savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3025
EURO
35,1356
ALTIN
2.243,68
BIST
8.718,11
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
14°C
Ankara
14°C
Açık
Salı Hafif Yağmurlu
13°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
7°C
Perşembe Az Bulutlu
7°C
Cuma Az Bulutlu
7°C

Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye için Beka Tehdididir

Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye için Beka Tehdididir

YAZI DİZİSİ – 1 

Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye için Beka Tehdididir

Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 01 Haziran 2023/Fethiye

Biliyorum makalenin başlığı biraz ağır oldu ama ne demek istediğimi hikâyeyi okuyunca daha iyi anlayacaksınız.

Bayrak ve Atatürk Karşıtlığı

Gezi Olayları sırasında Almanya’daydım. 16 Haziran 2013 günü Taksim Gezi Parkı protestoları sırasında polis tarafından atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün başına isabet etmesi üzerine 15 yaşındaki Berkin Elvan bir süre komada kalmış ve hayatını kaybetmişti. Bunun üzerine Aşağı Saksonya Atatürkçü Düşünce Derneği olarak bir protesto eylemi yapmaya karar verdik. Eylemin daha kalabalık ve daha etkili olması için Hannover Alevi Kültür Derneği ile iş birliği yapmak istedik. Bizim dernek başkanı ile ben Alevi Kültür Derneğine gittik. Onların dernek başkanına teklifimizi ilettik. Dernek başkanı, Kara Harp Okulu mezunu, teğmen rütbesindeyken ordudan ayrılmış birisiydi. Bize, “Türk Bayrağı ve Atatürk flamaları getirmezseniz beraber yürüyüş yapabileceğimizi” söyledi. Şok olmuştum. Alevi Kültür Derneği, Türk bayrağı ve Atatürk flamaları ile beraber görüntü vermek istemiyordu.

Sonradan olayı kavradım. Hannover Alevi Kültür Derneği’ne Tuncelililer hâkimdi. Derneğin çok sayıda Kürt kökenli üyesi vardı. Muhtemelen bir kısmı Türkiye’den Almanya’ya iltica etmiş kimselerdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ile problemleri vardı. Kürt kökenli olanlar, bir Kürt devleti kurulmasına müsaade etmediği için Atatürk’e kızgındı. Tuncelili olanlar ise Atatürk döneminde yaşanan Dersim İsyanının bastırılmasını bir katliam olarak görüyor ve Atatürk’ten hoşlanmıyordu. Bu iki grubun bir çatı altında birleşmesi, Türk bayrağı ve Atatürk düşmanlığını doğurmuştu. Bu kimseler, kendilerini Alevi olarak nitelendirmesine rağmen Alevileri temsil etmiyordu. Ama derneğin kontrolü onların elindeydi. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin has evladı, kurucu unsuru, özbeöz Türk olan Aleviler adına, yönetimi ele geçiren bu çete karar alıyordu. İşte o tarihte CHP’nin başına Kemal Kılıçdaroğlu’nun getirilmesinin perde arkasındaki sinsi planı görmeye başlamıştım. Bu konuda 3-4 makale yazdım ama problemi kavrayan olmadı.

Deniz Baykal Operasyonu

Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanlık koltuğuna nasıl oturtulduğunu hatırlayalım. AKP, 2007 yılında yapılan genel seçimleri oylarını artırarak kazanmıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eskisinden daha güçlüydü. Millî Görüş Gömleğini çıkarmıştı. Vatansız Para’nın AKP’yi iktidara getiriş amaçlarından en önemli olanını tam gaz uygulamaya koymuştu. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “babalar gibi satarız” sloganıyla küreselcilerin neoliberal politikalarını güle oynaya uyguluyor, devletin varlıklarını yandaşa, yabancıya, önüne kim gelirse yok pahasına satıyordu. CHP’nin içerisinde ulusalcı/milliyetçi/Atatürkçü kanattan homurtular yükselmeye başlamıştı. Doğal olarak bu tepki vatandaşları da hareketlendiriyordu.

AKP, ikinci olarak Türk demokrasini kimlik siyasetine dönüştürecek bir başka projeye hız vermişti. İyi niyetle “Demokratik Kürt Açılımı” adı altında terörü bitirmek amacıyla bir proje başlatmıştı. Dağdaki teröristler silahını bırakıp teslim olduğunda etkin pişmanlık yasasından yararlandırılacaktı. Terörist başı Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 19 Ekim 2009 günü 34 PKK’lı Habur’dan girerek güvenlik güçlerine teslim olmuştu. Orada kurulan çadır mahkemesine ifade verdikten sonra serbest bırakıldılar ve Demokratik Türkiye Partisi (DTP) seçim otobüsüne binerek, davulla zurnayla, ellerinde PKK bayrakları ve Öcalan posterleriyle büyük bir gövde gösterisiyle Türkiye’ye giriş yaptılar. Bu görüntüler, Türk kamuoyunda infial yaratmıştı. Ana muhalefet partisi CHP içerisindeki ulusalcı/milliyetçi/Atatürkçü kanat bu vahim hadiseye çok ciddi tepki gösteriyordu.

AKP’nin yaptığı bu iki hata kamuoyu yoklamalarına oy kaybı olarak yansımaya başlamıştı. Vatansız Para’nın neoliberal ekonomi politikalarının uygulanması ve kimlik siyaseti üzerine kurulu demokrasi tuzağı tehlikeye girmişti. AKP’nin güç kaybı önlenemiyorsa muhalefetin zayıflatılması bir mecburiyet haline gelmişti. İşte bu noktada kaset operasyonunun düğmesine basıldı.

Deniz Baykal devrilecek ve CHP’deki ulusalcı/milliyetçi/Atatürkçü kanat tasfiye edilecekti. Ama önce bu projeyi hayata geçirecek uygun bir aday bulunmalıydı. “Dersimli Kemal”in bu proje için tespit edilmiş olduğu anlaşılıyor. 2008 yılından itibaren birileri Kılıçdaroğlu’na yolsuzluk dosyaları servis etmeye başladı. Her ne hikmetse bu dosyalar ne Baykal’a ne de bir başka CHP’liye gitmiyor her seferinde doğrudan Kılıçdaroğlu’na geliyordu. Kılıçdaroğlu her gün televizyonlardaydı. Yolsuzluk dosyalarıyla AKP Genel Başkan Yardımcılarından Şaban Dişli ve Dengir Mir Mehmet Fırat’ı koltuklarından indirmişti. Aynı dönemde açıkladığı Deniz Feneri belgeleri ile de Başbakan Erdoğan’ı köşeye sıkıştırdı. Artık Kılıçdaroğlu pırıl pırıl parlıyordu. Baykal’ın uygunsuz kasetini piyasaya sürme zamanı gelmişti. Sonuçta planlandığı gibi Baykal’ın istifa etmesi sağlanarak Dersimli Kemal CHP’nin genel başkanlık koltuğuna oturtuldu.

10 Aralık Hareketi

10 Aralık 2005 tarihinde, aralarında siyasetçi, sendikacı ve bilim adamlarının da olduğu bir grup sözde aydın, Türkiye’de var olan siyaset yapma tarzının, kullanılan söylemin ve siyasal kadroların değişmesi gerektiğini düşünerek siyasi bir hareket başlatmıştı. Kuruluş tarihi ile anılan bu siyasi hareket “CHP kapatılsın müze olsun” diyordu. Bana sorarsanız bu hareketin asıl amacı, AKP’nin neoliberal ve Kürt açılımı politikalarına direnen CHP’nin elinden ana muhalefet partisi vazifesini alarak, AKP ve dolayısıyla Vatansız Para’nın yolunu açacak bir siyasi parti kurmaktı. Lakin Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlık koltuğuna oturmasıyla bu hareketin yeni bir siyasi parti kurmasına gerek kalmamıştı. Kılıçdaroğlu, CHP içerisinde istenilen bu dönüşümü yapacak ve küreselcilerin önündeki en büyük engel olan Atatürkçülüğü, Atatürk’ün kurduğu partiden tasfiye edecekti. Yeni CHP bu yoldan hızla ilerlemeye başladı.

Demokrasi Adına Kimlik Siyaseti

Kılıçdaroğlu, Alevi ve Kürt (Zaza) kültürel alt kimliklerine sahip bir politikacıydı. 2011 seçimlerinde Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun bu kimliği üzerinden propaganda yaparak, tam yedi meydanda halka Alevileri yuhalattı. Kılıçdaroğlu projesi işe yaramıştı. AKP, bir önceki seçimlere göre yine oylarını artırarak %49,83 ile tek başına iktidarını devam ettirdi. Erdoğan’ın bu politikası Alevileri CHP’de daha etkin politika yürütmeye yönlendirmişti. Çünkü Aleviler kendilerini dışlanmış hissediyordu. Sünni partisi olarak gördükleri AKP, devletin gücünü tekelinde toplamıştı. Devletin kaymağını sadece ve sadece onlar yiyor, Alevilere kimse pastadan pay vermiyordu.

Türkiye’ye kurulan bu kimlik tuzağı maya tutmuştu. Siyaset sahnesinde bir tarafta Sünni çoğunluğu temsil eden AKP, diğer tarafta giderek Alevi partisine dönüşen bir CHP vardı. Diğer önemli aktörlerden MHP Türkçü parti, HDP ise Kürtçü parti olarak siyasi kutuplaşmayı körüklüyordu. Bu noktadan sonra Türkiye’de siyaset ekonomi temelli ideolojik bir mücadele olmaktan çıkmış, etnik ve mezhep duygularına dayalı bir kimlik mücadelesi haline dönüşmüştü.

Kimlik siyaseti Türkiye’deki kutuplaşmayı hızlandırdı. CHP, AKP’yi iktidar koltuğundan indirebilmek için güç toplamalıydı. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra %50 + 1 oyu yakalamak için HDP ile açık ya da örtülü iş birliği yapmaktan başka çare yoktu. CHP, mecburen Kürt kökenli vatandaşların oylarına yöneldi. Siyaseten mecbur gibi görünen bu iş birliği ihtiyacı, partiden ulusalcı/milliyetçi/Atatürkçü kanadın tasfiyesini kolaylaştırmıştı. HDP ile iş birliğini 10 Aralıkçılar yürüttüğü için oluşan boşluğu da onlar dolduruyordu. Sonuç itibariyle yukarıda anlattığım Hannover Alevi Kültür Derneğinde yaşananların bir benzeri, CHP içinde yaşanmaya başlamıştı. Kısa süre sonra CHP’nin kontrolü tamamen Kılıçdaroğlu liderliğindeki 10 Aralık çetesinin eline geçti.

Bu esnada AKP, uyguladığı yanlış politikalar sebebiyle sürekli yıpranıyor ve oy kaybediyordu. İktidarını muhafaza edebilmek için kendisine yeni müttefik bulma ihtiyacı doğmuştu. Bu noktada MHP devreye girdi. CHP’nin Kürt oylarına yönelmesi MHP’yi otomatikman AKP’ye yönlendirmişti. Böylece Cumhur İttifakı doğdu.

CHP’nin kendi oyları %25 +- 5 ile sınırlıydı. 50 + 1’i geçme zorunluluğu Kılıçdaroğlu’nu, bulabildiği herkesle ittifaka yönlendirdi. Kılıçdaroğlu, siyasi ve dünya görüşü birbirinden çok farklı olan altı partiyi bir masa etrafında toplamayı başardı. HDP masada oturmasa da en büyük ikinci ortak olarak gruba dahildi. Böylece 6+1 formülüyle Millet İttifakı kurulmuş oldu. Millet İttifakı’nın tek ortak noktası Erdoğan’dan kurtulmaktı. Aralarında bir protokol imzalamış olsalar da millete Erdoğan’ı devirmekten başka bir şey vaat etmiyorlardı.

Millet İttifakı’nda Deva Partisi, Saadet Partisi ve Gelecek Partisi gibi İslamcı kökenli partiler ve Demokrat Parti gibi merkez sağ kökenli partiler vardı. Bu partiler doğru düzgün oy potansiyelleri olmadığı bilindiği halde ittifaka dahil edilmişti. Amaç, siyasi yelpazenin bütün kesimlerini birleştirebiliyor gibi görünerek HDP ile yapılan örtülü iş birliğini görünmez kılmaktı. Başka türlü halktan oy alınamazdı. Ama bu proje tutmadı. Çünkü Türkiye’de artık kimlik siyaseti oturmuştu. Seçmenler, ekonominin durumu ne olursa olsun, mutfaktaki tencerenin kaynayıp kaynamadığına dahi bakmaksızın kendisini ait hissettiği partiye oy veriyordu.

En son seçimde Türkiye’nin içine düştüğü kimlik siyaseti kendisini bariz bir şekilde gösterdi. Kendisini Sünni ve milliyetçi kimliğinde hissedenler Cumhur İttifakına yönlendi. Millet İttifakında ise durum biraz daha farklıydı. Millet İttifakının bileşenleri arasında Alevi ve Kürtçülerin kimlik temelli oy verdikleri muhakkaktır. Bununla birlikte Erdoğan’dan kurtulmak isteyen Atatürkçü ve laik olan önemli bir seçmen kitlesi de 10 Aralık Hareketinin tuzağına düşüp Alevici ve Kürtçülerin peşinde kimlik siyasetine taraftar olmuştur. Böylece Türkiye bu iki kutup arasında yaşanan mücadelede korkunç bir diyalektik tuzağa düşmüş oldu.

Türkiye’nin sosyolojik yapısı göz önüne alındığında bu diyalektik tuzakta Millet İttifakı gibi zorlama bir topluluğun Cumhur İttifakını yenme şansı hiç yoktur.

Kimlik siyasetini parti lideri temsil eder. Kimlik siyaseti terkedilerek Cumhur İttifakı bileşenlerinden oy alınmadan AKP yenilgiye uğratılamayacaktır. Erdoğan’dan sonra oğlu veya damadı gelecek ve düzen devam edecektir.

İçine düştüğümüz bu diyalektik tuzağın asıl vazifesini bir sonraki yazımızda anlatalım.

BU ALANA REKLAM VEREBİLİRSİNİZ
Yorumlar
  1. Seyit Etkin dedi ki:

    Slm. Osman Bey .Başlık geçekten ağır oldu. Detaylarda daha güçlü destekler görmek isterdim. Milyonlrın desteğini alabilen bir yönetici (lider demiyorum) beka sorunu oluyorsa vah halimize.

  2. Habip Hamza Erdem dedi ki:

    Osman Bey, sizi akıllı biri sanıyordum. Meğer çözümleme yapma yeteneğiniz çok sınırlı ve siyasi görüşünüz kısıtlı imiş. Umarım askeri bilgi ve yeteneğiniz ortalama üstüdür.

    1. Ender Wiggin dedi ki:

      kaç seçim daha kaybetmek istiyorsunuz? adam kayganlaştırıcı görevi görüyor. Ecevit gibi bir lider olsa, savunma sanayi başta olmak üzere endüstri çevrelerine, bürokrasiye, muhafazakar seçmene, milliyetçi seçmene en kötü ihtimalle yalandan bile olsa mavi boncuk dağıtmaz mıydı (ki muhtemelen Ecevit gibi bir lider olsa banko oyları silip süpürürdü) adam izin verilen mecrada muhalefetmiş gibi görünüyor üstüne üstlük onun tevazu jestleri vatandaşa; susturulma, hakir görülme, yalnız hissetme, değersiz hissetme olarak geri dönüyor. Bu seçime kadar belki teori der geçerdim ama kesinlikle büyük bir komplonun parçası bu adam. kaybettiği seçimler ve referandumlara bakmak yeterli, vatandaşın hazmedemeceği, doğru anlatıldığında çok düşük rıza görecek tasarılar, kanunlar bangır bangır geçti – sadece RTE’nin karizması, Bahçeli’nin dönekliği vs ile anlamlandıramayacağınızı siz de göreceksiniz – dikkatle bakarsanız… Bize halka Cumhuriyet kazanımlarını ve tarihi süreçte bizi ne gibi felaketlerden koruduğunu anlatacak, muhafazakar seçmeni kazandıracak ve en azından beş yıl sol politikalar izleyecek ama bunu yaparken bir sonraki beş yılın büyüme yılları olacağı konusunda da güvenceler verecek bir lider lazım.

  3. Hamdi dedi ki:

    malesef Kemal bey çalışkan ve iyi biri bence ama alet olduğu şey hakkında hiç bilgisi yok bence.

  4. Hüsnü Soydan dedi ki:

    Benim merak ettiğim bu yazıyı size kimin yazdırdığı. Kılıçtaroğlu ite kaka aday yapıldığında başka aday vardı da engel mi oldular?

    1. Şakir dedi ki:

      2 senedir belediye başkanlarından başkasının isminin gündeme gelmesini engellediler. Belediye başkanları da ona bağlı olduğu için onları egale etmesi kolay oldu.