savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,1779
EURO
37,8409
ALTIN
2.909,57
BIST
9.080,37
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
25°C
Ankara
25°C
Açık
Cuma Açık
26°C
Cumartesi Çok Bulutlu
27°C
Pazar Az Bulutlu
24°C
Pazartesi Az Bulutlu
19°C

Üçüncü Dünya Savaşının Etrafında Dolanıyoruz

Üçüncü Dünya Savaşının Etrafında Dolanıyoruz
A+
A-

 

Üçüncü Dünya Savaşının
Etrafında Dolanıyoruz

 

Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 03 Mart 2019

 

 

Güneydoğu Asya’nın iki nükleer gücü Pakistan ile Hindistan yeni bir savaşın eşiğine geldi. Şubat ortalarında Keşmir’in Pulwama kentinde gerçekleşen, 40 Hint askerinin hayatını kaybettiği intihar saldırısının ardından yükselen tansiyon, sınır ihlali suçlamalarıyla farklı bir boyuta taşındı.

Pakistan ve Hindistan orduları, hem havadan hem de karadan karşılıklı saldırı ve misillemelerde bulundu. Sınırın her iki yanındaki siviller tahliye edilirken, bazı bölgelerdeki okullarda eğitime bir süre ara verildi. Sabah saatlerinde Pakistan, Keşmir’in kendi kontrolü altındaki bölgesinde hava sahasını ihlal eden Hindistan’a ait iki savaş uçağını düşürdüğünü duyurdu. İlerleyen saatlerde Pakistan Başbakanı İmran Han, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’ye tansiyonu düşürme çağrısında bulundu. Pakistan olarak soruna diplomatik çözüm bulma teklifinde bulunan Han, “Tarih bize savaşların hep yanlış hesaplamalarla dolu olduğunu gösteriyor. Şimdi sorum şu, sahip olduğumuz silahlar göz önüne alındığında yanlış hesaplama yapma şansına sahip miyiz? Oturup konuşmalıyız.” ifadelerini kullandı. Başbakan İmran Han’ın bahsettiği silahlar tabi ki nükleer silahlardan başkası değildi.

Üçüncü Dünya Savaşının etrafında dolanıyoruz,  ilk kurşunun patlatmasını bekleyen bir halimiz var. Bu, kimsenin sorumluluk almak istemediği bir savaş. Herkesin, özellikle de 300 yıllık hâkimiyetinin son demlerini yaşadığı görülen Batı egemenliğinin kaybedecek çok şeyi var. Küresel alanda adeta bir Rus ruleti oynanıyor.  2. Dünya Savaşı, iki atom bombasının Japonya’ya atılması ile sona ermişti. 3. Dünya Savaşı, Doğu Asya’da bu sefer nükleer başlıklı füzelerin ateşlenmesi ile mi başlayacak? Yakın zamandaki Pakistan Hindistan gerginliği, ABD, Çin, Rusya, Kuzey ve Güney Kore’nin dâhil olduğu ve her geçen gün yükselen gerilim, bu ihtimalin hiç de görmezden gelinecek bir şey olmadığını gösteriyor. Birinci Dünya Savaşı’nı bir suikast, İkinci Dünya Savaşı’nı bir işgal başlatmıştı. Şimdi akla şu soru geliyor, Üçüncü Dünya Savaşını acaba ne tetikleyecek?

 

Ünlü tarihçi İbn-i Haldun’un söylediği gibi devletler de insanlar gibi doğar, gelişir, büyür ve ölür. Bu böyle olmasaydı Pers imparatorluğu, Roma İmparatorluğu, İspanyol İmparatorluğu, Büyük Osmanlı Devleti, İngiliz İmparatorluğu, Sovyet İmparatorluğu yıkılmazdı. İbn-i Haldun’un Mukaddime kitabında devletlerin yükseliş ve çöküşlerindeki aşamaları ayrıntılı olarak anlattığı “Tavırlar Teorisi”nin de vurguladığı gibi, Seküler Batı dünyası ekonomik ve askeri gücünün doruğuna ulaştı.

Batı’da barışçı, Doğu’da savaşçı olan Amerika, Avrupa ülkelerini de yanına alarak, Suni olarak yarattığı İslam korkusu ile 50 yılı aşkın bir süredir tüm Ortadoğu’yu ateş topuna dönüştürdü. Seküler Batı dünyasının, sürekli yeni boyutlar kazanan İslam korkusuyla, Ortadoğu ülkelerindeki dayatmacı yönetimleri desteklemesi, Ortadoğu’daki barış hareketlerine en yıkıcı darbeyi vurdu. Ortadoğu’da genişleyen iç savaş dalgalarından, şehirler en büyük zararı görürken, demokrasi de ölümcül yaralar aldı. Amerika’nın Avrupa’da barışsever, Asya’da savaş sever olması, dayatmacı yönetimleri güçlendirirken, demokratik gelişmelerin de hayat kaynaklarını kuruttu.

 

Dünyanın nükleer silahlı en güçlü ordusuna sahip Amerika’dan barışın bekçiliğini, demokrasinin koruyuculuğunu beklemek, barışı savaşa teslim etmektir. Vietnam, Irak ve Afganistan’da, Amerika’nın yaptığı gibi: Barışa savaş açılırsa, kazanan taraf, barış değil, savaş olur. Avrupa ülkelerinin, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, Ortadoğu’da başlattıkları her savaş, barış getirmediği gibi, daha büyük savaşlara yol açtı. Seküler dünya, barışın değil, savaşın havarisidir.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda dünya hâkimiyeti kuran Batı sistemi iki safhalı bir rol değişiminin ürünü. İlk safhada İngiliz İmparatorluğu, dünya hâkimiyetinin anahtarını elinde tutarken, 1945 sonrası bu hâkimiyet ABD’nin eline geçti. Sovyetler Birliği ile yaşanan Soğuk Savaş ile iki kutuplu bir dünya egemenliği mücadelesi, nükleer füzelerin hakemliğinde yaşandı, bu düzende iki süper güç, karşı karşıya gelmek yerine, mücadeleyi vekâlet savaşları, Hollywood, askeri darbeler, uzay savaşları vb. üzerinden yürüttüler.

Her ne kadar Soğuk Savaş’ın sona erdiği tarih olarak 1989’da Berlin duvarının yıkılması olarak kabul edilse de, ABD hegemonyasının sona ermesini Irak’ın 2003 yılındaki işgali ve 2008 yılında Batı yarımküreyi sarsan küresel finans krizine tarihlemek mümkün. İki gelişme de ABD’nin mevcut siyasi, askeri ve ekonomik gücünün 21. yüzyılda tek başına bir hegemon güç olmasını sağlamaya yeterli olmadığını ortaya koydu. Buna karşın, Son 30 yılda ekonomik olarak süper güç seviyesine çıkan Çin, siyasi ve askeri gücünü de geliştirirken, Vladimir Putin’in iki binli yılların başında Kremlin’de kontrolü sağlaması ile siyasi kaostan çıkarak, Sovyetler Birliği etki alanlarında varlığını hissettirmeye başladı. Bu gelişmelere ek olarak, Türkiye, Brezilya, Hindistan gibi bölgesel güçlerin de klasik ittifak bağlantılarından ayrışarak daha bağımsız ve özgüveni yüksek bir siyaset izlemeleri de, 1945’te Yalta’da güncellenen Batı ittifakı düzeninin sona erdiğini ilan ediyordu.

 

Bu durum başta Çin ve Rusya olmak üzere diğer ülkeleri güç politikalarına yöneltti. ABD tüm küresel alanda bıraktığı boşluk, söz konusu iki ülke ve diğer bölgesel güçler tarafından doldurulmak istendi veya zorunda bırakıldı. Rusya bu boşluğu Vladimir Putin liderliğinde önce Kafkasya, sonra Kırım, son olarak da Suriye’de ilhak ve müdahaleler ile kendini belirleyici güç konumuna yükselterek kullandı. Çin ise aynı dönemde hem küreselleşmenin nimetlerinden sonuna kadar yararlanarak ekonomik gücünü birkaç kat artırdı, hem de Güney Çin Denizi, Doğu Asya’da egemenlik alanlarını de facto olarak genişletti. Bunun yanında ABD’nin arka bahçesi olarak nitelenen Latin Amerika ile Batılı güçlerin sömürü alanı Afrika’da da ilişkilerini güçlendirdi. Yine İran gibi ABD’nin kurduğu sistemden dışlanan ülkeler de nüfuz alanlarını artırma cesaretini kendilerinde buldular. İran, Irak’tan, Suriye’ye ve Yemen’e kadar müdahaleci ve mezhepçi politikalarını genişletme imkânı edindi.

Tarih gösteriyor ki revizyonist bir gücü, ödünler vererek ya da onun sistem aleyhine girişimlerini görmezden gelerek, savaştan kaçınmak mümkün değil.

Peki, küresel alanda, üçüncü dünya savaşını tetikleyecek potansiyel fay hatları nerede mevcut? Bunlardan biri Ukrayna. Rusya, önce ülkenin en stratejik bölgesi, Kırım’ı ilhak ederek bir Karadeniz gücüne dönüştü. Şimdi de desteklediği ayrılıkçı güçler vasıtasıyla ülkenin doğusunda da söz sahibi bir konuma yükseldi. Bunun karşısında ABD-Avrupa ekseni şimdilik diplomasi ile yanıt veriyor. Ama tek bir kıvılcımla tüm Avrupa’yı Baltık kıyılarından, Karadeniz’e kadar içine alan bir savaşa neden olabilir.

 

Diğer bir fay hattı, ilk dünya savaşının da çıkış nedeni olan Balkanlar. Doksanlı yılların ardından, yeniden bu coğrafyada Rusya-Batı mücadelesi kendini göstermeye başlamış durumda. ABD Başkanı Donald Trump’ın, Karadağ’ın NATO üyeliğini onaylaması ve Rusya’nın Sırbistan’a modern silahlar satacağını açıklaması, bölgedeki gerilimi gittikçe yükseltiyor. Bu gerilime, Sırbistan-Kosova-Arnavutluk; Sırbistan-Bosna denklemlerini de eklersek, fay hatlarında biriken enerjiyi anlamamız kolaylaşır.

Üçüncü enerji birikiminin merkezi ise Kudüs. Trump yönetiminin ABD Büyükelçiliğini Tel-Aviv’den Kudüs’e taşıması İslam dünyası ve Arap coğrafyasındaki ülkeler tarafından tepkiyle karşılanmış durumda. Yine, İsrail’deki ırkçı Netanyahu yönetiminin, başta Kudüs olmak üzere, Filistin topraklarındaki işgali hızlandırması her an bir kıvılcımı ateşleyerek, bölgesel bir savaşın ve sonrasın büyük güçlerin dâhil olduğu bir dünya savaşını tetikleyebilir.

 

Dördüncü kritik nokta, günümüzde kanlı bir iç savaşın yaşandığı Suriye ve Irak ekseni. Mevcut durumda burada mikro bir dünya savaşı veriliyor da denebilir. Küresel alanda kim aklınıza gelirse bir şekilde iki ülkeye de müdahil durumda.

Beşinci kritik nokta Kore Yarımadası. Teknik olarak hâlâ savaş halinde olan, Kuzey Kore ile ABD/Güney Kore ekseninde gerilim her geçen gün artıyor. Pyongyang yönetiminin yılbaşından beri ardı ardına gerçekleştirdiği füze denemeleri, ABD ve Güney Kore’nin ortak askeri tatbikatlar ile cevabı, yüksek irtifa hava savunma sisteminin (THAAD) konuşlandırılması, ABD’nin bölgeye uçak gemilerini yönlendirmesi yaklaşan fırtınanın habercisi sanki.

Nükleer füze mi tetikleyecek?

Yukarıda belirttiğimiz tüm bu fay hatları, hegemon bir gücün varlığı altında belki sıcak bir savaşa dönüşmeden kontrol altında tutulabilirdi. Daha da önemlisi artık nükleer füzelerin Kuzey Kore ve İsrail gibi çılgın ülkelerin elinde olması. Bugün dünya üzerinde nükleer silahlara sahip ya da sahip olduğu düşünülen sekiz ülke var. Bunlar sırasıyla, Rusya, ABD, Fransa, Çin, İngiltere, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore. Rusya, ABD, Fransa, Çin ve İngiltere, nükleer silahların kontrolü anlaşmasına taraf ülkeler. Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore ise bu anlaşmaya dâhil değiller. 2015 verilerine göre sadece Rusya ve ABD, toplam 15 bin nükleer başlığa sahip. Bu sayıda nükleer silah dünyamızı birkaç kez yok etme kapasitesi demek. Yine İsrail’in 80 kadar, Kuzey Kore’nin de en fazla 10 tane nükleer silaha sahip olduğu düşünülüyor.

Pakistan, Hindistan ve özellikle İsrail veya Kuzey Kore gibi uluslararası sistem tarafından denetlenmeyen kontrolsüz güçlerin elinde bulunan nükleer silah kapasitesinin tüm dünya için bir tehdit olduğu açık. Özellikle bu iki ülkenin çevresi için sürekli güvenlik problemi ve gerilim oluşturduğu düşünüldüğünde. Şimdi o soruyu yeniden sormanın zamanı. Üçüncü Dünya Savaşı bir nükleer başlıklı balistik füzenin tetiklemesi ile mi başlayacak? Bu soruya küresel gelişmeleri ve güç dengelerinde yaşanan değişimi gören, okuyan hiç kimse, “hayır” yanıtını veremez. Bu tehlike dünyamızı teğet mi geçecek, yoksa insanoğlu kendi felaketine bir kez daha mı sürüklenecek onu zaman gösterecek.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.