savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,8011
EURO
36,6996
ALTIN
2.952,63
BIST
10.081,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
13°C
Ankara
13°C
Az Bulutlu
Pazartesi Parçalı Bulutlu
14°C
Salı Yağmurlu
12°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
7°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
6°C

Büyük Oyun II – Doğu Akdeniz

Büyük Oyun II – Doğu Akdeniz

Büyük Oyun II – Doğu Akdeniz

Çok zor ekonomik koşullarda, kendinden çok daha güçlü hasım bir bloğa karşı caydırıcılığı sağlayabilmek için Türk donanmasını Kızıldeniz’de, Basra Körfezi’nde ve Arap Denizi’nde dolaştırma hayalleri yerine akılcı bir silahlanma stratejisi izlenmesi en doğru seçenektir.

Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 02 Ekim 2020

 

Yunan donanmasına ait bir firkateyn ve helikopter 25 Ağustos tarihinde Doğu Akdeniz’de icra edilen tatbikat esnasında görülürken. Kaynak: Yunanistan Savunma Bakanlığı/AFP

“Great Game” Türkçesi “Büyük Oyun”, 19’uncu yüzyılda İngiliz ve Rus imparatorlukları arasında Orta Asya ve Osmanlı coğrafyası üzerinde yaşanan nüfuz mücadelesine verilen addı. Günümüzde benzer bir oyun Doğu Akdeniz’de sergileniyor. Bu seferki nüfuz mücadelesinin ana aktörleri Çin ve ABD. Türkiye-Yunanistan gerginliği işte bu nüfuz mücadelesinin küçük bir parçası. Bu acımasız oyundaki denklemler anlaşılamazsa Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini koruması mümkün olmaz.

Size garip gelecek ama “Büyük Oyun-II”nin oyun kurucusu Çin, inisiyatif onda ve diğer aktörler Pekin’in hamlelerine göre reaksiyon gösteriyorlar. Anlatmaya çalışalım.

Satranç Oyunu – Kuşak Yol Projesi

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2013 yılı sonunda Kuşak-Yol Projesini duyurmasıyla birlikte satranç oyunu başladı. Çin’in bu büyük projesi dünya ticaretini kontrol etmek üzerine kurulu. Pekin, limanlar, deniz ve tren yolları üzerinden üretimini küresel pazara alternatif yollardan kesintisiz olarak bağlamak istiyor.

Kaynak: QIC

Bu projede Çin’i Avrupa pazarına bağlayan Süveyş Kanalı’nın ayrı bir önemi vardı. 2014 yılında Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah Sisi’nin Çin’e yaptığı resmi ziyaret ile iki ülke “Çin-Mısır Süveyş Kanalı Ekonomik ve Ticaret Bölgesi Geliştirme Anlaşması”nı imzaladılar. Pekin, Kahire’ye bu anlaşma çerçevesinde geliştirilecek projeler kapsamında 10 milyar dolar finansman sağlamayı garanti etti. Aynı yıl Süveyş Kanalı’ndan gemi geçişini yaklaşık 2 katına çıkaracak genişletilme çalışması başlatılarak proje 1 yıl içinde tamamlandı. Proje kapsamında yeni konteyner limanları yapılmaya devam ediyor. Bu yeni limanlarda yükler aktarma yapılarak farklı ülkelere gönderilebilecek. Yapılan Anlaşma, Süveyş Kanalı’nın sadece bir transit geçit noktası olarak kalmamasını aynı zamanda bazı üretimlerin de burada yapılmasını öngörüyor. Çin bu hamlesiyle dünyanın en stratejik geçit noktalarından birisini kontrolü altına almış oldu.

 

Çin’in Akdeniz’de ikinci öncelik verdiği ülke Yunanistan’dı. 2008 yılındaki ekonomik krizden sonra Yunanistan Çin’den gelecek yatırımlara kapıyı açmıştı. 2009 yılında Çin, Atina’nın Pire limanının iki konteyner terminalini satın aldı. Yunanistan’ın Kuşak-Yol Projesine katılmasıyla birlikte Çin bu ülkeye 10 milyar dolar değerinde yatırım yapacağını açıkladı ve 2016 yılında Pire limanındaki hisselerini önce %51’e çıkardı sonra limanın tamamını satın aldı. Çin’in devlet şirketi COSCO, 600 milyon dolar yatırımla bu limanı Akdeniz’in en büyük ticaret merkezi yapmayı planlıyor. Bu liman vasıtasıyla Çin, üretimini Balkanlar, Avrupa ve Karadeniz bölgesine kolayca ulaştırabilecek. 2008 yılından günümüze limana gelen yük miktarı %700 artmış durumda.

Yunanistan ile Çin’in ilişkilerinin boyutunu ortaya koymak için burada bir örnek vermek uygun olacaktır. Bu yılın başında Avrupa Birliği (AB) Çin’in insan hakları ihlallerini eleştiren bir bildiri yayınlamak isteyince Yunanistan bu girişimi bloke etti. AB, Yunanistan engeli yüzünden Çin’e kaşı basit bir kararı dahi alamadı.

İsrail Hayfa Limanının havadan görünüşü

Çin’in hedefindeki üçüncü ülke İsrail’di. Pekin şu an İsrail’de dört önemli alt yapı projesi yürütüyor. Hayfa Limanı’na yeni bir terminal yapılıyor. Limanın kullanımını 25 yıllığına Çin aldı. Ashdod Limanı genişletiliyor. En önemlisi Eilat’tan bu limana demir yolu getirilecek. Böylece Çin, gerektiğinde Süveyş Kanalı’nı bypass ederek Akdeniz’e ulaşabilecek. Proje İsrail hükümetinin onayını bekliyor. Diğer iki proje Tel Aviv hafif tren yolunun inşası ve Hayfa’ya uzanan Carmel tünelinin kazılması. Bu noktada İsrail’i Çin’in yatırım yaptığı diğer ülkelerden ayıran önemli bir husus var. Tel Aviv, Çin’in borç tuzağına düşmemek için bahse konu projelerde Çin’den borç almıyor.

Şu an hazırlıkları devam eden önemli bir proje daha var. Dubai’den yola çıkacak demir yolu Riyad üzerinden İsrail’in Hayfa Limanı’na ulaşacak. Bu demir yolu projesi körfez ülkelerine İran tehdidini bertaraf ederek hem Hürmüz Boğazı’nı hem de Süveyş Kanalı’nı bypass edip Akdeniz’e ulaşma imkânı sağlayacak. İşte Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail arasındaki yakınlaşmanın ana sebebi bu. Yakında Ürdün ve körfezdeki diğer Arap ülkeleri de İsrail ile aralarını düzeltecektir. Tahmin edilebileceği gibi bu projeyi de büyük ihtimalle Çin finanse edecek.

‘Annan Planı’ referandumu döneminde, Kıbrıslı Türk çözüm yanlıları ‘Yes be annem’ sloganını kullanmıştı. [AA]

Çin, Akdeniz’e kıyısı olan diğer ülkelere de ciddi yatırımlar yapıyor. Pekin, Tekirdağ, Malta, Cenova, Marsilya, Valensiya, Targier (Fas), Laskiye-Tartus (Suriye) ve Tripoli (Lübnan) limanlarına yatırım yaparak Akdeniz’in tüm giriş ve çıkış kapılarını tutuyor. Belki sıradaki liman Güney Kıbrıs’tadır! Kim bilir? Çin, bütün bunları yaparken sadece yatırım ve finans gücünü kullanıyor. Şi Cinping yönetimi, petro-dolar sisteminin çökmeye yüz tuttuğu günümüzde elindeki Amerikan doları ve tahvillerinden kurtulurken jeopolitik açıdan stratejik ve ekonomik açıdan kârlı altyapı projelerinin sahibi oluyor. İşin ilginç yanı Çin bu projelere finansman sağlarken parasını da tehlikeye atmıyor. Projeleri inşa eden şirketler Çinli olduğu için para bir anlamda tekrar Çin’e geri dönüyor. Küresel ekonomik krizin etkisini her geçen yıl artırdığı günümüzde yabancı sermaye girişine muhtaç olan ülkelerin ne yazık ki Çin’e kapılarını ardına kadar açmaktan başka çareleri yok. Böylece Çin, Washington’un müttefiklerini yavaş yavaş parayla kendisine bağlarken, her geçen gün daha fazla oranda ABD’ne karşı üstünlük sağlıyor.

ABD’nin Çin’in bu hamlelerine karşı ne yaptığı konusuna geleceğiz ama önce dengeleri ciddi ölçüde etkileyen Doğu Akdeniz’de doğalgaz bulunması konusuna değinelim.

Türkiye Tuzağa Çekildi

İsrail 2000’li yılların başında Doğu Akdeniz’de doğalgaz bulunca bölgenin önemi bir kat daha arttı. Bu keşiften hemen sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2002 yılında kendi ismiyle anılan Kıbrıs’taki iki toplumu birleştirmeyi ön gören planı gündeme getirdi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 2003 yılında Mısır ile münhasır ekonomik bölge paylaşım anlaşması imzaladı. Benzer anlaşmaların İsrail ve Lübnan ile de yapılması söz konusuydu. Bu gelişmeler üzerine 2004 yılında Annan Planı yeniden canlandırıldı. Muhtemelen Türkiye bölgeden çıkacak gazın Kıbrıs ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınacağı ve Türkiye’nin enerji koridoru yapılacağı vaatlerine kanmıştı.

Kaynak: CyprusBeat

AKP Hükümeti, Kıbrıs Türk kesimini bu planı kabul etmeye zorladı. Yapılan referandumda plan, Türkler tarafından kabul edilmesine rağmen Rumlar tarafından reddedildi. Ancak bu referandum sayesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB’ye girişinin kapısı aralanmış oldu. Ankara, önemli bir hata yaparak 1959-60 anlaşmalarına göre Türkiye’nin içinde olmadığı hiçbir uluslararası kuruluşa veya siyasi ve ekonomik birliğe üye olması mümkün olmayan GKRY’nin AB’ye üyeliğine göz yummuş oldu. Böylece AB’de Yunanistan’ın yanında bize karşı bir üye daha yaratmış olmanın ötesinde, deniz yetki alanları paylaşımı konusunda müzakere masasına bir ortak daha dâhil edildi. GKRY, AB’ye üye olmayı başardıktan sonra Kıbrıs ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidecek bir doğalgaz boru hattına müsaade etmeyeceğini söyleyerek Türkiye’yi projeden dışladı ve olası boru hattının Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaşması yönünde bir politika izlemeye başladı.

2009 yılından itibaren İsrail ve GKRY’nin bölgede yeni gaz yatakları bulmasıyla birlikte EastMed olarak adlandırılan bölge gazını Kıbrıs, Girit ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşımayı amaçlayan boru hattı projesi önem kazanmaya başladı. 2019 yılından itibaren İsrail, GKRY ve Yunanistan bu projenin hayata geçirilmesi için ciddi görüşmelere başladılar. Dikkatinizi çekerim Mısır bu projenin bir parçası değildi. Doğal olarak Türkiye de dışlandığı bir projeye karşıydı. Bahse konu ülkeler arasında EastMed anlaşması imzalanmadan önce Ankara, boru hattı geçiş güzergâhını kontrol etmek maksadıyla Libya ile 27 Kasım 2019 tarihinde Deniz Yetki Alanları Paylaşım Anlaşması imzaladı. Türkiye bir anlamda “ben izim vermezsem bu bölgeden boru hattı geçiremezsiniz” diyordu. Ama Türkiye’nin bu hamlesine rağmen İsrail, GKRY ve Yunanistan 2 Ocak 2020 tarihinde Atina’da EastMed anlaşmasını imzaladılar.

EastMed Doğal Gaz Boru Hattı anlaşmasının imza töreni. Kaynak: GPO/Haim Zach.

Türkiye, yaptığı anlaşmayı korumak için Libya’ya asker göndermek zorundaydı. Desteklediği Müslüman Kardeşler kökenli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) merkezi başkent Trablus, Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin liderliğini yapan Halife Hafter güçleri tarafından kuşatılmıştı. Türkiye’yi Libya’ya gönderen güç aslında başka bir şeyin peşindeydi. Rusya Federasyonu (RF) Wagner savaşçılarını göndererek Libya’nın enerji havzalarına yerleşmişti. Libya’da Rusları dengeleyecek bir taşerona ihtiyaç vardı. Maalesef Ankara bu tuzağa da düştü. Doğu Akdeniz konusunda işbirliği yapabileceği sadece 2 aktör vardı; RF ve Mısır. Ankara, Libya iç savaşına müdahil olunca bu iki aktörü de karşısına aldı. Artık Suriye’den sonra Libya’da da RF ile karşı karşıyaydı. Ankara en azından akıllıca davranarak kendi askerini Libya’ya göndermemişti. Ama Müslüman Kardeşlerle işbirliği yaparak Libya’ya götürdüğü yabancı savaşçılar Mısır rejiminin tehdit algılamasına sebep oldu. Mısır, bütün gücüyle Ankara’nın karşısına dikildi.

Buraya bir girdi yapalım. Libya’da Türkiye’nin desteklediği Müslüman Kardeşler kökenli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nde (UMH) de çatlaklar var. Başbakan Fayiz es-Serrac’ın istifa edeceğini açıklamasından sonra seçim olmadan UMH ne kadar süre daha meşruiyetini koruyabilir belli değil! Eğer Libya’da Müslüman Kardeşler iktidarı kaybederse bu sefer yeni hükümetin Türkiye ile yaptığı anlaşmalara sadık kalıp kalmayacağı konusu ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkacak.

© FT montage; AP

Bu küçük bilgiden sonra tekrar Mısır meselesine dönelim. İsrail, GKRY, Mısır, Yunanistan, İtalya, Ürdün ve Filistin yönetimi bir süredir Doğu Akdeniz gaz kaynaklarının paylaşımı konusunda aralarında müzakere yürütüyorlardı. Türkiye’nin Libya iç savaşına müdahil olmasıyla birlikte bu ülkeler 16 Ocak 2020 tarihinde merkezi Kahire olan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu (EastMed Gas Forum) kurdular. Ankara, Libya’ya doğrudan müdahale ederek Mısır’ı da İsrail, GKRY ve Yunanistan üçlüsünün kucağına itmiş oldu. Takip eden süreçte tamamen Türkiye’ye karşı kurulan bu foruma Fransa da katılmak için başvurdu. ABD ve AB ise forumda gözlemci statüsüne sahipler. Anlayacağınız karşımızda çok güçlü bir blok oluştu ve ne yazık ki Türkiye Akdeniz’de yapayalnız kaldı. Mavi Vatan kavramının yarattığı büyü maalesef bu tuzağı görmemize engel oldu.

Türkiye İkinci Plana Düştü

Akdeniz’de bizim hesaba katmadığımız başka denklemler vardı. Akdeniz’i kontrol eden güç sadece bölgenin enerji kaynakları kontrol etmeyecekti. Körfez ülkelerinden[1] Avrupa’ya gönderilen petrol de Akdeniz yoluyla adreslerine ulaştığı için bir anlamda Akdeniz’i kontrol eden İran Körfezi’ni de kontrol etmiş oluyordu. Diğer yandan Akdeniz’i kuşatan stratejik limanların Çin tarafından kontrol ediliyor olması Çin’e büyük bir ticari avantaj sağlıyordu. Bu ticari avantaj zamanla Ortadoğu, Afrika ve Avrupa’nın ekonomik kontrolünün Pekin’in eline geçmesi anlamına gelecekti. ABD’nin bu gelişmelere kayıtsız kalması beklenemezdi.

Foto: LUDOVIC MARIN/AFP via Getty Images

ABD, her ne kadar zayıflasa da hâlâ dünyanın en önemli askeri, ekonomik ve politik gücü. Bu avantaj Washington’a dünyanın neresinde olursa olsun her türlü paylaşım kavgasının içinde yer alma fırsatı veriyor. Amerikan Kongresi, 2019 yılında onayladığı “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji İşbirliği” yasası ile yönetime ABD’nin bölgedeki doğal gaz pazarındaki varlığını güçlendirme talimatı verdi. Washington bu iş için 1,4 trilyon dolar para harcama yetkisine sahip. İşbirliği yapmak için seçtiği ülkeler ise İsrail, GKRY ve Yunanistan. Dikkatinizi çekerim yukarıda bahsettiğimiz üzere İsrail ve Yunanistan Çin’in de öncelik verdiği ülkeler arasındaydı. Bu çakışmanın sebebi Washington’un Akdeniz açısından stratejik konumda olan müttefiklerini Çin’e kaptırmak istememesidir. Anlayacağınız Akdeniz’de Çin ve ABD kilit konumdaki ülkeleri kendi denetimleri altına almak için yarışıyorlar. Bu sayede bahse konu ülkeler de Çin ve ABD arasında denge oyunu oynama şansına sahipler. Türkiye, Akdeniz’deki hâkimiyet mücadelesinde İsrail, Mısır, Yunanistan ve GKRY’ye göre hem Çin hem de ABD açısından daha geride. Yani Türkiye onlar mı ben mi diye ABD veya Çin’i seçim yapmak zorunda bıraksa her seferinde tercih edilmeyen ülke olacaktır.

Türkiye-Yunanistan arasında yaşanan krize geliyoruz ama Akdeniz üzerindeki dengelerden biraz daha bahsedelim.

ABD’nin Doğu Akdeniz’deki Pozisyonu

Covid-19 salgınının yarattığı ekonomik durgunluk ve ülkelerin giderek daha ulusalcı politikalar izlemeye başlaması, dünyada enerji tüketimini ciddi ölçüde azalttı. Arz fazlası varken tüketimin düşmesi enerji fiyatlarını önemli ölçüde geriletti. Hal böyle olunca enerji şirketlerinin kârlılıkları çok çok azaldı. ABD’nin hem petrol hem de doğalgaz üretiminde dünya birincisi olduğunu hatırlatalım. Bu süreçte yüksek maliyetle kaya gazı çıkartan Amerikalı şirketler batma tehlikesiyle karşı karşıya. ABD, kendi ürettiği petrol ve doğalgazı Avrupa’ya satmak istiyor. Ukrayna iç savaşının bir sebebi de bu; niyeti RF’den Avrupa’ya uzanan boru hatlarını kesmek.

Kaynak: Gagrule.net

ABD, Almanya’nın RF’den gaz tedarik etmek için geliştirdiği Kuzey Akım-2 projesine de bu yüzden karşı. Hal böyle olunca Washington yönetimi, kısa vadede Doğu Akdeniz’de yeni doğalgaz yataklarının bulunmasına ve doğalgazının Avrupa piyasasına girerek, pazarı daraltıp, enerji fiyatlarının düşmesini istemez. Benzer bir strateji Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) için de geçerli. Her iki ülke de hem Libya hem de Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmaması için var olan çatışmaların devam etmesini ve mümkünse yeni çatışmaların çıkmasını arzu eder. ABD’nin orta ve uzun vadede hedefi ise Doğu Akdeniz enerji kaynaklarına hâkim olmak ya da en azından onları kontrol altında tutmaktır. Bu analize göre Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ABD ile işbirliği yaparak doğal gaz çıkarması mümkün gözükmemektedir. Hele Çin ile Akdeniz üzerinde girdiği rekabette, İsrail, Yunanistan, Mısır ve GKRY’i kaybetme riski yaratacağı için Washington’un Türkiye’nin tezlerini de desteklemesi pek mümkün değildir.

Çin’in Doğu Akdeniz’deki Pozisyonu

Daha önce bahsetmiştik, benzer bir durum Çin için de geçerlidir. Çin tercih yapmak zorunda kalsa Yunanistan’ı seçecektir. Çünkü Avrupa’ya giren ticaret yolu Pire Limanı üzerinden geçmektedir. Bu noktada Çin’den gelen demiryolunun Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanacağı, bunun Ankara açısından bir koz olabileceği düşünülebilir. Ancak Şangay’dan yola çıkarak onlarca ülke kat edip Avrupa’ya ulaşan bir demiryolu ciddi ticari riskler taşıyacaktır. Bu sebeple Çin’in öncelikli güzergâh tercihi her zaman deniz yolu olacaktır.

Bu noktada Çin’in bir stratejisinden de bahsetmekte yarar var. Çin, ABD kendisine doğrudan saldırana kadar vekâlet savaşı dahi olsa hiçbir şekilde hiçbir çatışmaya girmeyecektir. Çin’in askerî açıdan ABD’ye meydan okuması, Washington’a, “ya benden yanasınız ya da Çin’den yana” diyerek bloklaşma yaratma fırsatı verir. Olası bir bloklaşma ve yeni bir soğuk savaş, Pekin’in yatırım yaptığı ve pazar haline getirdiği birçok ülkeyi kaybetmesine sebep olur. Dolayısıyla Çin, herhangi bir bölgesel çatışmada çıkarları zarar görse dahi zararı göze alıp geri çekilecek, çatışma bittikten sonra finans gücüyle tekrar ilgili ülkelere nüfuz etmeyi deneyecektir. Bunun örneğini Sudan’da, Irak’ta gördük; yakında Libya’da da göreceğiz. Dolayısıyla Türkiye’nin Çin’i arkasına alarak Doğu Akdeniz’de hak ve menfaatlerini gerçekleştirmeye çalışması da mümkün değildir. Hatta Türkiye’nin sıkışması finans açısından Ankara’yı Çin’e mahkûm ederek Pekin’e büyük avantaj sağlamaktadır. İşte bu yüzden ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, başta Huawei olmak üzere pek çok Çinli şirketin Türkiye’de etkinliğini artırdığını ve bu durumun ABD’nin çıkarlarını tehdit etiğini söylemektedir. Batı Türkiye’yi sıkıştırdıkça, Türkiye’nin finansal açıdan Çin’e mecburiyetini artıran bir denklem oluşmuştur.

Rusya Federasyonu’nun Doğu Akdeniz’deki Pozisyonu

RF’ye gelecek olursak. RF, dünya petrol üretiminde üç, doğalgaz üretiminde ikinci sıradadır. Moskova’nın federal bütçesinin yaklaşık %40’ını petrol ve doğalgaz satışlarından elde ettiği gelir oluşturuyor. Dünya enerji tüketimindeki azalma RF’nin enerji satışından elde ettiği geliri %30 civarında azalttı. RF, özellikle doğalgaz konusunda Avrupa pazarına hâkim. Avrupa’nın alternatif yeni enerji kaynaklarına erişim sağlaması Moskova’nın işine gelmez. RF’nin bu yöndeki hamlelerini gördük.

Suriye’de yaşanan iç savaşın gerçek nedeni enerji paylaşımı kavgasıydı. Suriye, Katar ve/veya İran’dan Akdeniz’e uzanacak doğalgaz boru hatlarının geçiş güzergâhındaydı. Buna ilaveten Suriye’de ciddi miktarda doğalgaz ve petrol bulununca, Batılı ülkeler iç savaşı tetikledi. İç savaşı fırsat bilen Putin ise Suriye’ye asker göndererek bu ülkeye yerleşti. Amaç Akdeniz’de güvenli bir liman elde etmenin yanı sıra enerji kaynağı ve geçiş güzergâhlarını kontrol etmekti. Benzer bir durum Libya’da da yaşandı. RF, Avrupa pazarını besleyen Libya’ya asker göndererek kendi kontrolünde olmayan, enerji kaynaklarının mümkün olduğu kadar piyasaya çıkmasını önlemek istiyor.

Türkiye doğalgaz ithalatında %50 petrol ithalatında ise %20 oranında RF’ye bağımlı. Türkiye’nin kendi enerji kaynaklarını bulması pazar kaybı yaratacağı için Moskova tarafından arzu edilmez. Bu yüzden RF, Türkiye’nin Doğu Akdeniz veya Karadeniz’de gaz arama ve çıkarma faaliyetlerine destek vermeyecektir. Ancak RF, Akdeniz’deki güç mücadelesinde boğazlar sebebiyle Türkiye’ye mahkûmdur. Bu sebepten Türkiye ile çatışmayı göze alamaz. Diğer yandan iyice zayıflayan Suriye’yi saymazsak, RF’nin aynı Türkiye’nin de olduğu gibi Akdeniz’de müttefiki yoktur. Moskova yönetimi müttefik arayışı içindedir. Türkiye yakın dönemde doğalgaz bulsa bile onu çıkaracak teknoloji, para ve ortağa sahip olmadığı için veya en azından bu süreç uzun zaman alacağı için şimdilik pazar kaybı endişesi yaşamadan RF, Türkiye ile işbirliği yapabilir. İşte Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan çatışmanın sebeplerinden birisi de budur. Birileri sürekli Türkiye-RF yakınlaşmasının önünü kesmek istemektedir.

Kaynak: Al Jazeera

Azerbaycan-Ermenistan Çatışmasının Sebebi

Kafkaslarda kendi güvenliğini sağlamak için Rus Ordusuna ev sahipliği yapan tek ülke Ermenistan’dır. Ermenistan, Karabağ meselesi yüzünden Azerbaycan ve Türkiye’den askeri tehdit algılamaktaydı. Kendisini savunacak yeterli güce sahip olmadığını düşündüğünden 1995 yılında yaptığı bir anlaşma ile Türkiye ve İran sınırlarının güvenliği ile ülkenin hava savunmasını Rusya’ya emanet etti. Daha sonra bu anlaşma 2044 yılına kadar uzatıldı.

Bugünlerde Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan çatışma hem RF’yi hem de Türkiye’yi bir açmazda bırakıyor. Moskova, Ermenistan’a yardım etmezse Erivan yönetimi RF’ye duyduğu güven kaybı sebebiyle Gürcistan’ın başına geldiği üzere ABD’nin kucağına düşebilir. Eğer böyle bir şey olursa, ABD enerji ve ticaret yollarını kesebilecek arabozucu ve çatışma çıkarıcı bir güç olarak Kafkaslarda daha etkin bir rol oynayacaktır. RF, Ermenistan’a yardım ederse bu sefer Suriye ve Libya’dan sonra bir de Karabağ’da Türkiye ile karşı karşıya gelecek. Türkiye için de benzer bir açmaz söz konusu. Ankara, Azerbaycan’a yardım etmese kardeş gördüğü bir devleti yalnız bırakmış olacak, yardım ettiği takdirde ise Ermenistan’ın taraf değiştirmesiyle değişecek dengelerde Kafkaslarda zararlı çıkabilecektir. Sonuç itibariyle İsrail ve/veya ABD gibi bir güç, Doğu Akdeniz mücadelesinde RF ve Türkiye’yi karşı karşıya getirmek ve zayıflatmak maksadıyla bu günkü krizi tetiklemiştir.

© AA / Kayhan Özer

Perde Arkasına Saklanan Gizli Bir Aktör mü Var?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de doğalgaz keşfetse bile maalesef bu gazı çıkartıp kıyıya taşıyacak ne teknoloji ne de finans gücü vardır. Durum bu olunca, Ankara’nın olası bir gaz rezervini işlemek için güçlü bir müttefike ihtiyaç duyduğu çok açık. Bu müttefiklerin Çin veya ABD olamayacağını uzun uzun anlattık. RF de bir enerji ihracatçısı olarak uzun vadede Türkiye’ye yardımcı olmayacaktır. Sadece geçici işbirliği yapılabilir. Türkiye’nin işbirliği yapması gereken ülke, enerjiye aç olmalıdır. Bölgenin en aç ülkesi Fransa’dır ondan sonra İtalya gelmektedir. Her ne kadar bugün taraflar karşı karşıya olsa da gelecekte çeşitli pazarlıklarla uzlaşmak da mümkün olabilir. Ankara karşı tarafı bölmek için en azından İtalya ile anlaşma yollarını aramalıdır.

Diğer yandan bölgede adı hiç geçmeyen iki aktör daha var; Almanya ve İngiltere. Almanya kendi enerji güvenliğini sağlamış durumda. Türkiye’nin yanında yer alarak AB içinde yeni çatlaklar oluşturmak istemez. Ancak AB’den ayrılmış İngiltere için aynı şeyler söylenemez. Bu noktada İngiltere’nin pozisyonunu bilmiyoruz. Fakat Libya’daki Müslüman Kardeşler operasyonundan ve Londra’dan sağlanan borç para akışından edinilen izlenim, İngiltere’nin Türkiye’nin arkasında olabileceği yönündedir. Eğer böyle bir durum söz konusuysa İngiltere’nin Türkiye’yi ön planda yıpratırken perde arkasında kendisini emniyete tutmasına izin verilmemeli, oyunun içindeyse tarafını açıkça belli etmesi sağlanmalıdır.

Türkiye Doğru Strateji Belirlemeden Bir İşe Balıklama Daldı

Şimdi sıra geldi Türkiye-Yunanistan gerginliğine. Meis Adası’nın güneyinde taraflardan hangisi enerji kaynağı aramaya başlarsa krizin o zaman çıkması kaçınılmazdı. Türkiye Oruç Reis sismik araştırma gemisini 21 Temmuz 2020’de bölgeye göndererek inisiyatif alıp krizin tarihini belirledi.

Askeri stratejide temelde dört ana kavram vardır: Zaman, mekân, güç ve aldatma. Sırasıyla bu unsurları inceleyelim.

Krizin zamanını Ankara seçti. Enerji fiyatlarının dipte olduğu, karlılık oranının iyice düştüğü, küresel şirketlerin riskli yatırımlardan kaçındığı bu dönemde niçin bu zamanlama tercih edildi bilemiyoruz!

Mekân belli Meis’in güneyi ona diyecek bir şey yok.

Güce gelince, Türkiye bölgede sismik araştırmayı başlattığında arkasından sondajı vurup gazı bulması durumunda hemen üretime başlayacak güçte olmalıydı. Bu ekonomik şartlarda Türkiye’nin bu gücünün olmadığı çok açık. O zaman Türkiye bu eksiğini kapatmak için kendisine en azından bir ortak bulmalıydı. Türkiye bunu da yapmadı. Yukarıda uzun uzun anlattık; kendisiyle Doğu Akdeniz’de müttefik olma ihtimali olan doğru düzgün bir aktör yokken yani gücü ortaya koymadan gaz arama işine girişince, baskılara boyun eğip geri adım atmak zorunda kaldı.

Stratejimizin bir aldatma planı var mıydı? Onu da göremiyoruz. Ancak bizim aldatılmış olmamız gibi bir durum var ortada. Akdeniz’deki tarafların tamamını karşımıza alarak yapayalnız ortada kaldık.

Şimdi Gelelim Çözüme:

Türkiye’nin ekonomik, dış ve iç politika açısından kendisini zorlayan krizleri bir an önce azaltması lazım. Bu maksatla:

1) Suriye’de Esad yönetimiyle gerekirse tavizler verilerek anlaşmaya gidilmelidir. Böylece PYD/YPG’nin yükü büyük ölçüde Esad yönetimin üzerine devredilecektir. Bu konuda RF ile işbirliği yapılmalıdır. Moskova’nın Suriye’deki PYD/YPG yapılanmasına karşı olduğunu açıkça ifade etmesi ve Esat yönetiminin Türkiye’deki sığınmacıları geri alacağını taahhüt etmesiyle bu yönde bir adım atılabilir.

2) Türkiye, Libya’da da RF ile beraber hareket etmelidir. Hatta Türkiye’nin Libya’dan çekilmesi bile düşünülebilir. Zaten Türkiye-Libya Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması BM tarafından onaylanmıştır. Diğer yandan yapılan anlaşmanın geçerliliği tarafların gücüyle orantılıdır. Bizim yaptığımız anlaşmayı bertaraf etmek için Yunanistan da Mısır ile benzer bir anlaşma yapmıştır. Bu noktada hukuki metinlerin pek fazla bir önemi yoktur. Önemli olan hukuki açıdan kimin haklı olduğu değil kimin güçlü olduğudur. Uluslararası ilişkiler güçlünün hukukuna göre çalışır.

3) Durum kötüye gitmeden Azerbaycan-Ermenistan çatışmasına adil bir çözüm bulunması için RF ile birlikte hareket edilmelidir. Birlikte hareket etmek bu iki ülkeye kurulan tuzağın işlemesini bozacaktır. Eğer krizi Azerbaycan’ın lehine çözemiyorsak, gerekirse dondurma yönünde adımlar atılabilir.

4) Müslüman Kardeşlere verilen destek kesilerek Mısır ile işbirliğinin yolları aranmalıdır. Bu yönde çabaların olduğunu görüyoruz.

5) Doğu Akdeniz’de mutlaka bir müttefik bulunmalıdır. Özellikle karşı cepheyi çatlatacak, AB içinde bölünmeler yaratacak bir müttefik Türkiye’ye önemli hareket serbestisi sağlayacaktır. Bugün düşman gibi görünen aç Fransa, Türkiye’ye rağmen bir şey koparamayacağını anlarsa hiç şüpheniz olmasın paylaşım konusunda Türkiye’ye yaklaşabilir. Güzel bir yem faydalı olacaktır.  

6) Yukarıda saydığımız maddeler karşı tarafın cevaplarına göre sonuç verecek veya vermeyecek hamlelerdir. Aslına bakılırsa Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kendi gücünden başka dayanacak pek fazla bir şeyi yoktur. Caydırıcılık maksadıyla Türkiye’nin gücü ve neler yapabileceği çeşitli vasıtalarla Yunanistan’a sürekli iletmek gerekmektedir. Örneğin bir çatışma durumunda, Yunanistan’ın kıyıya yakın adalarındaki radar, dinleme istasyonu ve askeri birliklerini yok etmek Türkiye’nin birkaç saatini alacaktır. İHA, SİHA ve Kamikaze dronlar ile lazer güdümlü topçu roketleri ve füzeler ile yapılacak saldırılar Yunanistan’ın adalarla bağlantısını en geç iki gün içerisinde tamamen keser. Yunanistan’ın Türkiye karşısında adaları savunma imkânı yoktur. Diğer yandan Türkiye’nin hava gücü de Yunan ana karasına ciddi ekonomik zararlar verecek potansiyele sahiptir. Atina yönetiminin bu tehlikeyi ciddiye alması gerekmektedir. Yunanistan’ın başkalarına taşeronluk yaparak Türkiye’yi karşısına alması her iki ülkeye de zarar vermektedir. Atina için en iyi çözüm Türkiye ile anlaşmaktan geçmektedir yoksa ekonomik krizle boğuşan iki komşu da Çin ve Batı kaynaklı sermayenin kölesi olmaktan kurtulamayacaktır. Meis’in münhasır ekonomik bölgesi veya kıta sahanlığı olamaz. Yunanistan bu iddialarından vaz geçmelidir.

7) Türkiye’yi bypass eden EastMed boru hattı projesine gelince. İsrail, GKRY ve Mısır’ın gazını Kıbrıs adası ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımak hem daha ekonomik hem daha güvenli olacakken projenin Türkiye dışlanarak denizden inşa edilmeye çalışılması Türkiye’ye karşı hasmane bir tutumdur.

Türkiye, Akdeniz’deki hak ve menfaatlerini korumak için silahlı kuvvetlerini güçlendirmek zorundadır. Karşımızda bize göre çok daha güçlü bir blok varken, Türkiye’nin caydırıcılığını konvansiyonel yollardan sağlaması pek mümkün olmaz. Dolayısıyla Ankara asimetrik bir silahlanma stratejisi izlemek durumundadır.

Bugün Irak’ın Kuzeyinde, Suriye’de, Libya’da ve Karabağ’da İHA, SİHA ve Kamikaze SİHA’larımızın neler yaptığını, dengeleri nasıl değiştirdiğini görüyoruz. Benzer bir şeyi su altında yapacak kapasiteyi en kısa sürede geliştirmeliyiz. Örneğin, Türkiye, hiçbir iz bırakmadan boru hatlarına sabotaj yapabilecek bir Dron Denizaltı ve gemilere su altından taarruz edebilecek Silahlı İnsansız Deniz Araçları geliştirebilirse, EastMed’e yatırım yapmayı düşünen şirketler risklerden kaçacak ve bahse konu ülkeler Türkiye’ye hak ettiklerini vermek zorunda kalacaktır.

Çok zor ekonomik koşullarda, kendinden çok daha güçlü hasım bir bloğa karşı caydırıcılığı sağlayabilmek için Türk donanmasını Kızıldeniz’de, Basra Körfezi’nde ve Arap Denizi’nde dolaştırma hayalleri yerine akılcı bir silahlanma stratejisi izlenmesi en doğru seçenektir.

 

[1] Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Katar, BAE, İran

Yorumlar
  1. Osman Tekes dedi ki:

    Güzel, çok güzel araştırılmış ve sunulmuş,
    İnsansız su altı araçları konusunda çok güzel ve doğru öneriniz.
    Paralel olarak EW ve Siber savaşta çok kuvvetli bir geliştirmeyi ve uygulamayı çok sürat le yapmak şart.
    Bu silahların en büyük faydası kinetik silahlar gibi iz bırakıp sorumluyu ele vermemesi.
    Saniye saniye, Adalardenizin de her yayın yapan cihazı harita üzerinde ortak bir ağda takip edebilmemiz gerekli.
    Bu EW / Siber gurubun Ege Ordusu bünyesinde olması; ve ??Ege Ordusundaki ?? siber gurubun sürat ile bir kaç misline çıkarılıp dünyada sayılı güç haline getirilmesi gerekiyor.
    Ayrıca aynı gurup içinde bütün bütün uyduları takip edene bir birim olmalı.
    Harekatları bu uyduların üzerimiz de olmadığı zamanlar yapılması planlan malı.
    İlerde uyduları vurabilecek silahlar da düşünüle bilinir ama şu anda öncelik olmamalı
    Seferberlik kanunları / tüzükleri değiştirilip; kısmı seferberlik yapabilme yetkisi ve planlaması pratik olan en alt seviye komutana verilmeli. Teknoloji yi kullanarak, şartlara göre bir saatin veya 12 saatin altında seferberlik tam gücüne erişebilir ve savaşabilir hale gelmek gerekli.
    Bütün hepsinin aynı anda üzerimize çullanması bir kaç günlük hazırlık istiyormuş ??? (4 gün)
    EW / Siber saldırı ve istihbarat donanımları ve yazılımları geliştirip her türlü EM yayımı takip edip katologlayıp, şifrelerini çözebilmek, yanıltıp saptırabilmek, veya susturabilmek gerekli
    ….

  2. Osman büyük dedi ki:

    Parçalanmış Türkiye haritasını ilk yayımlayan cia bağlantılı kuruluş stratfor da çalışan Türkçe konuşan danışmanların iktidarda olduğunu hep akılda tutmak lazım..

  3. Selçuk Karaduman dedi ki:

    Osman öncelikle teşekkür ederim. Konu oldukça güncel ve uzun süre gündemde kalacak. Enerjinin bulunması, çıkarılması, pazarlanması ve ulaşımı asla vazgeçilmeyecek stratejik bir unsur olacaktır. Çözümü yedi madde ile çok güzel özetlemişsin. Emeğine sağlık… Selçuk Karaduman

  4. Turan Büyükadnan dedi ki:

    Çok tekamüllü bir analiz. Her gelişmeyi cuk diye deliğine oturtmuşsunuz. Bir de şu türkçe konuşan danışmanlar konusunu makul çapta biraz açar mısınız?