür ama tezgâhı kuranlar Türk değildir. Bundan emin olabilirsiniz.

 

[1] Soner Yalçın, “EFENDİ-Beyaz Türklerin Büyük Sırrı”, Doğan Kitap, I. Baskı 2004, S-475

[2] Age, S-421

[3] Age, S-566

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.