savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,1594
EURO
37,8145
ALTIN
2.908,75
BIST
9.128,03
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
23°C
Ankara
23°C
Parçalı Bulutlu
Perşembe Açık
25°C
Cuma Açık
27°C
Cumartesi Açık
28°C
Pazar Açık
27°C

BAŞLANGIÇTAN BUGÜNE 28 ŞUBAT DAVASI

BAŞLANGIÇTAN BUGÜNE 28 ŞUBAT DAVASI

BAŞLANGIÇTAN BUGÜNE

28 ŞUBAT DAVASI 

(12 Nisan 2012 – 30 Temmuz 2023)

 

–  Soruşturmanın başlaması ve tutuklamalar

–  Tutukluluk ve Cezaevi Süreci

– Mahkeme Süreci

– YARGITAY Kararı Sonrası İnfaz Süreci

– Duruşmalar sırasında ortaya çıkan tarihsel gerçekler

– Tüm sanıkların tutukluluk ve tahliye bilgileri

 

28 ŞUBAT DAVASI’NIN

“AĞYARINI MANÎ, EFRÂDINI CAMΔ

ÖZETİ

 Alican TÜRK
(E) Öğ.Kd.Alb.

 

BAŞLANGIÇTAN BUGÜNE

28 ŞUBAT DAVASI

Yazan: (E) Alb. Alican TÜRK

(Güncelleme – 30.07.2023)­

            28 Şubat soruşturması ve davası; TSK’nin yalnızlaştırılması, itibarsızlaştırılması, halktan koparılması ve “susturulması” amacıyla çeşitli kumpaslarla başlatılıp sürdürülen Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast, Askeri Casusluk vb. bir dizi davanın son halkasıdır.

Davanın adı 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) alınan bir dizi tedbire dayandırılarak “28 Şubat Davası” olarak konmuştur.(1) Cumhuriyet tarihimiz açısından oldukça önem taşıyan bu dava her ne kadar bir “darbe davası” olarak adlandırılmaktaysa da, soruşturma, iddianame ve dava sürecine bakıldığında aslında bu davanın cumhuriyetin temel değerlerini ve bilhassa lâiklik ilkesini taviz vermeden savunan – TSK dahil – bütün kişi, kurum ve kuruluşlara bir “gözdağı verme” ve bir “intikam alma” davası olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

28 Şubat döneminin Başbakanı Necmettin ERBAKAN’ın 2011’de vefatını müteakip temelleri atılan ve günümüzde kadar süren soruşturma ve dava sürecini şu başlıklar altında incelemek uygun olacaktır:

  1. Soruşturmanın Başlaması ve Tutuklamalar Süreci
  2. Tutukluluk ve Cezaevi Süreci
  3. Mahkeme Süreci
  4. YARGITAY Kararı Sonrası İnfaz Süreci
  5. Duruşmalar Sırasında Ortaya Çıkan Tarihsel Gerçekler

Şimdi bu alt başlıklar altında konuyu kısa kısa inceleyelim.

 

          A. SORUŞTURMANIN BAŞLAMASI VE TUTUKLAMALAR SÜRECİ

  • Yukarıda belirtildiği gibi, soruşturma, 28 Şubat döneminin Başbakanı Necmettin ERBAKAN’ın 27 Şubat 2011’deki vefatından sonra, Yunus AKYOL adında bir avukatın “28 Şubat’ın bir darbe olduğu ve ilgilileri hakkında dava açılması” talebine ilişkin dilekçesi üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Nisan 2011’de başlatılmıştır.

Hiç kuşkusuz bu davayı açabilmek ve o dönemde iktidarda olan 54’üncü Cumhuriyet Hükûmetinin (kısaca REFAHYOL Hükûmeti) 18 Haziran 1997 tarihinde istifa etmesini bir darbe ile ilişkilendirebilmek için dönemin Başbakanı Erbakan’ın ölmesi beklenmiştir. Erbakan’ın sağlığında böyle bir soruşturma ve dava açmaya kimse kalkışmamıştır, kalkışamazdı da; çünkü buna ilk başta Erbakan’ın kendisi itiraz ederdi. Zira merhum Erbakan, yaşadığı müddetçe, başında bulunduğu 54’üncü Hükûmet’in istifa gerekçesini hiçbir şekilde ve hiçbir yerde askeri darbeye bağlamamış, askeri darbe ile düşürüldüğünü söylememiş, bir askerî darbeden şikâyetçi olmamıştır.

  • Başlatılan soruşturma – ne tesadüftür ki tıpkı diğer kumpas davalarda olduğu gibi – bir şahsa (ki bu şahıs “Fetullah Gülen Nur Tarikatı üyeliği” gerekçesiyle 1997 yılında TSK’nden atılan Tamer TATAR adlı bir Tabip Yüzbaşı’dır)(2) gönderilen bir klasör belge ile bir DVD ve bir CD’nin(3) 22 Aralık 2011’de Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na ulaştırılmasıyla derinleştirilmiştir. Ne ilginçtir ki Tamer TATAR’a belgeleri gönderen kişi ise Balyoz ve Poyrazköy kumpaslarının da ihbarcılarından olan Ahmet YILMAZ adında biridir.
  • Davanın savcıları Mustafa BİLGİLİ ve Kemal ÇETİN‘dir. Mustafa BİLGİLİ aynı zamanda “Kozmik Oda” soruşturmasını da yürüten savcıdır (ki o soruşturmadaki hukuksuz ve yanlı tutumu nedeniyle hakkında bilahare tahkikat açılmış, Şubat 2016’da HSYK tarafından görevden uzaklaştırılmış, nihayet 15 Temmuz “ihanet kalkışması” sonrası FETÖ üyeliği gerekçesiyle hem savcılıktan ihraç edilmiş hem de hakkında yakalama kararı çıkarılmış, yaklaşık 4 aylık bir firar döneminden sonra 09 Kasım 2016’da sahte bir kimlikle Ankara’da yakalanmıştır. Savcı Bilgili ilerleyen dönemlerde “FETÖ üyeliği ve devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin” suçundan 17 yıl 1 ay hapis cezası almış, cezası Yargıtay’ca onanmıştır. Yardımcısı Kemal ÇETİN de davanın ilerleyen aşamalarında önce başka bir göreve atanmış, 15 Temmuz kalkışmasından sonra o da tutuklanmış, meslekten ihraç edilmiş ve örgüt üyeliğinden ceza almış, ancak cezası temyiz sürecinde olduğu için tahliye edilmiştir.)
  • Savcılık – yine tıpkı diğer davalarda olduğu gibi – kendisine gönderilen belgelerin doğruluğunu araştırmaya bile gerek görmeden “darbeci askerlere ‘ağır darbeler'” indirmek üzere işe koyulmuş, Fetullahçı Yüzbaşı Tamer TATAR’ın gönderdiği CD ve belgelerden 4 ay sonra gözaltı ve tutuklamalar için düğmeye basmıştır. Böylece dönemin Genelkurmay 2’nci Başkanı Org. Çevik BİR’in de aralarında bulunduğu 31 askerin 12 Nisan 2012’de gözaltına alınması ve 18’inin çıkarıldıkları mahkemece tutuklanması ile ilk tutuklamalar başlamıştır.
  • İlk gözaltı ve tutuklamaları dalgalar halinde gelen diğer tutuklamalar izlemiştir. 12 Nisan 2012  – 06 Mart 2013 tarihleri arasında irili ufaklı 12 dalga halinde yürütülen gözaltı ve tutuklamalar sonunda 103 kişi sanık sandalyesine oturtulmuş, bunların 76’sı tutuklanmış, aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı KARADAYI’nın da bulunduğu 23 asker tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleri ile serbest bırakılmış, haklarında tutuklama kararı çıkarılan 4 kişi teslim olmamış, ancak tutuklama kararı kaldırılınca – biri hariç diğerleri – duruşmalar sırasında mahkemeye gelip ifade vermişlerdir.(4)
  • Yine tıpkı diğer kumpas davalarda olduğu gibi – sanıkların önemli bir bölümü arandıklarını televizyonlardan öğrenince kendi ayaklarıyla savcılığa müracaat edip ifade vermeye gelmişler (ki aralarında yurt dışından bile koşup gelenler vardır), ancak “kaçma şüphesiyle” tutuklanmaktan kaçamamışlardır.
  • Tutuklananlardan sadece biri – dönemin YÖK Başkanı Prof.Dr. Kemal GÜRÜZ – sivil olup diğerlerinin tamamı asker kökenli kişilerdir.
  • Sanıkların büyük çoğunluğuna isnat edilen suç Batı Çalışma Grubu (BÇG) üyeliğidir. Savcılık, 28 Şubat MGK kararlarından sonra bölücü terör örgütü PKK ile beraber bir diğer “iç tehdit” olarak tanımlanan ve aralarında Fetullah Gülen cemaatinin de bulunduğu irticaî yapılanmaları – devletin diğer resmî kurumlarıyla birlikte – takip etmek amacıyla Genelkurmay bünyesinde kurulan BÇG’yi “hükümeti yıkmak üzere oluşturulmuş yasadışı bir cunta yapılanması” olarak görmüş ve kabul etmiştir. (Oysa Genelkurmay Başkanlığının emirleri ile 10 Nisan 1997 tarihinde kurulan BÇG hakkında daha o tarihlerde kamuoyuna bilgi verilmiş, kuruluşu Genelkurmay açıklamalarına yansımıştır. Söz konusu açıklamalardan tatmin olmayan Hasan Celal GÜZEL ve Orhan KAVUNCU gibi bazı milletvekilleri konuyu hem TBMM’ye hem de mahkemeye taşımış, mahkeme daha 1997 yılında BÇG’yi “TSK’nin yasal görevleri çerçevesinde ve emir komuta zinciri içinde kurulmuş bir birim olduğunu” onaylayarak takipsizlik kararı vermiştir. Böylece, hakkında kesinleşmiş takipsizlik kararı bulunan bir dosya, söz konusu karar kaldırılmadan yeniden kovuşturma konusu yapılmıştır. Dolayısıyla soruşturma daha başlangıç safhasında çok önemli hukuk ihlalleriyle başlatılmıştır.)
  •  Aralarında Kuvvet Komutanlığı yapmış ve yaşı 80’i geçmiş orgenerallerin de bulunduğu toplam 102 asker sanığın son rütbelerine göre dağılımı şöyledir: 14 Org./ Ora., 17 Korg./ Kora., 15 Tümg. / Tüma., 15 Tuğg. / Tuğa., 37 Alb., 1 Bnb., 3 Astsb.
  • Sanıklardan 6’sı (Org.Çetin DOĞAN, Org. Şükrü SARIIŞIK, Korg.Engin ALAN, Korg.Metin Yavuz YALÇIN, Korg. Doğan TEMEL ve Korg.Tevfik ÖZKILIÇ) aynı zamanda Balyoz kumpasında da yargılanmışlardır. (Adı geçen komutanlar o davada FETÖ mensubu hâkimlerce çeşitli cezalara çarptırılmış, ancak Yargıtay kararı ve AYM’nin hak ihlali tespitinden sonraki yargılamada ise beraat etmişlerdir.)B. TUTUKLULUK VE CEZAEVİ SÜRECİ(5)
  •  Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şubesinde süren 3 günlük gözaltı süresinin sonunda mahkemeye çıkarılan ilk grup 14 – 15 Nisan 2012 tarihinde tutuklanarak cezaevlerine konmuştur.
  • Dava kapsamında tutuklanan 76 sanıktan 65’i Sincan 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde, muvazzaf olan 11’i Mamak Askerî Cezaevinde kalmıştır.
  • İlk grubun cezaevine girmesinin hemen ertesinde (17 Nisan 2012) dönemin Başbakanı R.Tayyip ERDOĞAN Meclis’te AKP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada 28 Şubat tutuklamalarına değinerek “Bugün sabrın selâmete erdiği, mazlumun âhının aheste aheste çıktığı gündür. Bugün adaletin tecelli ettiği, bağımsız yargının hiçbir baskı olmadan vazifesini yerine getirdiği gündür” şeklinde söz etmiştir.

Hiç kuşkusuz bu sözler yargılamayı etkileyecek, yargı üzerinde baskı oluşturabilecek talihsiz sözlerdi(r). (Hatırlanacağı gibi dönemin Başbakanı Erdoğan, Ergenekon soruşturmaları için de “davanın savcısıyım” demişti.)

  • Soruşturmanın 3’üncü dalgasında (26 Nisan 2012) tutuklanarak Mamak Askerî Cezaevine konan Topçu Kd.Alb. Mehmet HAŞİMOĞLU 3 gün sonra şiddetli karın ağrıları nedeniyle GATA’ya kaldırılmış ve “safra kesesinde taş” tanısıyla ameliyata alınmış, 2 gün sonra – henüz iyileşme süreci tamamlanmadan – tekrar cezaevine gönderilmiştir. Cezaevinin olumsuz koşullarında kısa bir süre sonra ameliyat bölgesi iltihap kapan ve ağrıları tekrar başlayan Alb. Haşimoğlu yaklaşık 2 ay boyunca hastaneye gönderilmemiş, gittiğinde ise safra kesesinde iltihap nedeniyle ikinci kez ameliyata alınmış, ancak bu ameliyat sırasında da nasıl olduysa (!) “yanlışlıkla” (!) pankreası da delinmiş, yapılan bu “hata” (?!) sonucu durumu çok daha ağırlaşmıştır. O süreçte eşiyle yaptığı görüşmede “Bunlar beni buradan sağ çıkarmayacaklar” diye tedaviye ilişkin bazı şüphe ve kaygılarını dile getiren Alb. Haşimoğlu, gerçekten de yaklaşık 40 gün sonra – 13 Ağustos’ta –  hastanede vefat etmiştir. Özellikle yoğun bakımlar da dahil bütün o sağlık sürecinde Haşimoğlu’nun tahliyesine izin vermeyen savcı ve hâkimler, “sanığın” artık kurtulma şansı olmadığını ve öleceğini anlayınca vefatından 3 gün önce hakkında tahliye kararı vermişler, böylece sanki tutuklanıp serbest bırakıldıktan sonra kendiliğinden vefat etmiş gibi bir algı oluşturmaya çalışmışlardır.

Topçu Kd.Alb. Mehmet HAŞİMOĞLU 28 Şubat Davasının ilk kaybı, ilk şehididir.

  • Sanıklar cezaevinde iken TBMM’nde de AKP’li milletvekili Nimet BAŞ başkanlığında “Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” adı altında bir komisyon kurulmuştur. Söz konusu komisyon 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbelerle birlikte 28 Şubat sürecine ilişkin de uzun uzun inceleme yapmıştır. Ne var ki, diğer üç darbeyle ilgili dönemin önde gelen siyasetçi ve devlet adamı, iş insanı, basın mensubu, sanatçısı gibi toplam 50’yi bile bulmayan tanıkla görüşülürken, iş 28 Şubat’a gelince 113 kişinin bilgisine başvurulmuştur. Aslında yasadışı olan (çünkü 28 Şubat konusunda mahkemelerce hukukî bir süreç başlatılmışken bir başka oluşum tarafından konunun araştırılması yasalara aykırıdır) bu uygulamanın amacı hiç kuşkusuz savcılara Meclis eliyle de suç kanıtları sağlayabilmektir. Ancak Komisyonca hazırlanan raporda en uzun ve kapsamlı bölüm 28 Şubat dönemi olmasına rağmen, 28 Şubat için bir askerî darbe olduğu açıkça söylenememiştir. İşin en ilginç yanı, ilgili ilgisiz o kadar kişiyi dinleyip görüşlerine başvuran Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu, 28 Şubat’ın en çok konuşulan ve sembol isimleri olan Aczmendiler grubunun lideri Müslüm GÜNDÜZ, Fadime ŞAHİN ve yine bunlarla bağlantılı sözde tarikat şeyhi Ali KALKANCI gibi isimleri çağırmamış ve dinlememiş, hatta açıkçası dinlemekten kaçmıştır. (Hal böyleyken, çağrılmayan, dinlenmeyen bu kişiler hakkında raporda “provokasyon amaçlı kullanılmış oldukları yapılan tetkiklerde görülmüştür diye yazmaktan kaçınılmamıştır.)(6)
  • Sanıkların cezaevi süreçleri devam ederken, ilk tutuklamaların ardından yaklaşık 9 ay geçtikten sonra, yani sanıkların neredeyse hepsi cezaevinde iken, hâlâ dönemin Gnkur.Bşk. Org.İ.Hakkı KARADAYI’nın bilgisine başvurulmaması ve başvurulmayacağının da anlaşılması üzerine Çevik Paşa bu konuda bir dilekçe vermiş, söz konusu dilekçe üzerine davanın 1 Numaralı sanığı olan Karadayı Paşa 03 Ocak 2013’te savcılıkça adliyeye çağrılarak ifadesine başvurulmuştur. Ama ne gariptir ki bütün tutuklu askerlerin amiri konumunda olan Karadayı Paşa karargâhtaki erlerin bile bildiği Batı Çalışma Grubu hakkında savcılığa verdiği ifadede “Batı Çalışma Grubunu hatırlamadığını” söylemiş, sorgusu sonunda mahkemece adli kontrol tedbirleri ile serbest bırakılmıştır. Başka bir deyişle, bütün sanıkların komutanı konumundaki kişi adli kontrol tedbirleri ile serbest bırakılırken, maiyeti (emri altındakiler) “kaçma şüphesi” ile aylarca tutuklu kalmıştır. (Karadayı Paşa’nın avukatı Sn.Erol ARAS, son savunmayı müteakip 26.02.2018 tarihinde mahkemeye “BÇG, karargâhın amiri olan 2. Başkan tarafından kurulmuş yasal bir çalışma grubudur. Müvekkilim bu gruptan haberdardır. Aradan bu kadar çok zaman geçtiği için detayları haliyle hatırlamamaktadır.” şeklinde ek beyanda bulunmuştur.)
  • Sanıklar cezaevinde yatarken hükümetçe hazırlanan iki yargı paketi (3 ve 4’üncü Yargı Paketleri) Meclis’te yasalaşmıştır. Ancak bu paketlerin yasalaşmasıyla birlikte aralarında PKK’lılar ve Hizbullahçıların da bulunduğu ağır cinayet hükümlüsü pek çok mahkûm salıverilirken, ne 28 Şubat tutuklularının ne de diğer kumpas davalardaki asker tutukluların yararına olabilecek hiçbir somut adım atılmamıştır. Özellikle 4’üncü Yargı Paketinden sonra 28 Şubat Davasına bakmakla görevlendirilen Halil İbrahim KÜTÜK, Nihal USLU ve Abdullah BAHÇECİ adlı hâkimler, yurtdışından bile kendi ayaklarıyla savcılığa gelenler hakkında dahi “kaçma şüphesi” gerekçe göstererek “tutukluluğun devamı” kararı vermekten çekinmemişlerdir.(7)
  • FETÖ üyesi olduğu anlaşılan savcı ve hâkimlerin hukuk dışı, keyfi yaklaşımları cezaevi sürecinde başka hukuk rezaletlerinin de yaşanmasında rol oynamıştır. Örneğin yine sanıklar hakkında – kaçma şüphesinin yanı sıra – “delilleri karartma olasılığı” gerekçe gösterilerek tutukluluğun devamına hükmedilmiştir. Yani, neredeyse tamamı emekli olmuş bu kişilerin serbest bırakılırlarsa Genelkurmay karargâhına girip, 15-16 yıl önceki suç evraklarını (!) bulup yok edecekleri farz ve kabul edilmiştir. Çocukların bile güleceği bu gerekçeler ne yazık ki karar metinlerine yazılmıştır.

Öte yandan soruşturmanın gizliliği öne sürülerek suçlama kapsamında sanıklara veya avukatlarına hiçbir bilgi ve belge gösterilmemiş, suçlamaya konu olan 5 No’lu CD ve DVD’nin imajı verilmemiş, dahası, sanıkların görev yaptığı kurumlardan kendilerini aklamaya dönük bilgi ve belge temini dahi savcılık kanalıyla engellenmiştir. (Bu kapsamda duruşmalar sürerken Savcı Bilgili’nin hukuk dışı ve keyfî yaklaşımlarına en büyük desteği veren Genelkurmay Adli Müşaviri Hâkim Albay Muharrem KÖSE hakkında da sanıklarca suç duyurusunda bulunulmuştur. Kaderin bir cilvesi, uzun süre hakkında hiçbir işlem yapılmayan Albay Muharrem KÖSE’nin 15 Temmuz 2016 ihanet şebekesinin elebaşılarından biri olduğu anlaşılmış, o FETÖ’cü kalkışmanın ertesi günü tutuklanarak TSK’dan ihraç edilmiş, süren yargılamalar sonunda da “ağırlaştırılmış müebbet” cezasıyla cezalandırılmıştır.)

  • Davanın iddianamesi ilk tutuklamalardan yaklaşık 13,5 ay sonra (Mayıs 2013 sonunda) çıkmıştır. Ankara Cumhuriyet Savcısı Mustafa BİLGİLİ imzasıyla yayınlanan ve “BÇG – 28 ŞUBAT” adını taşıyan iddianame 1309 sayfa ve 355 Ek Klasörden oluşmaktadır.
  • İddianamenin yayınlanmasıyla ilginç bir durum daha ortaya çıkmıştır: Yukarıda, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu’nda bile 28 Şubat’ın bir “askerî darbe” olarak tanımlanamadığını belirtmiştik; aynı durum İddianame için de geçerlidir. İddianamenin hiçbir yerinde 28 Şubat hakkında doğrudan bir “askerî darbe” olarak bahsedilmemekte, hep “süreç” nitelemesinde bulunulmaktadır. Hatta İddianamenin sonundaki SONUÇ ve DEĞERLENDİRME bölümünde, “Askerî Müdahale Kavramı” başlığı altında “1960 Askerî Darbesi”, “12 Mart 1971 Muhtırası”, “12 Eylül 1980 Askerî Darbesi” ismen tek tek sayılıp anlatıldıktan sonra sıra 28 Şubat’a gelindiğinde sadece “Batı Çalışma Grubu” diye bir başlık atılmış, 28 Şubat’ın adı bile yazıl(a)mamıştır.
  • İddianamenin sonuç cümlesi çok ilginç, çok şaşırtıcıdır. Şöyle söylenmektedir:

            “Sonuç olarak, yapılan soruşturma ve toplanan delillere göre; dönemin Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanının bilgisi dahilinde, Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay karargâhı ve bağlı birliklerinde görevli general ve amirallerin fikir ve eylem birliği içinde, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ancak hiyarşik yapı dışında oluşturdukları Batı Çalışma Grubunda görevli bulunan… şüpheliler hakkında iddianame düzenlenmiştir”.

TSK’da bir olayın hem en üstteki bütün komutanların bilgisi dahilinde, hem fikir ve eylem birliği içinde ama hiyerarşik yapı dışında olması ne derece mümkündür? Bir ilkokul çocuğunun bile yazmaya çekineceği böyle bir cümle ile, suç tarihinde rütbesi henüz astsubay kıdemli çavuş olan tutuklu astsubay Adem DEMİR ile Gnkur.Bşk. Org. İ.H.KARADAYI dahil tüm sanıklar aynı suçla – “T.C. Hükümetini cebren devirmek, hükümetin görevlerini kısmen veya tamamen engellemek, engellemeye teşebbüs etmek, darbeye teşebbüs etmek” suçuyla itham edilmişlerdir. Tabii bu durumda tüm sanıklar için istenen ceza da ortaktır: Ağırlaştırılmış müebbet!

  • İddianamede – aralarında Tansu ÇİLLER, Meral AKŞENER, Şevket KAZAN, Hasan EKİNCİ, Merve KAVAKÇI, Şeref MALKOÇ gibi dönemin önemli siyasi aktörlerinin de bulunduğu – 481 kişilik bir “müşteki” grubuna yer verilmiştir.

Hâkim Tayyar KÖKSAL başkanlığında, Hâkim Süleyman KÖKSALDI ve Hâkim Hakan ORUÇ’tan oluşan 13’ncü Ağır Ceza Mahkemesi iddianamenin yayımlanmasını müteakip 14 Haziran 2013 tarihinde (yani ilk gözaltı ve tutuklama dalgasından 14 ay sonra) sanıkların gıyabında verdikleri ilk kararda 37 sanığın tutuksuz yargılanmak üzere tahliyesine karar vermiştir.

          C. MAHKEME SÜRECİ

  • Duruşmalar 02 Eylül 2013 tarihinde Ankara Adliyesi – 13. Ağır Ceza Mahkemesinde başlamıştır.

02 – 20 Eylül 2013 tarihleri arasındaki ilk 15 celse iddianamenin okunmasıyla geçmiştir. Ergenekon davasında olduğu gibi bu iş için de TRT’den spiker getirilmiştir.

  •  Mahkemenin başlamasıyla birlikte mevcut müşteki grubuna yenileri eklenmiştir; neredeyse birbirinin aynı dilekçelerle belli merkezlerden yönlendirildikleri çok bariz olan “yeni” müştekiler davaya müdahillik için başvurmuş, böylece sayı binlere ulaşmıştır. Müştekilerden bir kısmının başvurusu reddedilirken, aralarında Cumhurbaşkanı R.Tayyip ERDOĞAN’ın 28 Şubat döneminde biri 14 diğeri 12 yaşında olan iki kızının da bulunduğu bir kısım müştekinin başvurusu ise mahkemece kabul edilmiştir.
  • Duruşmaların daha ilk gününde sanık avukatlarınca iddianamenin başta usûl kuralları olmak üzere bazı yönlerden sakat olduğu vurgulanmış, ancak özellikle şu iki husus ısrarla dile getirilmiştir:

(1)      Sanıklar arasında Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları vardır ve mahkeme bu kişileri yargılamaya yetkili değildir; bu kişiler yasalara göre ancak Yüce Divan’da yargılanabilirler.(8)

(2)     İddianamede suç tarihi “54’ncü Hükûmetin kurulduğu 08 Temmuz 1996 ve sonrası” diye geçmektedir. Sanık avukatları hukuken bu şekilde bir suç tarihi olamayacağını ve kesin bir suç tarihi belirlenmesi gerektiğine ilişkin defalarca talepte bulunmasına karşın mahkeme bu konuda adım atmamıştır. Buna karşılık her ne kadar 54’üncü Hükûmetin istifası 18 Haziran 1997 ise de, bu tarihten yaklaşık 10 yıl önceki ve 10 yıl sonraki mağduriyetler bile suç kapsamına dâhil edilmiştir.

  • Duruşmaların başlamasının ikinci günü (03 Eylül 2013’te), 5’inci dalgada gözaltına alınarak tutuklanan dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman KOMAN Paşa tam 15 aylık tutukluluğun ardından sağlık durumu gözetilerek tahliye edilmiştir. Koman Paşa duruşmalar başladıktan sonra tahliye edilen ilk tutukludur. Cezaevine girdiğinde de Parkinson hastası olan ve yürüme problemi nedeniyle kaldığı hücrede ayrı bir yatma tedbiri alınan Koman Paşa öyle rahatsızdı ki, mahkemeye çıktığında oturduğu sanık sandalyesinde bile yere düşme tehlikesi geçirmişti. Buna rağmen bazı müştekiler ve müşteki avukatlarınca “numara yaptığı” ifade edilmiş, tahliyesi engellenmeye çalışılmıştır. Tahliye edilir edilmez hastaneye kaldırılan Koman Paşa bir daha çıkamamış, tam 3 ay sonra, 14 Aralık 2013’te vefat etmiştir.
  • Yargı sürecinde daha başka vefatlar da olmuştur. Bu doküman hazırlandığı tarih itibariyle, davanın sonucunu göremeden yaşamını yitirenler – vefat sırasıyla – şöyledir:
  1. Topçu Alb. Mehmet HAŞİMOĞLU (13.08.2012)
  2. (E) Org. Teoman KOMAN (14.12.2013) (Dönemin Jandarma Genel Komutanı’dır.)
  3. (E) Dz.Alb. Eser ŞAHAN (13.02.2015),
  4. (E) J.Alb. Salih ERYİĞİT (05.04.2016),
  5. (E) Korg.Tevfik ÖZKILIÇ (08.08.2017)
  6. (E) Tümg. Çetin DİZDAR (24.07.2018)
  7. (E) Tuğg. İzzettin GÜRDAL (15.05.2019)
  8. (E) Hv.Kor. A.Atalay EFEER (22.12.2019)
  9. K.K.K. (E) Org. Hikmet KÖKSAL (25.02.2020) (Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’dır.)
  10. (E) Org. İsmail Hakkı KARADAYI (26.05.2020) (Dönemin Genelkurmay Başkanı’dır)
  11. (E) Bçvş. Hamza ÖZALTUN (27.05.2020)
  • Koman Paşa’nın tahliyesinden sonra Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık 2013 aylarındaki duruşmalarda verilen tahliye kararları ile tüm sanıklar peyderpey tahliye olmuştur. (Aslında diğer kumpas davalara bakıldığında herkes için çok şaşırtıcı olan bu durum Mahkeme Başkanı Hâkim Tayyar KÖKSAL’ın diğer davalardaki hâkimlere göre nispeten daha insancıl yaklaşımından kaynaklanmıştır diyebiliriz. Buna mukabil duruşma savcısı olup FETÖ’cü olduğu iddiasıyla yargılanan Kemal ÇETİN, Koman Paşa’nınki de dâhil – tüm tahliye taleplerine hep itiraz etmiştir.) Böylece 28 Şubat soruşturması kapsamında ilk dalgada gözaltına alınan ve en son tahliye edilen Çevik BİR ve İdris KORALP Paşalar yaklaşık 21 aylık tutukluluk süresi ile en uzun süre tutuklu kalan kişiler olmuşlardır.
  • Tahliyelerden sonraki duruşmalar önemli bir gerçeğin daha kanıtlanmasına vesile olmuştur. Şöyle ki, ilk gözaltılardan itibaren “kaçma” şüphesiyle tutuklanan ve bu gerekçeyle haklarında tutukluluğun devamına karar verilen sanıkların hiçbiri tahliye edildikten sonra kaçmamış, aksine duruşmalardan vareste tutulmalarına rağmen neredeyse hepsi tam kadro duruşmalara gelip katılmışlardır. Böylece savcılığın sanıklar aleyhinde nasıl bir önyargı ve yanılgı içinde olduğu da tescillenmiştir.
  • Duruşmaların ilk 65 celsesine Hâkim Tayyar KÖKSAL’ın başkanlığındaki 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi bakmıştır (ki diğer üyeler yukarıda belirtildiği gibi Hâkim Süleyman KÖKSALDI ve Üye Hâkim Hakan ORUÇ, savcı ise Kemal ÇETİN’dir)(9). En son 04 Şubat 2014 tarihindeki 65’inci celseye başkanlık eden Hâkim Tayyar KÖKSAL ve mahkeme heyeti bu celseden sonra başka bir göreve atanmış, dava Mart 2014’te Hâkim Fevzi ŞİNGAR‘ın başkanlığındaki 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi‘ne devredilmiştir. (Diğer üyeler: Hâkim Hasan ÇAVAÇ, Hâkim Turhan KÖK, Savcı Levent SAVAŞ.) Yeni heyet 27 Haziran 2014 tarihindeki 66’ncı celse ile birlikte göreve başlamıştır.

            Ancak bu heyet de duruşmaları ancak 86’ncı celseye kadar götürebilmiş, Ocak 2017’de Mahkeme Başkanı Hâkim Fevzi ŞİNGAR’ın Bölge Adliye Mahkemesi’ne atanması sonucu yerine Şubat 2017’de başkanlığa Hâkim Mustafa YİĞİTSOY atanmıştır. Mustafa YİĞİTSOY 22 Şubat 2017 tarihinde yapılan 87’nci duruşma ile birlikte ilk duruşmasına girmiştir.

Lakin mahkeme heyetindeki değişim kısa bir süre sonra duruşma savcısına da yansımıştır; duruşmalar sırasında çeşitli kereler “bu mahkemenin görev yönünden bu duruşmaya bakmaya yetkisi olmadığını” dile getiren Savcı Levent SAVAŞ Nisan 2017’de başka bir göreve atanarak, yerine 23 Mayıs 2017’deki 88’nci duruşma ile birlikte yeni savcı Mehmet Hanifi YILDIRIM görevlendirilmiştir.

            Bir dava içinde hiçbir makul gerekçe olmadan 3’ncü kez hâkim değiştirilmesi son derece manidardır. Hele ki yaklaşık 90 celseden sonra, yani artık duruşmaların sonlarına gelinmişken heyetin değişmesi “siyasetin davaya parmağı” olarak değerlendirilmiştir.

  • Balyoz Davasının 5 No’lu Harddisk’i gibi bu davanın da 5 No’lu CD’si bulunmaktadır. Davanın iddianamesini hazırlayan Savcı Mustafa BİLGİLİ tarafından HASH değeri tespit edilmeden ve içerisindeki tüm dijital belgeler doğru kabul edilerek tutuklamalarda kullanılan bu CD hakkında savunma tarafı ısrarla imaj kopyası istemesine rağmen yaklaşık 3 yıl boyunca CD’nin imajı verilmemiştir. Nihayet 08 Ocak 2015’te temin edilen CD imajı Türkiye’nin sayılı adli bilişim uzmanlarından Tuncay BEŞİKÇİ’ye inceletilmiş, adı geçen uzman 2,5 ay sonra hazırladığı raporda söz konusu CD’nin delil olarak kullanılamayacağını, üzerinde tahrifat bulunduğunu açıklamıştır. Savunma tarafı raporu mahkeme heyetine sunarak yeniden bilirkişi incelemesi talebinde bulunmuş, bu kez mahkeme 07 Eylül 2015 tarihinde inceleme işini ODTÜ Bilgisayar Bölümü’nden Prof.Dr. Ahmet COŞAR başkanlığındaki bir heyete vermiştir. Heyetinin yaklaşık 7 aylık incelemeden sonra (01 Nisan 2016 tarihinde) mahkemeye gönderdiği raporun sonucu aynen şöyledir:

                     “Sonuç olarak; CD5’in adli bilişim tekniği açısından CMK134’e uygun olarak elde edilmemiş olduğu; genel bütünlüğünün şüpheli, içindeki iki dokümanın bütünlüklerinin bozulmuş olduğunun ise sabit olduğu; bu nedenlerle de, adli bilişim açısından güvenilir olmadığından delil niteliğinin bulunmadığı değerlendirilmektedir.”

  • Duruşmalar sırasında 28 Şubat sürecinde başbakanlık, bakanlık ya da üst düzey bürokratlık görevi yapan birçok şahsiyet dinlenmiştir. Bunlar arasında REFAHYOL Hükûmetinin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu ÇİLLER, İçişleri Bakanı Meral AKŞENER, Adalet Bakanı Şevket KAZAN, Milli Savunma Bakanı Turhan TAYAN, eski Orman Bakanı ve DYP Gn.Bşk.Yrd. Hasan EKİNCİ, eski Milli Eğitim Bakanı Köksal TOPTAN, REFAHYOL Hükûmetinden sonra kurulan ANASOL-D Hükûmetinin (55’inci Hükûmet) Başbakanı Mesut YILMAZ, eski Devlet Bakanlarından Hasan Celal GÜZEL, İlhan AKÜZÜM, Edip Safter GAYDALI, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör ÖZDEN, dönemin Başbakanlık Basın Başdanışmanı Mehmet BİCAN, Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Bülent ORAKOĞLU, T.Çiller’in danışmanlarından ve halen AKP İzmir Milletvekili Hüseyin KOCABIYIK gibi isimler de bulunmaktadır.

Her biri uzun saatler boyunca mahkeme huzurunda söz alan bu şahıslardan Tansu ÇİLLER, H.Celal GÜZEL, B.ORAKOĞLU ve H.KOCABIYIK haricindekilerin hiçbiri 28 Şubat’ı bir darbe olarak tanımlamamış, askerden şikâyetçi olduklarına ilişkin tek bir ifadede dahi bulunmamıştır. Adı geçen tanıklar arasında en sert olması beklenen RP’li Adalet Bakanı Şevket KAZAN bile “ben vicdan sahibiyim, şikâyetçi değilim” diye konuşmuştur. (H.C.GÜZEL’in normalde 28 Şubat döneminde ne RP ile ne DYP ile ne de REFAHYOL Hükûmeti ile hiçbir bağı yoktur. 28 Şubat’ı darbe olarak tanımlayan bu üç kişinin verdiği ifadelerin tamamı da kişisel yorumların ötesine gitmemiştir.)(10)

  • Buna mukabil REFAHYOL Hükûmeti döneminde partilerinden istifa eden ve aralarında Cavit ÇAĞLAR, Emre GÖNENSAY gibi eski bakanlar ile Gencay GÜRÜN, Erkan KEMALOĞLU, Nuri YABUZ, Mehmet KORKMAZ, Şamil AYRIM gibi milletvekillerinin bulunduğu gruba “istifalarında kendilerine askerlerden ya da herhangi başka bir kişi ya da gruptan baskı, tehdit olup olmadığı” sorulmuş, ancak adı geçen şahısların tamamı en küçük bir baskı ya da tehdit almadıklarını mahkemede çok açık ve net biçimde ifade etmiştir.
  • Öte yandan; 28 Şubat döneminde DYP’den ayrılarak Demokratik Türkiye Partisi (DTP) adıyla yeni parti kuran ve böylece REFAHYOL Hükûmetinin yıkılmasında en büyük rollerden birine sahip eski TBMM Başkanlarından Hüsamettin CİNDORUK, DYP’den ayrılıp ANAP’a geçen eski Sağlık Bakanlarından Rifat SERDAROĞLU, yine DYP’den ayrılarak yeni kurulan Mesut YILMAZ Hükûmetinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yapan Yaşar TOPÇU ile; o dönemde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olup Refah Partisi’nin kapatılması için dava açan ve nihayet hem partiyi kapatan ve hem de başta merhum Erbakan olmak üzere birçok RP’li milletvekiline 5 yıl seçilme yasağı getirilmesini sağlayan Vural SAVAŞ‘ın tanık olarak dinlenmesi konusunda sanıkların müteaddit talepleri mahkemece reddedilmiştir.(11) Oysa anılan kişiler sıradan kişiler olmayıp tanıklıkları maddi gerçeğin açığa çıkması açısından son derece önemlidir. Zira kendileri o dönemde REFAHYOL Hükûmetinin yıkılmasında oldukça etkin roller oynamışlardır. Ayrıca bu kişilerin, Çiller’in mahkemede verdiği beyanların doğru olmadığına ilişkin basına yansıyan çok önemli açıklamaları mevcuttur.(12)
  • Siyasilerin dışında; 28 Şubat döneminden sonra Genelkurmay Başkanı olan (E) Org. Hüseyin KIVRIKOĞLU ile Jandarma Genel Komutanı (E) Org. Fikret Özden BOZTEPE ve Deniz Kuvvetleri Komutanı (E) Ora. Salim DERVİŞOĞLU da tanık olarak dinlenmiştir. Her üç komutan da BÇG’nin Silahlı Kuvvetler Karargâh Hizmetleri Yönergesi’ne göre yasal olarak komutanlık emriyle kurulmuş çalışma grubu olduğunun altını çizmişlerdir.
  • Duruşmalar sırasında en çok dikkati çeken hususlardan biri de, siyasi iktidara yakın bazı sivil toplum kuruluşlarının otobüslerle mahkemeye izleyici taşımasıdır. Bazı AKP’li milletvekilleri de müştekîlik başvurusunda bulunmuş ve duruşmalar sırasında çoğu kez avukatların yanında oturarak davayı izlemişlerdir. Bu tür davranışların mahkeme üzerinde bir baskı oluşturmak amacı taşıdığı çok açıktır. Özellikle siyasi iktidar yanlısı gruplar ve medya bu davadan mutlaka bir cezalandırma çıkması için olağanüstü bir çaba harcamış, mahkeme üzerinde ağır bir kamuoyu baskısı oluşturmak için her fırsatı değerlendirmişlerdir.

Öte yandan müşteki hanımların beyanlarına bakıldığında, neredeyse tamamının türban nedeniyle mağdur oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava bir “darbe davası” olmaktan çıkıp “türban – başörtüsü davası” haline dönüşmüştür.

  • 02 Eylül 2013 tarihinde başlayan mahkemenin 21 Aralık 2017 tarihinde yapılan 93’üncü duruşmasında, henüz 5’inci kez duruşmalara katılan yeni Savcı Mehmet Hanifi YILDIRIM savcılık mütalâasını vermiştir. Savcı Yıldırım, mütalâasında toplam 99 sanıktan 60’ının “ağırlaştırılmış müebbet” ile cezalandırılmasını, 39 sanığın beraatını talep etmiştir.

Duruşmalar sanıkların nihaî savunmaları için 08.01.2018 tarihinde tekrar başlamıştır. Ancak tam da bu günlerde, siyaset eliyle mahkemeyi etkilemeye dönük baskıların arttığı gözlenmiştir. Nitekim 11.01.2018 tarihinde 43. Muhtarlar Toplantısı’nda bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, “28 Şubat cuntacılarının yeni bir kardeş kavgası çıkarmak için kurdukları tuzakları milletimizle birlikte birer birer bozduk.” sözüyle 28 Şubat’ın bir cunta hareketi olduğunu ilan etmiştir. Aynı gün Adalet Şûrasında konuşan Başbakan Binali YILDIRIM ise tankları demokrasiye karşı yürüten 28 Şubat darbecileri adalet önünde hesabını vermektedirler.” diyerek 28 Şubat’ı bir “darbe”, yargılananları da “darbeci” olarak gördüğünü hem kamuoyuna hem de davaya bakan hâkimlere duyurmuştur.

Ancak bunlardan daha vahimi, 28 Şubat’ın 21’inci yıldönümünde AKP Genel Merkezi’ndeki bir etkinlikte konuşan Başbakan B.YILDIRIM’ın 28 Şubat sanıkları için “hukuk içinde hak ettikleri en ağır cezayı alacaklar. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!” şeklindeki sözleri son derece talihsiz ve doğrudan mahkemeyi etkileyen sözler olarak kayıtlara girmiştir. Nitekim söz konusu açıklamanın ertesi günü (01.03.2018) Kumpas Mağdurları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (KUMPASDER) olayı kınayan bir basın açıklaması yapmış, bir sonraki gün ise sanıklardan (E) Korg. Yıldırım TÜRKER’in avukatı Aytekin EROL da “Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs” suçunu işlediğini ileri sürerek Başbakan hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.(13)

  • Son savunmalar sırasında yaşanan şu husus da ilginç ve önemlidir: Sanıklardan (E) Org. Çetin DOĞAN 14.02.2018 tarihinde yaptığı son savunmasında 54’üncü Hükûmet’in bir darbe ile devrilmediğini, Başbakan Necmettin ERBAKAN’ın istifasının “iki parti arasındaki protokol gereği yapılan bir istifa ve ahde vefa olayı” olduğunu çok net biçimde kanıtlayan TRT çekimi bir basın açıklamasının görüntülerini “yeni delil” olarak mahkemede göstermek istemiş, ancak Mahkeme Başkanı Mustafa YİĞİTSOY bu videonun gösterilmesine izin vermemiştir. Başkanın bu tavrı sanıkları hem hayal kırıklığına uğratmış hem de “sanıkların suçsuzluğu konusunda bu kadar açık bir kanıtın neden izletilmediği” merak konusu olmuştur.
  • Tüm sanıkların son savunmaları 13 Mart 2018 tarihinde yapılan duruşma ile sona ermiş, ardından mahkeme tam bir ay sonraya (13 Nisan 2018 tarihine) karar duruşması için gün vermiştir.

13 Nisan 2018 tarihinde yapılan 106’ncı duruşmada sanıklara son sözlerinin sorulmasından sonra açıklanan kararda;

  •   aralarında Prof.Dr. Kemal GÜRÜZ’ün de bulunduğu 21 sanığa önce ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesine, ancak yargılama sürecindeki iyi halleri nedeniyle cezanın müebbet hapis cezasına çevrilmesine; sanıkların yaş ve sağlık durumları dikkate alınarak karar kesinleşinceye kadar yurt dışına çıkmamak ve her ayın ilk günü en yakın güvenlik birimine imza vermek suretiyle “adli kontrol tedbirleriyle” salıverilmelerine,
  •  10 sanık için davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine,
  • 68 sanığın beraatlarına,
  • vefat eden 4 sanık için ise davanın düşürülmesine hükmedilmiştir.(14)
  • Davanın “Gerekçeli Kararı” 03 Temmuz 2018 tarihinde yayınlanmıştır. 3833 sayfa tutan gerekçeli kararda da Mahkemenin tamamen taraflı hareket ettiği, iddianamede yer alan ve üzerinde çarpıtmalar, tahrifatlar yapıldığı kanıtlanan sahte belgeleri bile geçerli kanıt saydığı, önceki duruşmalarda açığa çıkan pek çok bilgi ve belgeyi görmezden geldiği, sanıkların son savunmalarını hiç dikkate almadığı, sonuçta siyasi baskılara boyun eğip siyasi bir karar verdiği çok açık ve net biçimde görülmüştür.

Bu karardan yaklaşık 2,5 ay sonra (25.09.2018’de), davanın savcısı Mehmet Hanifi YILDIRIM karara itiraz ederek istinaf dilekçesi vermiş ve beraat edenlerden 27 kişi ile zamanaşımı nedeniyle davası düşen 10 kişi için kararın kaldırılması talebinde bulunmuştur.

  • Daha davanın bitiminin ilk haftasında mahkeme heyetinden hâkim Turhan KÖK’ün, 3 ay kadar sonra da Mahkeme Başkanı Mustafa YİĞİTSOY’un YARGITAY üyeliğine atanması tarafımızca manidar bulunmuştur.
  • Dava istinaf gerekçesiyle 04 Mart 2019 tarihinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’ne gönderilmiştir. 21. Ceza Dairesi yaklaşık 15,5 ay kadar sonra, 22 Haziran 2020’de kararını açıklamış, buna göre ilk derece mahkemenin verdiği kararı aynen onamıştır. (Ancak istinaf sürecinde ceza alan sanıklardan 3’ü – Org. İ.Hakkı KARADAYI, Org. Hikmet KÖKSAL, Tümg. Çetin DİZDAR – vefat ettiği için ceza istenen sanık sayısı 18’e düşmüştür.) Böylece dosya YARGITAY’a intikal etmiştir.
  • Dosya YARGITAY’da iken sanıklar ve avukatlarınca 08 Temmuz 2020 tarihinde “Temyiz Dilekçesi” adı altında 1730 sayfalık bir “Ortak Çatı Savunma” hazırlanarak Yargıtay’a ulaştırılmıştır. Söz konusu dilekçede, gerek İddianame’de gerekse Gerekçeli Karar’da ileri sürülen bütün iddialar tek tek ve belgeleriyle çürütülmüş, duruşmalar sürecinde ortaya çıkan bütün hukuksuzluklar, usulsüzlükler, sahte imzalarla oluşturulan evraklar, iddianamedeki FETÖ izleri tek tek fotoğraflarıyla belgelenmiştir.
  • Dosyanın YARGITAY’a gitmesinin üzerinden 8,5 ay sonra, 03 Mart 2021’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı YARGITAY’a “Tebliğnamesi”ni sunmuştur. Buna göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, sağ kalan 18 sanıktan 16’sının cezalandırılmasını talep etmiştir.
  • YARGITAY 16. Ceza Dairesi bu tebliğnameden tam 120 gün, yani 4 ay sonra, 30 Haziran 2021 tarihinde on binlerce sayfalık dosyayı inceleyip (!) kararını açıklamıştır.

Buna göre;

  • Zamanaşımı nedeniyle davası düşen 10 sanık (Org. Orhan YÖNEY, Org. Şükrü SARIIŞIK, Korg. Köksal KARABAY, Korg. Kâmuran ORHON, Kora. Altaç ATILAN, Tümg. Ersin YILMAZ, Tümg. Şevket TURAN, Tümg. Yücel ÖZSIR, Tuğg. Metin Yaşar YÜKSELEN, ve Tuğg. Refik ZEYTİNCİ) hakkındaki kararın bozularak yeniden yargılanmalarına,
  • Beraat kararı verilen 2 sanık (Korg. İzzettin İYİGÜN ve Alb. İbrahim Selman YAZICI) hakkındaki beraat kararının bozularak yeniden yargılanmalarına,
  • Yerel mahkemenin “darbe” suçuyla cezalandırılmasını istediği 4 sanık (Ora. H.Bülent ALPKAYA, Korg. Erdoğan ÖZNAL, Tümg. M.Erdal ŞENEL ve Prof.Dr.Kemal GÜRÜZ) hakkında “müşterek faillik” suçuyla değil “darbeye yardımcılık” suçuyla yeniden yargılanmalarına,
  • 14 sanığın da “darbe” suçundan “müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmalarına” karar vermiştir. (Hv.Org. Ahmet ÇÖREKÇİ, Hv.Org. İlhan KILIÇ, Org. Çevik BİR, Org. Çetin DOĞAN, Org. Fevzi TÜRKERİ, Hv.Korg. Vural AVAR, Korg. Çetin SANER, Korg. Hakkı KILINÇ, Kora. Aydan EROL, Korg. Yıldırım TÜRKER, Tümg. Cevat Temel ÖZKAYNAK, Tümg. Erol ÖZKASNAK, Tümg. Kenan DENİZ, Tuğg. İdris KORALP) (15)D. YARGITAY KARARI SONRASI İNFAZ SÜRECİ
  • 30 Haziran 2021 tarihinde cezaları YARGITAY’ca onanan 14 komutan 19 Ağustos 2021 tarihinde Sincan (6 kişi), Silivri (6 kişi) ve İzmir-Buca (2 kişi) cezaevlerine konarak infaz aşamasına geçilmiştir.

İnfaz süreci başlarken sanık avukatları infazın durdurulması ve yargılamadaki hak ihlalleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi (AYM)’ne başvurmuşlardır.

  • Sanıklar cezaevine kondukları sırada yaş ortalamaları 80’in üzerindedir. En genci olan İdris KORALP Paşa o tarihte 74, en yaşlısı Ahmet ÇÖREKÇİ Paşa ise 89 yaşındadır. Ayrıca her birinin kalp, şeker, tansiyon, prostat, demans, vertigo, uyku apnesi vb. birçok sağlık sorunu da bulunmakta, düzenli ilaç kullanmaları gerekmektedir.

Nitekim cezaevinde kalışının 1’nci yılı yaklaşırken (348’nci günde) demans nedeniyle artık çevresini tanımayan Çevik BİR Paşa’nın infazı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ilgili yasa hükümleri uyarınca kaldırılır. 3 ay sonra, ağız içi kanseri tedavisi gören (E) Kora. Aydan EROL, onun hemen ardından kalp sorunları yaşayan (E) Korg. Çetin SANER’in infazı durdurularak tahliye edilir.

Ancak tam yılbaşı yaklaşırken, Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevinde kalan (E) Hv.Korg. Vural AVAR’dan acı haber gelir. Vural Paşa’nın nazik yüreği yaşadığı travmayı daha fazla kaldıramaz ve cezaevindeki 489’ncu gününde, 20 Aralık 2022 sabahı durur. Aziz naaşı 22 Aralık’ta Ankara Kocatepe Camii’nde kalabalık bir grubun katılımıyla kılınan namaz sonrası Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verilir.

O gün Vural Paşa’nın vefatı kadar acı olan bir başka husus ise, bütün ömrü Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ve yurt semalarının güvenliği uğruna büyük başarılarla dolu bir meslek yaşamıyla geçen Vural AVAR Paşa’nın Kocatepe Camii’ndeki cenazesine MSB ve TSK’dan üniformalı tek bir kişinin bile katılmamasıdır. Bu olayın TSK tarihine vefasızlığın bir ibret vesikası olarak yazılacağı kuşkusuzdur ve unutulmasına izin verilmeyecektir!

Vural Paşa’nın cezaevinde ölümü siyasî iktidarı biraz telâşlandırır; Adalet Bakanlığı yeni bir infaz yönetmeliği hazırladıklarını, sağlık sorunları ve kocamışlık hali dikkate alınarak bazı infazların erteleneceğine ilişkin açıklamalar yapılır. Nitekim Vural Paşa’nın vefatından bir süre sonra önce İlhan KILIÇ ve Kenan DENİZ Paşalar, sonra Hakkı KILINÇ Paşa ve ardından artık 91 yaşında olan Ahmet ÇÖREKÇİ ile İdris KORALP Paşalar tahliye edilir. Böylece bu yazı hazırlandığında sağlık gerekçesiyle tahliye olan komutan sayısı 8’e ulaşmış iken, diğerleri gibi pek çok sağlık sorunuyla boğuşan 5 komutanımız (Org.Çetin DOĞAN, Org. Fevzi TÜRKERİ, Korg. Yıldırım TÜRKER, Tümg. C.Temel ÖZKAYNAK ve Tümg. Erol ÖZKASNAK) için – haklarında Adlî Tıp Kurumunca verilen sağlık raporları olmasına rağmen – Cumhurbaşkanı’nın imzası beklenmektedir. (Oysa aynı süreçte yaşları komutanlardan çok daha küçük olmasına rağmen resmen canice cinayetler işlemiş Hizbullahçılar ya da siyasal İslâmcı şahıslar Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla serbest bırakılmışlardır.)

YARGITAY kararı sonrası başlatılan infaz süreciyle cezaevine girenler ve tahliyeleriyle ilgili çizelge EK-D’dedir.

  • YARGITAY’ın aynı kararıyla yeniden yargılanmak üzere kararı bozulan 16 sanık hakkında Ankara 5. ACM’nde yeniden duruşmalara başlanmıştır. İlk duruşma 22 Kasım 2021’de başlamış olup bu yazı hazırlandığında 6 celse geride kalmıştır. Ancak aynı süreçte 16 sanıktan ikisi (Korg. İzzettin İYİGÜN ve Hv.Tümg. Şevket TURAN) daha vefat etmiş, geriye 14 sanık kalmıştır.
  • Tabii bu süreçte 5. ACM’nin Başkan ve üyeleri de değişmiştir. Buna göre artık 4’ncü kez değişmiş olan 5.ACM heyeti şu şekildedir: Başkan Hâkim Yaşar SEZİKLİ, Üye Hâkimler Nejat ÖZKAN ve Hatice AVCI, Savcı Mehmet İlhan KÖMÜRCÜGİL…

            Savcı M.İlhan KÖMÜRCÜGİL 20 Haziran 2022’deki 4’ncü celsede hükme esas mütalâasında 14 sanık için de “darbeye yardım” suçundan yargılanması talebinde bulunmuştur.


E. DURUŞMALAR SIRASINDA ORTAYA ÇIKAN TARİHSEL GERÇEKLER

Mahkeme sürecinde – tam da beklendiği gibi – tarihe not düşülen yeni bilgiler de ortaya çıkmıştır. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  1. İki cilt halinde ve toplam 1309 sayfa tutan savcılık iddianamesinin hukuk adına tam bir rezalet, tam bir kepazelik olduğu görülmüştür. Şöyle ki;

(a)     Normalde icabında sanıklar lehine olabilecek bilgi ve belgeleri de toplaması gereken savcılık, aksine, sanıkların lehine olabilecek tek bir bilgi ya da belgeyi bile iddianameye almamıştır.

(b)    Adı “28 Şubat Davası” olan bir iddianamede, 28 Şubat 1997 tarihinde MGK’da alınan “406 sayılı MGK Kararları”na ve o kararların “Rejim Aleyhtarı İrticaî Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı 18 maddelik ekine ilişkin tek bir cümle dahi edilmemiştir.

(c)   MGK kararlarının görüşüldüğü ve tereddütsüz kabul edildiği 13 Mart 1997’deki Bakanlar Kurulu Toplantısı ile o toplantı sonucuna göre ertesi gün (14 Mart) Başbakan Erbakan’ın imzasıyla bütün bakan(lık)lara / icracı kuruluşlara yayınlanan “Hükümet olarak 28 Şubat kararlarını aynen benimsediklerine, kararların arkasında olduklarına ve uygulanmasına” ilişkin BAŞBAKANLIK DİREKTİFİ tamamen görmezden gelinmiştir. (Oysa sözde savcı geçinen zatlar sadece 13 Mart tarihli Bakanlar Kurulu Tutanağına baksaydı orada merhum Erbakan’ın 28 Şubat MGK Kararları hakkında ne tür sözler ettiğini görebilir, dava açmaya utanırlardı.)

(ç)    Söz konusu Başbakanlık Direktifi’ni müteakip irtica ile mücadele esaslarını içeren ve dönemin İçişleri Bakanı Meral AKŞENER tarafından imzalanarak bütün il valilikleri ve emniyet teşkilâtına gönderilen, içerik itibariyle “ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak amacıyla tarikat ve cemaat bağlantılı iç ve dış odaklar üzerinde istihbarat çalışmalarının yoğunlaştırılmasını”,“irticaî nitelikte ve bölücü kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarına sızma girişimlerine karşı tedbirli olunmasını”, “bazı tarikat ve dinî gruplarca işletilen yurt, pansiyon, dershane, kurs, matbaa vs. yerlerin sıkı sıkıya denetlenmesini ve buralarda din istismarının tespiti halinde kapatılmasını”, “şartlar ne olursa olsun kamu görevlilerinin kılık kıyafet başta olmak üzere mevcut yasalara uymak mecburiyetinde olduğunu”, “Türk Hava Kurumundan başka özel ve tüzel kişilerin kurban derisi ve bağırsak toplamalarının engellenmesini”, “valilerin her gün düzenli olarak yaptıkları toplantılarda bu sayılan konularda duyarlı olmalarını” ve bunlar gibi daha pek çok konuyu emreden 28 Mart 1997 tarihli “ANAYASA VE YASALARIN UYGULANMASINDA UYULACAK USUL VE ESASLAR” başlıklı GENELGE yine yok sayılmıştır. (Oysa o dönemde valiliklerin, emniyet müdürlüklerinin bu genelge kapsamında yaptıkları bütün bu işler bazı çevrelerce sanki TSK tarafından yapıldığı izlenimi oluşturulmuş, TSK zan altında bırakılmıştır.)

(d)     Aynı şekilde, Adalet Bakanı Şevket KAZAN tarafından imzalanarak Cumhuriyet ve DGM Başsavcılıklarına gönderilen, “Cumhuriyetin demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti ilkesini bozmaya ya da Anayasa’da belirtilen temel hak ve özgürlükleri kaldırmaya yönelik suçları işleyenlerin süratle mahkeme önüne çıkarılmasının” vurgulandığı 11 Nisan 1997 tarihli “KANUNLARIN TİTİZLİKLE UYGULANMASI HAKKINDA” konulu GENELGE sanki hiç yazılmamıştır.

(e)      O dönemde MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nce Cumhurbaşkanı’na ve Hükûmete verilen ve irtica tehdidini açıkça ortaya koyan brifinglerden, raporlardan eser yoktur. Yani bu ülkede sanki – örneğin – “Kahrolsun lâik diktatörlük!”, “Lâik devlet yıkılacak elbet”, “Yaşasın Hizbullah, Yaşasın Şeriat!, “İslâmî Hareket engellenemez” vb. sloganlarla demokratik lâik düzene kastedilmemiş, bu sloganlarla Türkiye’nin aydın insanları öldürülmemiş, onlarca insan ağır işkencelerden sonra domuz bağı ile bağlanıp “mezar ev” diye anılan evlerin bodrumlarına canlı canlı gömülmemiş; sanki “çatlasanız da patlasanız da ben Hizbullah’ım”, “kan dökülecek fıstık gibi olacak”, “bu düzen değişecek, ama bakalım geçiş dönemi tatlı mı olacak kanlı mı olacak” sözünü eden, “RP cihad ordusudur, RP’ne oy vermezsen patates dinindensin” fetvası veren, İslâm dünyasının en kutsal mekânı Kâbe’yi bile miting alanına çeviren siyasiler bu ülkede hiç yaşamamıştır… Evet, 1309 sayfalık iddianamede bunlardan bir tek kelime ile bile söz edilmemiştir.

(f)     Başbakan Erbakan’ın 18 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Demirel’e verdiği ve “Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi arasındaki Koalisyon Protokolü’ne uygun olarak, bu bir yıllık süreden sonra başbakanlığın Doğru Yol Partisi’ne geçebilmesi için, yapmış olduğumuz taahhüde ve iki parti arasındaki mutabakata uymak üzere başbakanlık görevinden istifa ediyorum.” şeklindeki istifa dilekçesine tek kelime ile değinilmemiştir,

(g)    Aynı şekilde, söz konusu istifa mektubundan birkaç gün sonra merhum Erbakan’ın Başbakan Yardımcısı Tansu ÇİLLER ve hükûmeti destekleyen BBP Genel Başkanı merhum Muhsin YAZICIOĞLU ile birlikte bütün kameraların önüne çıkıp istifa gerekçesini detaylı biçimde açıkladığı basın toplantısı görmezden gelinmiştir.

(ğ)    Cumhurbaşkanı Demirel’in Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda söylediği ve o dönemde tüm sorumluluğun kendisine ait olduğuna ve tüm faaliyetlerin Anayasa ve yasalar çerçevesinde yürütüldüğüne ilişkin hiçbir beyanı iddianameye alınmamıştır.

(h)   Dönemin Adalet Bakanı Şevket KAZAN’ın bizzat kendi yazdığı “Öncesi ve Sonrası ile 28 Şubat” ve “Refah Gerçeği” adlı kitaplarda hükümetin istifasının tamamen iki parti arasındaki protokole dayalı bir ahde vefa ilişkisi olduğuna ilişkin açıklamalarının hepsi es geçilmiştir.

(ı)    Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik iç ve dış tehditlerin belirlendiği ve başta TSK olmak üzere devlet çapında güvenlikten sorumlu bütün kurumlara düşen görevlerin yer aldığı en önemli ve en temel kaynak olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) hiç gündeme bile getirilmemiştir. Hâlbuki Bakanlar Kurulu’nca imzalanan o belgeye bakılsaydı, İÇ TEHDİTLER başlığı altında “irticanın ve bazı İslâm Devletlerince desteklenen şeriat taleplerinin ciddi bir tehlike teşkil ettiği“nin belirtildiği görülecekti ve böylece başta TSK olmak üzere devletin güvenlikten sorumlu bütün birimlerinin o belge gereğince görevlerini icra etmiş oldukları anlaşılacaktı. Savcılık makamı bunu bilerek gözardı etmiştir. (Duruşmalar sırasında söz konusu belgenin Başbakanlık ve / veya MGK Genel Sekreterliğinden getirtilmesi taleplerinde bulunulmuş, ancak mahkeme bu konuda gerekli özeni göstermemiş, MGK’nın gönderdiği ve bilerek ya da bilmeyerek hedef şaşırtıcı birkaç cümlelik cevabı yeterli görmüştür. Mahkemenin MGSB konusundaki bu tutumunun da sanıklarca tuhaf karşılandığını belirtebiliriz.)

(i)    Bütün bu gayrı hukukî tutum yetmezmiş gibi, iddianameyi hazırlayan savcıların hukuka aykırı biçimde delil topladıkları, sırf sanıkları suçlu göstermek için ahlâksızca bir yaklaşımla resmî belgelerdeki cümleleri / ifadeleri bile tahrif etmekten kaçınmadıkları; dahası, 19 Şubat 2015 tarihli celsede de anlaşıldığı üzere, sorguya çağırdığı bazı sivil memurları sanıklar aleyhinde ifade vermeleri için korkuttuğu ve psikolojik baskı kurduğu ortaya çıkmıştır.

Nitekim duruşmalar sürecinde bu durumlar anlaşılınca bir kısım sanıklarca davanın savcıları Mustafa BİLGİLİ ve Kemal ÇETİN hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.

(j)     Ve nihayet, FETÖ’cü olduğu iddiasıyla 15 Temmuz ihanetinden sonra meslekten atılan ve 4 ay kaçtıktan sonra sahte kimlikle yakalanarak cezaevine konan Mustafa BİLGİLİ’nin iddianameye müşteki olarak koyduğu 196 asker kökenli şahıstan 49’unun Fetullah Gülen cemaatiyle ilişkisi nedeniyle TSK’dan Yüksek Askeri Şûra kararıyla ihraç edildiği anlaşılmıştır. Yani iddianameye bakıldığında bu davanın asker kökenli müştekileri arasında FETÖ’cülerin yer aldığı görülmektedir. Bu tespit, sayıları askerlerden çok daha fazla olan sivil müştekiler arasında da FETÖ’cüler olabileceği konusunda kuvvetli şüphe uyandırmaktadır.

Kısacası, bu davanın başta FETÖ olmak üzere siyasal İslâm’ı savunan köktendinci tarikat ve cemaatlerle neden mücadele ettiniz?”, “neden türbana karşı çıktınız” davası olduğu ve TSK’ya karşı ideolojik intikam güdüsü ile açıldığı tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştır.

  1. “Askerlerin Başbakan Erbakan’a 28 Şubat kararlarını baskı ile imzalattığı şeklindeki bilgilerin tamamen yalan olduğu, MGK’daki toplantıda asla nezaketsiz bir durumun yaşanmadığı bizzat MGK toplantısına katılan Meral AKŞENER ve Turhan TAYAN gibi tanıkların ifadelerinden anlaşılmıştır. (T.ÇİLLER de MGK toplantısında vücut dili itibariyle (!) bir soğukluk olduğunu, ancak baskı ve cebir gibi hususların asla olmadığını, sözel anlamda bir nezaketsizlik yaşanmadığını ifade etmiş, hatta baskı ve cebir ile ilgili soruyu “Kimin haddine?” diye yanıtlamıştır.) Ayrıca yukarıda da değinildiği üzere MGK kararlarını görüşmek üzere 13 Mart 1997 tarihinde toplanan Bakanlar Kurulu Toplantısı’na ilişkin tutanak da mahkeme tarafından Başbakanlık’tan istenmiştir. Görevlendirilen naip hâkimler tarafından incelenen ve mahkemede açıklanan tutanakta 406 Sayılı MGK kararlarının uygulanması konusunda hükûmet üzerinde hiçbir baskı olmadığı, Başbakan Erbakan’ın bu kararları tamamen benimseyerek ertesi gün (14 Mart) “GEREĞİ” için bakan(lık)lara direktif verdiği çok açık biçimde anlaşılmıştır.

Kaldı ki, asıl önemlisi, söz konusu 406 Sayılı MGK Kararlarını imzalatmak için Erbakan’a götürenin de askerler değil, Başbakan Yardımcısı Çiller olduğu ortaya çıkmıştır.

  1. Darbenin sembol eylemi olarak gösterilen “Sincan’da tankların yürümesi” olayı dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı (E) Org. Hikmet KÖKSAL’ın birinci ağızdan anlatımlarıyla netleşmiştir. Köksal Paşa, Sincan Belediyesi’nin 31 Ocak 1997 tarihinde düzenlediği tartışmalı Kudüs Gecesiyle 04 Şubat’ta tankların Sincan’dan geçmesinin bir ilgisinin olmadığını, normalde 07 Şubat tarihinde Akıncı üs bölgesinde plânlanmış bir özel görev tatbikatı olduğunu, bu tatbikatın her yıl o tarihlerde rutin olarak düzenlendiğini, kendisinin de bu tatbikatı izlemek istediğini, ancak aynı tarihte katarakt ameliyatı için kendisine gün verildiğini, bu nedenle tatbikatı izleyebilmek amacıyla kendi emriyle 3 gün erkene aldırdığını; tatbikatın intikal güzergâhı üzerinde bulunan bir menfezin yıkılmış olması nedeniyle tankların Sincan şehir merkezinden geçmek durumunda kaldığını, olayın bundan ibaret olduğunu, Kudüs Gecesi olayı ile tanklar arasındaki ilgiyi medyanın kurduğunu ve sansasyonel haber olarak yaydığını belirtmiştir.

Özellikle 16 sanık hakkında yeniden yargılama kararı verilmesini müteakip başlayan yargılamaların 2 ve 3’ncü duruşmalarında (24 Ocak 2022 ve 14 Mart 2022) “tanık” olarak dinlenen (E) Tuğg.Namık Kemal ÇALIŞKAN (Sincan’dan geçen Tank Taburu K., (E) Hv.Korg.Erdoğan KARAKUŞ (Akıncı Üs K.lığı görevinde bulunmuş TESUD Gn.Bşk.) ve (E) Tuğg. Ali ER (N.K.ÇALIŞKAN Paşa’dan önceki Tank Tb.K.) bu tatbikatların yıllardan beri yapıldığını vurgulamışlar, Çalışkan Paşa ise 04 Şubat 1997’deki intikalden 10-15 gün kadar önce yol keşfi bile yaptıklarını açıklamıştır.)

  1. Dönemin sembol ifadesi olarak Gnkur. 2’nci Bşk. Org. Çevik Bir Paşa’ya atfedilen “Demokrasiye balans ayarı yaptık” sözüne de yine bizzat Çevik Paşa açıklık getirmiştir. Bu sözü kendisinin hiçbir zaman kullanmadığını belirten Çevik Paşa, Türk – Amerikan İş Konseyi’nin davetlisi olarak ABD’ye gittiğinde Somali Harekâtı sırasında tanıştığı ve harekâtın sorumlusu olan BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a da bir nezaket ziyareti düzenlediğini, ziyaret çıkışında gazetecilerin “Annan’la ne konuştunuz?” diye sormaları üzerine “Sayın Annan TSK’yı övgü ile anmış ve TSK’nın Türkiye’de demokrasi için bir balans olduğunu söylemiştir” şeklinde bir yanıt verdiğini, bu açıklamadan sonra “Annan’ın ‘denge unsuru’ anlamında söylediği ‘balans’ kavramı medyada sanki ben söylemişim gibi bana atfedilmiştir” diye vurgulamıştır.
  2. Bir diğer sembol ifade olarak kayıtlara geçen “postmodern darbe” sözü ise dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri olan (E) Tümg. Erol ÖZKASNAK tarafından açıklanmıştır. Bu kavramın kendisine ait olmadığını, gazeteci Turan ALKAN ve Cengiz ÇANDAR tarafından kullanıldığını vurgulayan Özkasnak Paşa, telefonla katıldığı bir televizyon programında “buna birileri ‘postmodern darbe’ lafını yakıştırmış” diye belirtmesine rağmen ısrarla bu sözün kendisine mal edildiğini, 28 Şubat’ın asla bir askerî darbe olmadığını her yerde ve her fırsatta dile getirdiğini, nitekim daha 28 Şubat’ın hemen ertesinde – 01 Mart 1997 tarihinde – kendisini arayıp MGK kararlarının bir darbe olarak yorumlanıp yorumlanamayacağını soran gazeteci İsmet BERKAN’ı da “21. yüzyılda Türk Ordusunun darbelerle işi olmaz, darbeler geride kaldı” diye yanıtladığını ifade etmiştir.
  3. Gerek kılık kıyafetleri ve gerekse ilişkileri ile 28 Şubat döneminin sembol isimleri olan Müslüm GÜNDÜZ, Fadime ŞAHİN, Ali KALKANCI gibi şahısların “irtica tehdidi algısı yaratmak amacıyla askerlerce kullandığı” iddialarının da tamamen uydurma olduğu, ne TSK’nın bu şahıslarla ne de bu şahısların TSK ile hiçbir bağlantılarının olmadığı – dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu ÇİLLER, İçişleri Bakanı Meral AKŞENER ve Adalet Bakanı Şevket KAZAN’ın da mahkemedeki kabulleriyle çok net biçimde açığa çıkmıştır. Buna mukabil bu şahısların TSK ile değil, o dönemde iktidara yakın kimselerle bağlantıları olduğu ve bunun araştırılması gerektiği dile getirilmiştir.
  4. 28 Şubat’ta irticanın da bir tehdit olarak tanımlanmasını müteakip bütün diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da bu kapsamda tedbirler alındığı ve BÇG benzeri birimler oluşturulduğu, Başbakanlık nezdinde önce “Sürekli İzleme Merkezi (SİM)” sonra da “Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK)” adıyla bir merkezin kurulduğu anlaşılmıştır. Dahası, irtica ile mücadele kapsamında alınan bütün tedbirler ve verilen direktiflerin 14 Aralık 2010 tarihli Başbakanlık Genelgesine kadar yürürlükte kaldığı tespit edilmiştir. (Söz konusu genelgeyle irtica bir tehdit olmaktan çıkarılmıştır.) Başka bir deyişle, 1997 ve sonrasında irtica ile mücadele kapsamında alınan kararlar, tedbirler, verilen emirler R.Tayyip ERDOĞAN’ın başbakanlığı döneminde de – Aralık 2010’a kadar – geçerliliğini sürdürmüştür.
  5. Toplam 7-8 kişiden oluşan ve Genelkurmay Harekât Başkanlığı bünyesinde kurulan BÇG’nin ayrı bir istihbarat ve icraat merkezi değil, kendisine çeşitli kanallardan ulaşan bilgileri bir rapor haline getirip Komuta Katına arz eden bir birim olduğu; hiçbir operasyonel faaliyeti, yaptırım gücü, yazışma yetkisi olmadığı; BÇG’ye ulaş(tırıl)an söz konusu bilgilerin ezici bir çoğunluğunun ise MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden geldiği, TSK’nın da öncelikle MİT’in analizlerinden yararlandığı öğrenilmiştir. Başka bir deyişle, BÇG’nin kimseyi “fişlemediği”, böyle bir işlem de yapmadığı, irticaî faaliyetlerle ilgili olduğu öne sürülen kişi ve kuruluşlara ilişkin bilgilerin çok büyük bölümünün söz konusu kurumlardan geldiği açığa çıkmıştır.
  6. YÖK tarafından master – doktora vb. eğitim amacıyla yurt dışına gönderilenlerin bir kısmının yurda geri çağrılmasının 28 Şubat dönemiyle hiç ilgisinin olmadığı; bunların 1996 yılında dönemin MEB.lığı, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ve Başbakanlık Güvenlik İşleri Başkanlığı’nın kararları / yazıları dahilinde “usulsüz gönderildikleri” gerekçesiyle geri çağrıldıkları öğrenilmiştir.
  7. Soruşturmanın başından beri her seferinde sözde “darbenin sivil ayağı” denen medya, iş çevreleri ve bazı sivil toplum kuruluşları için ayrı bir soruşturmaya gidileceği söylenmesine rağmen bu konuda 8-9 yıldır tek bir adım atıl(a)mamıştır. (Atılamayacaktır da, çünkü ortada bir “suç” yoktur; böyle bir adım atılsa bile göstermelik olacaktır.) Böylece bu tür ifadelerin kamuoyuna yönelik bir göz boyama, aldatma, sahte kahramanlık gösterisi olduğu, ayrıca medya ve diğer ilgili çevreler üzerinde de bir baskı, tehdit ve şantaj aracı olarak kullanıldığı net olarak ortaya çıkmıştır.

            ÖZET VE SONUÇ

Bütün yukarıda sayılanları özetleyecek olursak; 28 Şubat davası da – askerlere yönelik bütün diğer davalar gibi – bazı siyasi çevrelerden güç alan FETÖ’cü yargı mensuplarının el ele vererek askerler üzerinde itibarsızlaştırma, sindirme, etkisizleştirme ve susturma amacıyla kurguladıkları ve servis ettikleri kumpas davalardan biridir. Tam bir FETÖ operasyonudur. Nitekim bu davada da süreç – tıpkı öbür kumpas davalarda olduğu gibi – sözde kimliği meçhul kişilerin savcılığa bilgi ve belge ulaştırmalarıyla başlamış, ıslak imzalı tek bir doküman bile olmadan ve üzerinde tahrifat yapılan düzmece CD ve belgelerle pek çok asker gözaltına alınıp tutuklanmış, kendi ayaklarıyla ifade vermeye gelen kişiler bile “kaçma şüphesi ile” tutuklanarak bir kısmı 2 yıla yaklaşan sürelerde cezaevlerinde kalmışlardır. Ayrıca yine terfi etmesine kesin gözüyle bakılan pek çok başarılı albay ya da general bu dava ile emekliye sevk edilmiş ve üniformayı çıkarmak durumunda kalmışlardır. (Amaç da zaten oydu… Yani Atatürkçü, Cumhuriyet’e bağlı, vatansever personeli tasfiye etmek ve yerlerini kendilerine bağlı subay ve generallerle doldurmak… Nitekim doldurdukları kadrolarla 15 Temmuz ihanetini gerçekleştirdiler.)

Bu dava, aynı zamanda bir “intikam davası”dır; “28 Şubat sürecinde – başta Fetullah GÜLEN Nur Cemaati olmak üzere – siyasal İslâm’ı savunan köktendinci tarikat ve cemaatlerle neden mücadele ettiniz, neden onların tekerine taş koydunuz, neden tarikat ve cemaatlerin devlette kadrolaşmasına izin vermediniz, neden para musluklarını tıkadınız, neden Fetullahçı – Işıkçı – Menzilci – Süleymancı – Nurcu vb. personeli ordudan attınız, neden yüce dinimizi istismar ederek insanları sömürenlere izin vermediniz, neden küçük çocukların beyinlerinin yıkanmasını engellediniz” diye “geçmişin intikamını alma davası”dır.

Öte yandan savcısından hâkimine, adli müşavirinden bilirkişisine kadar hukukî prosedürde yer alan hemen herkes FETÖ’cülük suçlamasıyla cezaevlerinde iken, hatta hüküm giymişken, böyle bir ekibin hazırladığı iddianameyle davanın sürdürülmesi ve o iddianameye dayanarak 21 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet cezası verilebilmesi, YARGITAY’ın da bunlardan 14’ünün cezasını onaması davanın en acı ve vahim taraflarından biridir.

Oysa son mahkeme heyetine kadar yapılan duruşmalarda kuşku götürmez bir gerçek olarak anlaşılmıştır ki, “askerî darbe” olduğu propagandası yapılan 28 Şubat kesinlikle bir darbe değildir. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL bunu açıkça dile getirmiş ve o dönemde bütün sorumluluğun kendisinde olduğunu çok net biçimde ifade etmiştir. Ancak herkesçe malûm bazı çevreler uydurdukları ve ısrarla tekrar ettikleri yalanlarla toplumda bir darbe algısı oluşturmuşlar, bunu da “mağduriyet edebiyatı”yla süsleyerek siyasi rant elde etmeye çalışmışlar, ne yazık ki toplumun unutkanlığını ve bu konudaki bilgisizliğini de çok iyi kullanarak oldukça başarılı olmuşlardır.

Ancak artık kimsenin bu “darbe tuzağı”na düşmemesi, “darbe yalanları”na kanmaması gerekir. Ortada ne bir askerî darbe ne de bir suç vardır. Zaten bir suç olsaydı, askerî darbenin varlığına ilişkin bugüne kadar somut bir gerekçe ya da belge ortaya konmuş olsaydı 9 yıllık soruşturma ve dava sürecinde sanıkların ipi elli kere çekilirdi. Ama duruşmalar sürecinde hâkimler de ortada bir suç olmadığını, her şeyin devletin en üst sivil kurumlarınca, Anayasa ve yasalar çerçevesinde geliştiğini anlayınca davayı sürekli uzatmak durumunda kalmış, o da yetmeyince mahkeme heyetleri değiştirilmiştir.

Kaldı ki bugün yaşadığımız olaylar 28 Şubat döneminde, yani bundan 26 yıl önce askerlerin irtica konusunda kaygı duymakta ne kadar haklı olduğu apaçık ortaya koymuştur. Anayasamızın “DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ”nin düzenlendiği 24’ncü maddesinde “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” diye vurgulansa da, ne yazık ki bugün başta Kur’an olmak üzere İslâm’ın bütün kutsal değerleri siyasetin ve siyasetçilerin elinde oyuncak ve istismar aracı olmuş, tarikat ve cemaatler siyaset eliyle korunarak ve dahi maddî açıdan ihya edilerek devletin bütün kurumlarına sokulmuştur.

Yüce dinimizin bu kadar ayaklar altına alınması, sömürülmesi, siyasete alet edilmesi ancak lanetle anılabilecek bir olaydır. Ayrıca bir barış dini olan İslâm’ın yanlış ellerde nasıl bir tehlike haline geldiğini çok yakınımıza kadar giren FETÖ ve IŞİD terörü ile de görülmüştür.

            SONUÇ İTİBARİYLE;

  1. 28 Şubat kesinlikle bir askerî darbe değildir, darbe ve / veya darbecilikle hiçbir ilgisi yoktur.
  2. 28 Şubat, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının, gericiliğin, dinî cehaletin, din istismarcılığı yaparak yürütülen tarikat ve cemaat örgütlenmesinin, yüce dinimizi siyasete alet etmenin Türkiye’yi nerelere sürükleyeceğinin tam 26 yıl önce TSK (ve devletin diğer ilgili güvenlik kurumları) tarafından tespit edildiğinin kanıtıdır.
  3. 28 Şubat, başta FETÖ olmak üzere bugünkü IŞİD (DAEŞ) ve benzeri köktendinci terör tehlikesine tam 26 yıl önce dikkat çekildiğinin resmidir.
    28 Şubat, meseleyi sanki kadınların başörtüsü meselesiymiş gibi göstererek özü toplumdan saklanan bir siyasi rant ve ayrıca devletin rejimi ile cumhuriyetin değerlerine karşı açılmış savaş meselesidir.
  4. 28 Şubat, siyasilerin kendi şahsî çıkarları, iktidar hesapları ve hırsları ile askerler üzerinden iktidarı kapma sevdası ve savaşıdır.
  5. 28 Şubat suçlaması, siyasilerin kendi beceriksizliklerini, başarısızlıklarını, hatta yanlışlarını örtmek için suçu askerlerin üzerine atma kolaycılığına, daha doğrusu “gaflet ve dalaletine” düşmelerinin bir başka biçimidir.

            Şurası bir gerçektir ki, bundan tam 26 yıl önce MGK’da alınan ve hükümetçe de aynen benimsenip kabul edilen o kararlar eğer istismar edilmeseydi, sulandırılmasaydı, sonradan gelen hükûmetlerce (siyasîlerce) gereği gibi uygulanıp takip edilseydi bugün kesinlikle 15 Temmuz ihaneti de, FETÖ belâsı da yaşanmazdı.

Dolayısıyla 28 ŞUBAT DAVASI (DA) SİYASİ RANT ELDE ETMEYE DÖNÜK VE TAM ANLAMIYLA SİYASİ BİR DAVADIR. İşleyişi tam bir psikolojik harekât (algı operasyonu) plânları çerçevesinde yürütülmüştür. Türkiye’de siyasetin yargı üzerindeki etkisi dikkate alındığında, sadece Sayın Cumhurbaşkanı’nın o tarihte biri 12 diğeri 14 yaşında olan kızlarının bu davada müşteki olmasının bile mahkeme üzerinde çok önemli bir baskı unsuru olduğu aşikârdır.

28 Şubat “sanıkları” olarak bu davanın sonuna kadar üzerine gidilmesini, hiçbir şeyin üstünün örtülmemesini, her şeyin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasını öncelikle biz askerler istiyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki ASIL SUÇLULAR 28 Şubat’ı bir darbe gibi gösterenler ve bu manipülasyondan nemalananlardır.

Nitekim ta ilk günden beri ısrarla vurguladığımız ASIL KAÇANLAR BU DAVAYI AÇANLAR OLACAKTIR sözünün ne kadar isabetli olduğunu yaşananlar göstermiştir. Ancak siyasetin dava üzerindeki gölgesi adaletin bir türlü yerine getirilememesinin yegâne nedeni olmuştur.

(E) Alb. Alican TÜRK

30.07.2023

 

EK – A :           28 ŞUBAT DAVASI Sanıklarının Tutukluluk ve Tahliye Bilgileri

EK – B :           13 Nisan 2018 Tarihli Yerel Mahkeme Kararlarına Göre Durum

EK – C :           30 Haziran 2021 Tarihli YARGITAY Kararlarına Göre Durum

EK – D :           19 Ağustos 2021’de Başlayan İnfaz Süreci ve Tahliye Durumları

 

LAHİKA28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MGK TOPLANTISI VE ALINAN KARARLAR

 

EK-A

28 ŞUBAT SANIKLARININ TUTUKLULUK VE TAHLİYE BİLGİLERİ

(İDDİANAMEDEKİ SIRAYA GÖRE)

 

S.NOADI SOYADITUTUKLANMA TARİHİTAHLİYE TARİHİDİYECEKLER
1Org. İ.Hakkı KARADAYI8’inci Dalgada (03.01.2013) savcılıkça ifadesi alındı, adli kontrol tedbirleri ile serbest bırakıldı.                                                                                              VEFAT (26.05.2020)
2Org. Çevik BİR15.04.201219.12.20131’inci Dalga
3Org. Çetin DOĞAN28.05.201219.12.20135’inci Dalga, ayrıca BALYOZ davasından hükümlü
4Tümg. Erol ÖZKASNAK20.04.201219.12.20132’nci Dalga
5Tümg. M.Erdal ŞENEL09.05.201201.10.20134’üncü Dalga
6Tümg. Kenan DENİZ22.06.201219.12.20136’ncı Dalga
7Org. İlhan KILIÇ29.05.201205.09.20135’inci Dalga
8Korg. Yıldırım TÜRKER26.04.201201.10.20133’üncü Dalga
9Korg. Çetin SANER09.05.201205.09.20134’üncü Dalga
10Korg. Kamuran ORHON03.06.201205.09.20135’inci Dalgada gözaltına alındı, serbest bırakıldı, tekrar tutuklandı
11Korg. Vural AVAR28.05.201207.11.20135’inci Dalga
12Ora. H.Bülent ALPKAYA13.02.201301.10.20139’uncu Dalga
13Org. Hikmet KÖKSAL29.05.201205.09.20135’inci Dalga, VEFAT (25.02.2020)
14Org. Ahmet ÇÖREKÇİ29.05.201205.09.20135’inci Dalga
15Org. Teoman KOMAN03.06.201203.09.20135’inci Dalga, VEFAT (14.12.2013)
16Tuğg. İdris KORALP14.04.201219.12.20131’inci Dalga
17Org. Fevzi TÜRKERİ26.04.201201.10.20133’üncü Dalga
18Tümg. Çetin DİZDAR09.05.201207.11.20134’üncü Dalga VEFAT (24.07.2018)
19Korg. Hakkı KILINÇ09.05.201205.09.20134’üncü Dalga
20Korg. Mustafa BIYIK09.05.201214.06.20134’üncü Dalga
21Alb. İ.Selman YAZICI02.05.201214.06.20131’inci Dalgada gözaltına alındı, serbest bırakıldı, tekrar tutuklandı
22Alb. A.Yavuz GÜRCÜOĞLU14.04.201214.06.20131’inci Dalga
23Alb. Serdar ÇELEBİ15.04.201214.06.20131’inci Dalga
24Alb. Mustafa BABACAN14.04.201214.06.20131’inci Dalga
25Alb. Orhan NALCIOĞLU14.04.201214.06.20131’inci Dalga
26Alb. İsrafil AYDIN14.04.201214.06.20131’inci Dalga
27Tümg.C.Temel ÖZKAYNAK4’üncü Dalgada (09.05.2012) gözaltına alınmak istendi, adresinde bulunamadı; mahkeme başladıktan sonra ilerleyen celselerde hakkındaki tutuklama kararı kaldırılınca mahkemeye gelip ifade verdi.
28Alb.Eser ŞAHAN4’üncü Dalgada (09.05.2012)gözaltına alınmak istendi, adresinde bulunamadı, duruşmalara hiç gelmedi / VEFAT (13.02.2015 – Romanya)
29Prof.Dr.H.Kemal GÜRÜZ25.06.201205.09.20136’ncı Dalga
30Korg. Sedat ARITÜRK6’ncı dalgada (22.06.2012) gözaltına alındı, serbest bırakıldı, tekrar tutuklama kararı çıkarıldı, adresinde bulunamadı; mahkeme başladıktan sonra ilerleyen celselerde hakkındaki tutuklama kararı kaldırılınca mahkemeye gelip ifade verdi.

 

S.NOADI SOYADITUTUKLANMA TARİHİTAHLİYE TARİHİDİYECEKLER
31Korg. Erdoğan ÖZNAL6’ncı dalgada (22.06.2012) gözaltına alınmak istendi, evinde bulunamadı, hakkında tutuklama kararı çıkarıldı; mahkeme başladıktan sonra ilerleyen celselerde hakkındaki tutuklama kararı kaldırılınca mahkemeye gelip ifade verdi.
32Korg. Engin ALAN22.10.201214.06.20137’nci Dalga, ayrıca BALYOZ davasından hükümlü
33Tümg. Ayhan CANSEVGİSİ14.02.201307.11.20139’uncu Dalga
34Org. Orhan YÖNEY13.02.201207.11.20139’uncu Dalga
35Tümg. Ersin YILMAZ9’uncu Dalgada (13.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
36Korg. Köksal KARABAY13.02.201207.11.20139’uncu Dalga
37Korg. Doğan TEMEL10’uncu Dalgada (21.02.2013) gözaltına alındı, ayrıca BALYOZ davasından hükümlü; tutuksuz yargılanmak üzere 28 Şubat davasından serbest bırakıldı.
38Tümg. Mehmet BAŞPINAR11’nci Dalgada (27.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
39Tümg. Fuat BÜYÜKCİVELEK9’uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
40Alb. Hüsnü DAĞ14.04.201207.11.20131’inci Dalga
41Alb. Oğuz KALELİOĞLU15.04.201201.10.20131’inci Dalga
42Korg. Metin Yavuz YALÇIN28.05.201214.06.20135’inci Dalga, ayrıca BALYOZ davasından hükümlü VEFAT (21.08.2021)
43Tüma. Mustafa ÖZBEY9’uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
44Tuğa. İ.Ruhsar SÜMER15.02.201301.10.20139’uncu Dalga
45Tümg. Şevket TURAN15.02.201307.11.20139’uncu Dalga VEFAT (24.08.2022)
46Tuğg. Metin Yaşar YÜKSELEN14.02.201301.10.20139’uncu Dalga
47Alb. A.Ziya ÖZTOPRAK9’uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
48Org. Şükrü SARIIŞIK21.02.201307.11.201310’uncu Dalga, ayrıca BALYOZ davasından hükümlü
49Org. Aslan GÜNER11nci Dalgada (27.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
50Korg. A.Atalay EFEER9’uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.  VEFAT (22.12.2019)
51Tuğg. Refik ZEYTİNCİ14.02.201307.11.20139’uncu Dalga
52Tümg. Yücel ÖZSIR27.02.201301.10.201311’nci Dalga
53Alb. Cengiz KOŞAL14.02.201314.06.20139’uncu Dalga
54Tümg. Kurtuluş ÖĞÜNGözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.
55Kora. Altaç ATILAN13.02.201307.11.20139’uncu Dalga
56Kora. Aydan EROL15.02.201307.11.20139’uncu Dalga
57Alb. M.Hakan BURAL20.04.201214.06.20132’nci Dalga
58Alb. Y.Kemal YAKIŞKAN26.04.201214.06.20133’üncü Dalga
59Astsb. Adem DEMİR26.04.201214.06.20133’üncü Dalga
60Alb. M.Şinasi ÇALIŞ1’nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.

 

S.NOADI SOYADITUTUKLANMA TARİHİTAHLİYE TARİHİDİYECEKLER
61Tuğg. Ertuğrulgazi ÖZKÜRKÇÜGözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
62Alb. Y.Cem ÖZARSLAN15.04.201214.06.20131’nci Dalga
63Alb. Ziya BATUR07.05.201214.06.20134’üncü Dalga
64Alb. Bahaddin ÇELİK20.04.201214.06.20132’nci Dalga
65Alb. Yüksel SÖNMEZ15.04.201214.06.20131’nci Dalga
66Alb. Salih ERYİĞİT14.04.201214.06.20131’nci dalga, VEFAT (05.04.2016)
67Alb. Ruşen BOZKURT15.04.201207.11.20131’nci Dalga
68Tuğg. M.Faruk ALPAYDIN09.05.201212.07.20134’üncü Dalga
69Alb. Osman BÜLBÜL20.04.201214.06.20132’nci Dalga
70Tümg. Ümit ŞAHİNTÜRK1’nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı, sağlık nedenleri de dikkate alınarak tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
71Alb. Ahmet DAĞCI20.04.201214.06.20132’nci Dalga
72Alb. Veli SEYİT20.04.201214.06.20132’nci Dalga
73Alb. Seyfullah SÖNMEZ20.04.201214.06.20132’nci Dalga
74Tuğg. Ünal AKBULUT15.04.201207.11.20131’nci Dalga
75Alb. Aydın KARAŞAHİN1’nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
76Bçvş. Hamza ÖZALTUN1’nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı                  VEFAT (27.05.2020)
77Alb. K.Sezai ÖKTE14.04.201214.06.20131’nci dalga
78Alb. Cengiz ÇETİNKAYA15.04.201207.11.20131’nci dalga
79Bnb. Ahmet AKA03.05.201214.06.20131’nci dalgada gözaltına alındı, serbest bırakıldı, savcılığın itirazı üzerine tekrar tutuklandı.
80Alb. Alican TÜRK15.04.201214.06.20131’nci dalga
81Alb. O.Atilla KURTAY26.04.201214.06.20133’üncü dalga
82Korg. Tevfik ÖZKILIÇ09.05.201207.11.20134’üncü dalga VEFAT (08.08.2017)
83Alb. M.Kemal SAVCI02.05.201214.06.20131’nci dalgada gözaltına alındı, serbest bırakıldı, savcılığın itirazı üzerine tekrar tutuklandı.
84Tümg. Berkay TURGUT09.05.201214.06.20134’üncü dalga
85Alb. Arslan DAŞTAN1’nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
86Tuğg. İ.Hakkı ÖNDER26.04.201214.06.20133’üncü dalga
87Alb. Nazmi SOLMAZ02.05.201214.06.20131’nci dalgada gözaltına alındı, serbest bırakıldı, savcılığın itirazı üzerine tekrar tutuklandı.
88Bçvş. Necdet BATIRAN1’nci Dalgada (14.04.2012) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
89Tuğg. Mehmet Ali YILDIRIM09.05.201214.06.20134’üncü dalga
90Tuğg. Metin KEŞAP09.05.201214.06.20134’üncü dalga

 

S.NOADI SOYADITUTUKLANMA TARİHİTAHLİYE TARİHİDİYECEKLER
91Tuğg. Celalettin BACANLI09.05.201214.06.20134’üncü dalga
92Alb. Mustafa KÖSEOĞLU26.04.201214.06.20133’üncü dalga
93Alb. Cumhur YATIKKAYA11’nci Dalgada (27.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
94Alb.M.İhsan TAVAZAR20.04.201214.06.20132’nci Dalga
95Tuğg.Abdullah KILIÇARSLAN14.04.201205.09.20131’nci Dalga
96Tuğg. Lokman EKİNCİ26.04.201214.06.20133’üncü dalga
97Alb. Erkan YAYKIR4’üncü Dalgada (09.05.2012) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı
98Alb. Mehmet AYGÜNER3’üncü Dalgada (26.04.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı
99Org. Erdal CEYLANOĞLU27.02.201314.06.201311’nci dalga
100Org. Ergin CELASİN9’uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
101Korg. İzzettin İYİGÜN06.03.201305.09.201312’nci dalga   VEFAT (09.10.2022)
102Alb. C.Hakan PELİT3’üncü Dalgada (26.04.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı
103Tuğg. İzzettin GÜRDAL9’uncu Dalgada (14.02.2013) gözaltına alındı, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol tedbirleriyle serbest bırakıldı.  VEFAT (16.05.2019)

 

 

NOT: 3’üncü dalgada (26 Nisan 2012) tutuklanan, tutukluluğu sürecinde rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan, geçirdiği ağır ameliyatlar sonrası 13 Ağustos 2012’de vefat eden Alb. Mehmet HAŞİMOĞLU hakkında vefatından 3 gün önce hakkında tahliye kararı verilmişti. Adı bu nedenle iddianamede geçmediği için listede yer almamıştır.

 

 

Hazırlayan: Alican TÜRK

 

                                               13 NİSAN 2018 TARİHLİ YEREL MAHKEME KARARLARI                                    EK – B

 

CEZA ALANLARDAVASI DÜŞENLERBERAAT EDENLER
1Org.İ.Hakkı KARADAYI1Org.Şükrü SARIIŞIK1Org.Aslan GÜNER36Alb.Arslan DAŞTAN
2Org.Çevik BİR2Org.Orhan YÖNEY2Org.Erdal CEYLANOĞLU37Alb.Mustafa BABACAN
3Org. Çetin DOĞAN3Korg.Kamuran ORHON3Org.Ergin CELASİN38Alb.M.Şinasi ÇALIŞ
4Org.Hikmet KÖKSAL4Kora.Altaç ATILAN4Korg.İzzettin İYİGÜN39Alb.M.Kemal SAVCI
5Org.Ahmet ÇÖREKÇİ5Korg.Köksal KARABAY5Korg.Doğan TEMEL40Alb.Orhan NALCIOĞLU
6Org.İlhan KILIÇ6Tümg.Ersin YILMAZ6Korg.Sedat ARITÜRK41Alb.Serdar ÇELEBİ
7Org.Fevzi TÜRKERİ7Tümg.Yücel ÖZSIR7Korg.A.Atalay EFEER42Alb.Yüksel SÖNMEZ
8Ora.H.Bülent ALPKAYA8Tümg.Şevket TURAN8Korg.Metin Yavuz YALÇIN43Alb.Cengiz ÇETİNKAYA
9Korg.Çetin SANER9Tuğg.Refik ZEYTİNCİ9Korg.Engin ALAN44Alb.Ziya BATUR
10Korg.Yıldırım TÜRKER10Tuğg.Metin Yaşar YÜKSELEN10Korg.Mustafa BIYIK45Alb.S.Kürşat ÖKTE
11Korg.Hakkı KILINÇ11Tümg.Mehmet BAŞPINAR46Alb.Mehmet AYGÜNER
12Korg.Cevat Temel ÖZKAYNAK12Tümg.Ayhan CANSEVGİSİ47Alb.Erkan YAYKIR
13Korg.Vural AVAR13Tümg.Fuat BÜYÜKCİVELEK48Alb.Osman BÜLBÜL
14Korg.Erdoğan ÖZNAL14Tümg.İzzettin GÜRDAL49Alb.Bahaddin ÇELİK
15Kora.Aydan EROL15Tüma.Mustafa ÖZBEY50Alb.Aydın KARAŞAHİN
16Tümg.Erol ÖZKASNAK16Tümg.Ümit ŞAHİNTÜRK51Alb.İsrafil AYDIN
17Tümg.M.Erdal ŞENEL17Tümg.Kurtuluş ÖĞÜN52Alb.C.Hakan PELİT
18Tümg.Kenan DENİZ18Tümg.Berkay TURGUT53Alb.Ruşen BOZKURT
19Tümg.Çetin DİZDAR19Tuğg.Abdullah KILIÇARSLAN54Alb.Seyfullah SÖNMEZ
20Tuğg.İdris KORALP20Tuğa.İ.Ruhsar SÜMER55Alb.O.Atilla KURTAY
21Prof.Dr.H.Kemal GÜRÜZ21Tuğg.Mehmet Ali YILDIRIM56Alb.M.Hakan BURAL
22Tuğg.Ünal AKBULUT57Alb.Alican TÜRK
23Tuğg.Mehmet Faruk ALPAYDIN58Alb.Yahya Kemal YAKIŞKAN
24Tuğg.Celalettin BACANLI59Alb.M.İhsan TAVAZAR
25Tuğg.İ.Hakkı ÖNDER60Alb.M.KÖSEOĞLU
26Tuğg.Lokman EKİNCİ61Alb.M.Cumhur YATIKKAYA
27Tuğg.Metin KEŞAP62Alb.Veli SEYİT
28Tuğg. Ertuğrulgazi ÖZKÜRKÇÜ63Alb.Y.Cem ÖZARSLAN
29Alb.Oğuz KALELİOĞLU64Alb.Ahmet DAĞCI
30Alb.A.Yavuz GÜRCÜOĞLU65Bnb.Ahmet AKA
31Alb.İ.Selman YAZICI66Astsb.Hamza ÖZALTUN
32Alb.Cengiz KOŞAL67Astsb.Necdet BATIRAN
33Alb.A.Nazmi SOLMAZ68Astsb.Adem DEMİR
34Alb.Hüsnü DAĞ
35Alb.A.Z.ÖZTOPRAK


30 HAZİRAN 2021 TARİHLİ YARGITAY KARARLARI

EK – C

CEZA ALANLAR“MÜŞTEREK FAİL OLAMAZ” KARARI VERİLENLERZAMANAŞIMI KARARI BOZULANLARBERAAT KARARI BOZULANLAR
1Org. Ahmet ÇÖREKÇİ1Ora. Hayri Bülent ALPKAYA1Org. Şükrü SARIIŞIK1Korg.İzzettin İYİGÜN
2Org. İlhan KILIÇ2Korg. Erdoğan ÖZNAL2Org. Orhan YÖNEY2Alb.İ.Selman YAZICI
3Org. Çevik BİR3Tümg. Muhittin Erdal ŞENEL3Korg. Kamuran ORHON 
4Org. Çetin DOĞAN4Prof.Dr. H.Kemal GÜRÜZ4Kora. Altaç ATILAN 
5Org. Fevzi TÜRKERİ 5Korg. Köksal KARABAY 
6Korg. Yıldırım TÜRKER 6Tümg. Ersin YILMAZ 
7Korg. Çetin SANER7Tümg. Yücel ÖZSIR 
8Korg. Hakkı KILINÇ8Tümg. Şevket TURAN 
9Kora. Aydan EROL 9Tuğg. Refik ZEYTİNCİ 
10Korg. Vural AVAR 10Tuğg. Metin Yaşar YÜKSELEN 
11Tümg. Cevat Temel ÖZKAYNAK   
12Tümg. Erol ÖZKASNAK   
13Tümg. Kenan DENİZ   
14Tuğg. İdris KORALP   

 

EK – D

19 AĞUSTOS 2021 TARİHİNDE BAŞLAYAN İNFAZ SÜRECİ ve SAĞLIK NEDENİYLE TAHLİYE DURUMLARI (TAHLİYE SIRASIYLA)

 

S.

NO

ADI SOYADIDOĞUM T.TAHLİYE TARİHİKALDIĞI CEZAEVİ ve SÜRESİTAHLİYE

YAŞI

DİYECEKLER
1Org. Çevik BİR14.05.193901.08.2022Buca

348 gün

(11,6 ay)

83Ağır demans
2Kora. Aydan EROL06.01.194001.11.2022Silivri

439 gün

(14,6 ay)

82Ağız içi kanseri
3Korg. Çetin SANER10.10.193909.11.2022Silivri

448 gün

(14,9 ay)

83Kalp
4Hv.Korg. Vural AVAR05.01.193820.12.2022Sincan

489 gün

(16,3 ay)

85CEZAEVİNDE VEFAT
5Hv.Org. İlhan KILIÇ01.10.193626.01.2023Silivri

526 gün

(17,5 ay)

87Sağlık / Kocamışlık
6Tümg. Kenan DENİZ16.04.194826.01.2023Silivri

526 gün

(17,5 ay)

75Sağlık / Kocamışlık
7Korg. Hakkı KILINÇ15.07.194017.02.2023Sincan

548 gün

(18,2 ay)

83Sağlık / Kocamışlık
8Hv.Org. Ahmet ÇÖREKÇİ10.06.193203.03.2023Silivri

562 gün

(18,7 ay)

91Sağlık / Kocamışlık
9Tuğg. İdris KORALP14.11.194803.03.2023Silivri

562 gün

(18,7 ay)

75Sağlık / Kocamışlık
10Org. Çetin DOĞAN15.05.1940BucaHALEN CEZAEVİNDE
11Org. Fevzi TÜRKERİ25.05.1941SincanHALEN CEZAEVİNDE
12Korg. Yıldırım TÜRKER27.09.1941SincanHALEN CEZAEVİNDE
13Tümg. C.Temel ÖZKAYNAK18.11.1945SincanHALEN CEZAEVİNDE
14Tümg. Erol ÖZKASNAK10.09.1946SincanHALEN CEZAEVİNDE

 

LAHİKA

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MGK TOPLANTISI VE ALINAN KARARLAR

*   Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde (Çankaya) saat 15.00’de başlayıp gece yarısına kadar (yaklaşık 9 saat) süren toplantıda ana gündem konusu irticadır. Gündem kapsamında MİT Müsteşarı Sönmez KÖKSAL, İçişleri Bakanlığı temsilcisi ve Genelkurmay Bşk.lığı’ndan Gnkur. İKK ve Güv.D.Bşk. Tümg.Fevzi TÜRKERİ irticaın geldiği noktayı anlatan birer sunum yaparlar. Sonuçta MGK’nın 406 Sayılı Kararı ve o kararın Ek’i olarak “Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı 18 maddelik bir önlem paketi kararı alınır.

 

MGK’nın 406 SAYILI KARARI:

  1. MGK, 28 Şubat 1997 günü Sn. Cumhurbaşkanı başkanlığında Başbakan, Gnkur.Bşk., Dışişleri Bak. ve Bşb. Yrdc., MSB, İçişleri Bak., Kuvvet K.ları, J.Gn.K. ve MGK Gensek.’nin iştirakiyle aylık olağan toplantısını yapmıştır.
  2. Kurul’un bu toplantısında, esasları ve nitelikleri Anayasa’da belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimizi ve cumhuriyet rejimimizi yıkmak, onun yerine bir siyasal dinî düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlar ile, bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikeler gözden geçirilerek değerlendirilmiştir.
  3. Yapılan bu değerlendirmeler sonucunda:
  4. Ülkemizde şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı hedefleyen grupların, Anayasa’nın tanımladığı demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletimize karşı çok yönlü bir tehdit oluşturduğu,
  5. Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı aşırı dinci grupların lâik ve anti lâik ayrımı ile demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendikleri,
  6. Türkiye’de lâikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu,
  7. Devletin yapısal özünü oluşturan sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri anlayışından vazgeçilemeyeceği, yasalar göz ardı edilerek yapılan çağ dışı uygulamaların takipsiz kalmasının hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacağı hususlarında görüş birliğine varılmıştır.
  8. Bu görüş ve değerlendirmeler sonucunda:
  9. Türkiye’de şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla, EK-A’daki tedbirlerin kısa, orta ve uzun vade içerisinde alınmasının Bakanlar Kurulu’na bildirilmesine,
  10. 2945 Sayılı MGK ve MGK Genel Sek.liği Kanunu’nun 9’ncu maddesine uygun olarak, MGK Gensek.liği tarafından; EK’te belirtilen tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları ile Bakanlar Kurulu Kararı haline getirilmeyen uygulamaların sonuçları hakkında belli süreler içerisinde Başbakan, Cumhurbaşkanı ve MGK’ya bilgi verilmesi kararlaştırılmıştır.

EK-A – “REJİM ALEYHTARI İRTİCAİ FAALİYETLERE KARŞI ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER” (18 Maddelik ek kararlar) :

1 –        Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4’üncü maddesi ile teminat altına alınan lâiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

2 –        Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.

3 –        Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:

            a –        8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.

            b –       Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4 –        Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılâplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu‘nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

5 –        Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

6 –        Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

7 –        İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

8 – İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir.

9 – TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

10 – Ülkemizi çağ dışı bir rejimden ve din istismarının sebep olabileceği muhtemel bir çatışmadan korumak için İran İslâm Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mani olunmalı. Bu maksatla İran’a karşı komşuluk münasebetlerimizi ve ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir tedbirler paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır.

11 –      Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.

12 –      T.C. AnayasasıSiyasi Partiler YasasıTürk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası‘na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

13 –      Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

14 –      Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15 –      Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

16 –      Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

17       Ülke sorunlarının çözümünü “millet kavramı yerine ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

18 –      Büyük Kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

­ Bu yazı ilk olarak 16.04.2016’da yazılmış, duruşmalar ilerledikçe gelişen durumlar dikkate alınarak güncellenmiştir. 30.07.2023 tarihli bu yazı 14’üncü versiyondur.

(1) Türkiye’de şeriat hukukuna dayalı bir İslâm Cumhuriyeti kurmayı amaçlayan aşırı dinci grupların, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin değerlendirilmesi” amacıyla toplanan 28 Şubat 1997 tarihli MGK’da alınan 406 Sayılı Karar bu yazının en sonuna LAHİKA olarak konmuştur.

(2) GATA’da göz doktoru iken TSK’dan ihraç edilen Tamer TATAR’ın bilahare FETÖ’nün Afrika’daki faaliyetleri kapsamında birçok hastanede 100’den fazla göz ameliyatı yaptığı tespit edilmiştir.

(3) Davada “5 No’lu CD” olarak geçmektedir.

(4) 28 ŞUBAT DAVASI Sanıklarının Tutukluluk ve Tahliye Bilgileri EK-A’da sunulmuştur.

(5)         28 Şubat soruşturmasının tutukluluk ve cezaevi sürecinin tüm detayları bu makalenin yazarı tarafından 28 ŞUBAT – SİNCAN’DAN TARİHE NOTLAR başlığı altında iki ciltlik “anı – belgesel” kitap olarak yayınlanmıştır. Alibi Yayıncılık tarafından basılan kitaplar Haziran 2017’de piyasaya çıkmıştır. Detaylı bilgi için anılan kitaba bakılması önerilir.

(6) İlginçtir ki, 15 Temmuz ihanet kalkışmasını araştırmak üzere yine bir AKP’li milletvekili olan Reşat PETEK başkanlığında oluşturulan TBMM 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu da olayın en kritik isimleri olan Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi AKAR ve MİT Müsteşarı Hakan FİDAN’ı dinlemekten ısrarla kaçınmıştır. Bu durum, bizde, her iki olayın da üstünün örtülmeye çalışıldığı izlenimini uyandırmış, en azından bazı gerçeklerin ortaya çıkmasının istenmediği şeklinde bir değerlendirmeye yol açmıştır. (Komisyon Başkanı Reşat PETEK milletvekili olmadan önce 28 Şubat davasında bazı müştekilerinin avukatlığını yapmaktaydı. Kendisi aynı zamanda “mağdur – müşteki” olarak 28 Şubat davasında yer almaktadır.)

(7) Kamuoyunda “Özgürlük Hâkimleri” olarak bilinen bu kişiler de Savcı M.BİLGİLİ gibi “Kozmik Oda” davasında hâkim olarak görev yapmışlardı. Adı geçen şahıslar da Şubat 2016’da HSYK tarafından açığa alınmışlar, 15 Temmuz ihanet kalkışmasını müteakip üçü de FETÖ üyeliği gerekçesiyle hâkimlikten ihraç edilmiş, haklarında tutuklama kararı çıkarılmış ve cezaevine konmuşlardır. Nitekim yargılamalar sonunda Nihal USLU 14 yıl, Halil İbrahim KÜTÜK 12 yıl 1 ay hapse mahkûm olmuş, cezaları Yargıtay’ca da onanmıştır.

(8) Bu talebin ne kadar haklı olduğu Yargıtay’ın “Ergenekon” kararında görülmüştür. Hatırlanacağı gibi Yargıtay 16. Dairesi, Nisan 2016’da, Ergenekon davasında yargılanan 26’ncı Genelkurmay Başkanı (E) Org. İlker BAŞBUĞ’un “Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanlarının Yüce Divan’da yargılanması gerektiği” yönündeki talebini haklı bularak dosyayı usûlden bozmuştu.

(9)         Hâkim Hakan ORUÇ da 15 Temmuz sonrası yürütülen FETÖ soruşturması kapsamında meslekten ihraç edilmiş, yapılan yargılamalar sonucu 25 Mayıs 2018’de 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.

(10)        Mahkemece kendisine yapılan yedi çağrıya rapor alıp katılmayan Çiller, nihayet 8’inci çağrı sonunda, 18 Temmuz 2017’deki 89’uncu duruşmaya SEGBİS (ses ve görüntü bilişim sistemi) yoluyla İstanbul’dan katıldı. Tansu Hanım, 28 Şubat’la ilgili geçmişteki konuşmalarının neredeyse tamamında “bu olay askerlerden ziyade Çankaya darbesidir” derken, mahkemede şaşırtıcı bir şekilde askerlerin rolünü öne çıkaran bir anlatım sergiledi. Ancak yine de “şikâyetçi olmadığını” belirtti. Bu tutum değişikliğinde, Çiller’in 15 Temmuz olaylarının birinci yıldönümü nedeniyle İstanbul ve Ankara’da düzenlenen anma / kutlama etkinliklerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görülen yakınlığının önemli rolü olduğu değerlendirilmektedir.

(11)        Sn. Rifat SERAROĞLU, 20 Haziran 2022 tarihinde yapılan duruşmada avukatın hazır bulundurması ile dinlenilmiş, yaptığı açıklamada “28 Şubat bir darbe değildir, o iktidarı REFAHYOL koalisyonuna karşı olan biz bir grup milletvekili yıktık, askerlerle bir ilgisi yoktur.” şeklinde konuşmuştur.

(12) Anılan isimlerden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural SAVAŞ 15.02.2023 tarihinde vefat etmiştir. Böylece bu tarihî davada maddî gerçeğin açığa çıkmasında rol oynayabilecek çok önemli bir şahsiyetin tanıklığına başvurulamamıştır ki, bize göre bu mahkemenin bilinçli bir tutumudur.

 (13) Söz konusu suç duyurusu hakkında savcılığın 12.03.2018 tarihinde “Soruşturma ve kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verdiği öğrenilmiştir. Ancak Av.Aytekin EROL bu işi sonuna kadar takip edeceklerini, gerekirse AİHM’ne kadar götüreceklerini beyan etmiştir.

(14) 13 Nisan 2018 tarihli yerel mahkeme kararına göre sanıkların durumu EK-B çizelgede sunulmuştur. Sanıklardan (E) Tümg. Çetin DİZDAR mahkeme kararından sonra vefat ettiği için mahkeme kararında “4 sanık” görünmektedir.

(15) 30 Haziran 2021 tarihli YARGITAY kararına göre sanıkların durumu EK-C çizelgede sunulmuştur.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.