savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,7784
EURO
36,7823
ALTIN
2.942,91
BIST
10.081,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
13°C
Ankara
13°C
Az Bulutlu
Pazartesi Parçalı Bulutlu
14°C
Salı Hafif Yağmurlu
11°C
Çarşamba Yağmurlu
7°C
Perşembe Az Bulutlu
6°C

104 Emekli Amirale Kurulan Tuzak

104 Emekli Amirale Kurulan Tuzak

 

104 Emekli Amirale Kurulan Tuzak

 

Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 9 Nisan 2021

 

104 Emekli amiralin, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve laiklik konularındaki hassasiyetlerini bildiren bir metnin 4 Nisan gece yarısı bazı internet sitelerinde yayınlanmasıyla ortalık birdenbire toz duman oldu. Göz gözü görmüyor. Önümüzü görmek için biraz tarih bilgisine ihtiyacımız var. Mesele Türk Boğazlarıdır.

 

Ruslar ticaret tekelini kırıyor

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, 1829 yılında isyan edip İstanbul’a yürüyünce Osmanlı devletinin ne kadar zayıf olduğu bütün dünya tarafından görülmüş oldu. Osmanlı devlet adamları da bu durumun farkındaydı. En büyük tehlike Rus yayılmacılığından kaynaklanıyordu. Devletin bekasını sağlamak için Ruslarla iyi geçinmek önemliydi. Bu maksatla 1833 yılında Çarlık Rusyası ile bir saldırmazlık anlaşması olan Hünkâr İskelesi Antlaşmasını imzalandı. Süresi sekiz yıl olan antlaşmanın gizli bir maddesine göre boğazlar bir harp durumunda diğer devletlere kapalı, ancak Rus donanmasına açık olacaktı. Bu antlaşma ile Boğazlar, Rus ticaret ve savaş gemileri için yolgeçen hanı oldu. Rusya ile Osmanlı’nın yakınlaşması bazılarını ürkütmüştü.

Ruslar, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan beri Karadeniz’in kuzeyine hâkimdi. Fakat Rusya’nın dünya ile yaptığı ticaret Boğazlar vasıtasıyla denetim altındaydı. O tarihte, Akdeniz ve Karadeniz yoluyla kıyıdaş ülkelerin birbiriyle yaptığı ticareti kontrol eden adı konulmamış bir bankerlik ve tüccarlık ağı oluşmuştu. Venedik ve İskenderiye gibi Akdeniz limanlarından gelen gemiler, İstanbul/Galata’ya uğradıktan sonra Karadeniz’e açılıp karşı kıyıdaki Sivastopol ve Odesa gibi limanlara ulaşıyordu. Bu limanlara yüklerini bırakan gemiler yeni yükler aldıktan sonra rotaya tersten devam ediyordu. Genelde bu ticaret Yahudilerin tekelindeydi, her limandaki tüccar ve bankerin birbirleriyle irtibatı vardı.

Ruslar, 1821 yılından itibaren Yahudilerin Rus topraklarına yerleşmesini yasaklamış, ülkedeki Yahudileri bu yeni fethettiği bölgelere doğru sürmeye başlamıştı. Odessa ve Sivastopol bölgesinde Ruslarla Yahudiler arasındaki ilk çatışmalar bu sebepten çıktı. 1835 yılında Çar I. Nikola, “Pogrom” adı verilen çeşitli anti-semitik düzenlemeleri yürürlüğe koydu. Ruslar artık Yahudileri dışlayıp kendi ticaretlerini kendi ellerine alıyordu. 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması sayesinde Boğazlardan rahatça geçmeye başlamış ve Akdeniz’e inmişlerdi. Akdeniz’deki ticaret gemilerini de artık kendi donanmaları koruyordu.

Ticaret serbestisi kazanmak Rusya’nın büyümesini sağladı. Çarlık, Orta Asya’daki Türkistan bölgesini de işgal ederek Fergana Vadisi üzerinden Afganistan yoluyla İngiliz sömürgesi Hindistan’a komşu olmuştu. Rusların bu kadar güçlenmesi başta İngiliz ve Fransızlar olmak üzere hiç kimsenin işine gelmiyordu. Bu durumdan rahatsız olan bir başka güç odağı daha vardı: Rothschild ailesi. Ruslar, Akdeniz ticaret tekelini kırmış, en büyük gelir kaynağı Hindistan sömürgesini tehdit eder hale gelmişti.

1853-56 Kırım Savaşı – Osmanlı Rusların üzerine sürülüyor

Rusların boğazını sıkmak gerekiyordu. Hünkâr İskelesi Antlaşması’nın süresi dolar dolmaz, Avusturya İmparatorluğu, Fransa Krallığı, Birleşik Krallık, Prusya, Rus İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun katılımıyla 13 Temmuz 1841’de Londra’da Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Bu anlaşma ile Boğazların barış zamanında savaş gemilerine kapalılığı uluslararası yükümlülük altına alındı. Böylece Rus savaş gemileri Karadeniz’e hapsedilmiş, Akdeniz ticaret tekeli yeniden kurulmuş oldu.

 

Kırım Savaşında dinlenen İngiliz askerleri. Kaynak: imgur

 

Ruslar tabi bu duruma uzun süre razı olmazdı. Kendilerini yeterince güçlü hissettiklerinde 01 Temmuz 1853’te kâğıt üstünde Osmanlı hâkimiyetinde olan Ulah ve Buğdan prensliklerini (günümüzdeki Romanya toprakları) işgale başladılar. Amaçları Osmanlı’yı baskı altına alıp veya gerekirse İstanbul’u işgal ederek Boğazlardan serbest geçişi yeniden tesis etmekti. Çok zayıf olan Osmanlı’nın bu baskıya dayanamayıp razı olacağını düşünüyorlardı. Normalde zayıf taraf yenileceğini bile bile savaşa girmez.

Savaş para demektir. O çağlarda bir devlet, savaşa niyetlendiğinde öncesinde bankerlerden borç para tedarik ediyordu. En büyük banker Rothschild ailesinin, Rusların niyetinden herkesten önce haberi olmuştu. Osmanlı’nın savaştan kaçmaması için hemen Osmanlı ordusuna 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek, 50 milyon kapsül tedarik ettiler. Osmanlı’nın yanına da müttefik olarak İngiltere ve Fransa’yı koydular. Sonuçta Osmanlı savaşı kabullendi. 27 Mart 1854’te İngiltere ve Fransa da savaşa katıldı. Bu iki ülkenin katılması üzerine Balkanlar ve Kafkaslarda devam eden savaş kısa süre içerisinde, Kırım’a taşındı.

Kırım Yarımadası’nda, Sivastopol şehrinin güneyinde, bugün Rus donanmasının yer altı gemi inşa tesislerinin olduğu Balaklava bölgesinde 1854-56 yılları arasında on binlerce Türk askeri şehit oldu. İngiliz, Fransız ve Rothschildlerin amacı Rus donanmasını üreten ana üsleri haritadan silmekti. Sivastopol şehrinin ele geçirilmesiyle Ruslar yenilgiyi kabul ettiler ve savaş sona erdi.

30 Mart 1856’da imzalanan Paris Anlaşması ile Karadeniz tarafsız bir deniz haline getirilerek bütün ülkelerin serbest ticaretine açıldı, Boğazlar yabancı devletlerin harp gemilerine kapatıldı fakat bu arada Rusya ve Osmanlı Devleti’nin Karadeniz sahillerinde hiçbir harp tersanesi yapmayacağı ve mevcut olanları da yıkacağı karara bağlandı. Ruslar, Balkanlar ve doğu Avrupa’da işgal ettiği topraklardan çıkarıldı. Bununla birlikte Osmanlı ve müttefikleri de Kırım Yarımadası’ndan çekildi. Aslında bu anlaşma ile İngiltere, Fransa ve Rothschildler Osmanlı’yı kullanarak Karadeniz’den Adriyatik’e kadar uzanan bir bölgede Rusların önünde bir tampon bölge yaratmayı başardılar.

Osmanlı ilk defa Kırım Savaşı’nda dış borç olmak zorunda kalmıştı. Dış borcun önemli kısmı Rothschild ailesineydi. Rothschildler, borcu sadece savaşta kullanılması maksadıyla vermiş ve paranın kullanımını kontrol eden bir komisyon kurulmasını şart koşmuşlardı. Osmanlı girdiği bu borç sarmalından bir daha hiç kurtulamadı. Rusları Akdeniz’e sokmamak maksadıyla tezgâhlanan Kırım Savaşı, Osmanlı’nın sonunu hazırlamıştı.

Bugün de asıl mesele Rusları Akdeniz’e sokmamak

Bu kadar uzun tarih dersinden sonra şimdi günümüze geliyoruz. Türk kamuoyunda çok yanlış bir algı var:

“Montrö Sözleşmesi sebebiyle Karadeniz, ABD’nin dünya üzerinde rahatça giremediği tek denizdir. ABD, Montrö Sözleşmesi’ni değiştirerek Karadeniz’e girmek istemektedir.”

ABD, Karadeniz’e glrip te ne yapacak? Bugün Montrö Sözleşmesi’ni değiştirin, boğazları ABD uçak gemilerine açın, şu anki askeri denge değişmeden ABD Karadeniz’e giremez. Mesele ABD’nin Karadeniz’e girmesi değil Rusların Akdeniz’e inmesini engellemektir.

İran Devrim Muhafızları tarafından dronlar ile çekildiği iddia edilen fotoğrafta bir
ABD uçak gemisi görülmektedir. Kaynak: TASNIM NEWS.

Hasım Rusya olursa Karadeniz, uçak gemisi harekâtına müsait değildir. Tabiri caizse, Rus silahlı kuvvetleri Amerikan uçak gemisi görev grubunu bir kaşık büyüklüğünde olan Karadeniz’de üç günde boğar. ABD’nin Karadeniz’de gemi bulundurma isteğinin sebebi, Ukrayna gibi vassal bir ülkeye, Kırım’ı geri almak maksadıyla Rusya’ya saldırma cesareti vermektir. Gerçek bir savaş veya gerginlik ortamında ABD, feda etmeyi göze alamadığı hiçbir deniz aracını Karadeniz’e sokmayacaktır. Bu iddianın gerekçelerini biraz açıklayalım sonra meselenin Akdeniz boyutuna tekrar döneriz.

Rusya, Suriye iç savaşına müdahil olduktan sonra 2012 yılında Deniz Kuvvetleri Doktrinini yeniledi. Yeni doktrine göre Moskova, hayati çıkarları olan, Karadeniz, Akdeniz ve Kuzey Kutbunda, Amerikan donanması gibi devasa bir güce karşı üstünlük sağlayabilmek için, daha az para harcayarak daha küçük ama daha etkili bir donanma oluşturmayı planlıyor. Bu amaca ulaşabilmenin tek yolu, donanmanın vuruş kabiliyeti çok yüksek silahlara sahip olmasıdır.

Rusya bu tür silahlara sahip olduğunu gösterdi. Birkaç örnek verelim. Rus gemi ve denizaltıları yeni nesil Kalibr füzeleri ile donatıldı. Birçok versiyonu olan bu seyir füzeleri hem deniz hedeflerine hem de kara hedeflerine karşı kullanılabiliyor. Açık kaynaklarda bu füzelerinin menzilinin 2500 km’ye kadar ulaştığı ve vuruş hassasiyetlerinin 3 metre olduğu yazıyor. Rusya, Hazar Denizi’nde konuşlu küçücük gemilerden Suriye’deki hedeflere taarruzlar düzenleyerek Kalibr füzelerinin kabiliyetini tüm dünyaya gösterdi. Bu füzelerin en önemli özeliği, seyir halindeyken ses hızının 0,8 katı bir sürat ile uçarken, taarruz esnasında süratlerini ses hızının üç katına çıkarmalarıdır. Deniz hedeflerine karşı kullanılan modelleri ise hedefe yaklaştığında hızını 3 mach’a çıkartırken çok keskin manevralarla hava savunma sistemlerine karşı kaçınma manevraları yapabilmektedir. Şimdilik bu füzelerin ABD Donanması tarafından durdurulması çok zor gözüküyor.

Rus Donanmasının en önemli vurucu gücü ise yakın gelecekte Zircon hipersonik füzeleri olacak. Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmaya başlanan bu füzeler şimdi Rus donanmasına entegre edilmeye çalışılıyor. Rus Devlet Başkanı Putin’in 68’nci doğum gününde 6 Ekim 2020’de ilk test atışı yapıldı. TV Zvezda’ya göre füze Barents Denizi’nde 280 mil uzakta bulunan bir hedefi vurmadan önce ses hızının sekiz katına ulaşmış. Şu an dünyada bu füzeyi durduracak bir savunma sistemi yok maalesef.

Bu tür silahları taşıyacak geleceğin modern Rus donanmasının inşa edildiği yer Kırım Yarımadası’nda bulunan Sivastopol ve Balaklava askeri tesisleridir. Her ne kadar Ruslar, gemi inşa/bakım-onarım tesislerinin bir kısmını Novorossiysk’e taşısalar da Kırım’daki tesisler halen hayati öneme sahip.

Yaşadığımız yüzyılın en önemli enerji kaynağı olan doğalgazın fiyatını şu an Ruslar belirlemektedir. Doğalgaz aynı zamanda Rusya’nın en önemli gelir kaynağıdır. Rusya’nın Akdeniz’e inmesi, Suriye ve Libya’ya yerleşmesinin sebebi, küresel çaptaki doğalgaz kavgasıdır. Moskova’nın bu mücadeleyi devam ettirmesini sağlayan en önemi unsur Akdeniz’deki donanmalarının varlığıdır. Gemi ve denizaltı sayıları az olmasına rağmen biraz önce bahsettiğimiz silahların vurucu gücü, Rus Donanmasını Akdeniz’de ABD’nin 6. Filosundan bile daha güçlü kılmakta, Rus askerinin Suriye ve Libya’dan atılmalarını önlemektedir.

180 yıl önce olduğu gibi küresel sermaye bugün de Rusların Akdeniz’de olmasından rahatsızdır ve Putin iktidara geldikten sonra Rusya’nın kontrolünü kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan finansal sistemin çökmeye yüz tuttuğu şu günlerde küresel sermaye, “büyük sıfırlama – the great reset” adı altında yeni bir dünya düzenini kurmaya çalışırken, Çin’e enerji kaynağı ve hammadde sağlayarak destek çıkan, Hindistan’a silah satarak dengeleri değiştiren, Putin ile Çarlık dönemini yeniden yaşamaya başlayan Rusya’nın giderek güçlenmesi büyük baronların planlarına ters düşmektedir.

Rusya ile Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi planlanıyor

Rusya’yı zayıflatmanın iki yöntemi var: 1. Rusların boğazını sıkmak, 2. Kırım’ı geri almak.

Rusların boğazını sıktığımız, Kırım Savaşı’na Mason biraderler Mustafa Reşit Paşa ve onun yetiştirdiği Mehmed Emin Âli Paşa’nın çabalarıyla girmiştik.

1. Dünya Savaşı’na ise kafasına fes giymiş, Yahudi asıllı Alman Amiral Wilhelm Anton Souchon’un, Sivastopol’u bombalamasıyla dâhil olduk. Her iki savaş da felaketle sonuçlandı.

1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesiyle bir denge oluştu. Fakat bu denge şu an Rusların işine geliyor. Sözleşmenin 11’inci maddesine göre Rus savaş gemileri barış döneminde istediği gibi Akdeniz’e gidip geri dönebiliyor. Küresel sermayeyi en çok rahatsız eden husus bu.

 

Doğu Akdeniz’de Rus savaş gemileri: Kaynak: ArmyNow.net

 

19’uncu maddeye göre, savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaşan devletlerin savaş gemilerini Boğazlardan geçirmemesi gerekiyor. Bu madde Rusya bir ülkeyle savaşıyorsa boğazların hem Ruslara hem savaştığı ülkelere kapatılması gerektiği şeklinde yorumlanabilir.

20 ve 21’inci maddelere göre ise Türkiye, kendisinin dâhil olduğu bir savaşta veya savaş tehlikesi gördüğünde boğazlar üzerinde istediği tasarrufu kullanabiliyor.

Mevcut sözleşme hükümlerine göre Rusları Akdeniz’e indirmemek için ya Rusların biriyle savaşması gerekir; mesela bu Ukrayna olabilir ya da Türkiye’nin Rusya ile savaşması veya bir savaş tehlikesi hissetmesi gerekir.

Diyelim ki Montrö Sözleşmesi uluslararası tartışmaya açıldı. Bu durumda küresel sermaye ve Batılı ülkelerin ana istekleri, Rus donanmasının Akdeniz’e çıkışını kısıtlayacak yönde olacaktır. Bu talepler doğal olarak Türkiye ile Rusya ilişkilerini gerginleştirir.

Eğer Kanal İstanbul yapılırsa, bir süre sonra ister istemez boğazların statüsü tartışmaya açılacaktır. Türkiye’nin Kanal İstanbul’u yapacak parası yoktur. Hükümet bu işe giriştiği takdirde gerekli borç parayı büyük ihtimalle Londra merkezli finans kurumlarından bulacaktır. AKP Hükümetlerinin konsorsiyumlara geçiş garantisi vererek Yap-İşlet-Devret modeli ile inşa ettirdiği köprü, tünel ve otoyol projeleri şimdiden devlet bütçesini tüketen birer kara delik haline gelmiştir. Bu kara deliklere bir de Kanal İstanbul’un eklenecek olması Türkiye ekonomisini çökertir. Borcunu geri ödeyemeyen bir Türkiye’nin, Kanal İstanbul’daki hükümranlık haklarını küresel sermaye lehine kaybederek, Rusya ile sürtüşme haline girmesi muhtemeldir.

Komplo teorisi

İşte bu ve benzeri sebeplerle 104 emekli Amiral Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmaması yönünde ciddi çaba harcıyorlardı. Onların bu büyük cabası, kamuoyunda farkındalık yaratarak Kanal İstanbul’u hayata geçirmek isteyen hükümetin önünde bir engel oluşturmaktı. Fakat amirallerin çabalarından asıl rahatsız olan, Kanal İstanbul Projesinde başka hesapları olan küresel güç odaklarıydı.

Bu konuyu kökünden halletmek istediler. Önce bir tarikat dergâhında, üniformasının üstüne cübbe giymiş vaziyette ibadet eden bir amiralin fotoğraflarını bazı medya organlarına servis ettiler. Bu hamle amiralleri kışkırtmak içindi. Böylece 104 amiralin bazılarının Atatürkçülük duygularını, bazılarının ise “bu ülkeyi biz kurduk, kurduğumuz laik cumhuriyet elden gidiyor” yönündeki inançlarını tahrik ettiler. Sonra muhtemelen içlerinden birisi, bir bildiri yazalım önerisiyle bu tuzağı tetikledi. Başka birileri ise bildiriyi muhtıraya benzeterek darbe yaygarasıyla hükümeti kışkırtı. Savcılar hemen hareket geçti, amirallerin bazıları gözaltına alındı. Cübbeli amiral fotoğrafları eline tutuşturulan medya organları, saflığından mı kullanılmıştır, yoksa onlar da bu tezgâhın içindedir bilemeyiz ama sonuçta bizim emekli amirallerimizin sesi kesilmiş ve Türk kamuoyu bir tuzak olan Kanal İstanbul projesine bir adım daha yaklaştırılmıştır.

Kara gün de olsa dost acı söyler…

 

Yorumlar
  1. Yunus dedi ki:

    Sizin fikir ve görüşlerinizi her zaman kayda değer buluyorum. Tekrar görüşmek dileğiyle.

  2. süha dedi ki:

    çok değerli bir analiz olmuş. kutluyorum