savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,7784
EURO
36,7823
ALTIN
2.946,32
BIST
10.081,00
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
10°C
Ankara
10°C
Hafif Yağmurlu
Pazar Az Bulutlu
14°C
Pazartesi Az Bulutlu
14°C
Salı Az Bulutlu
12°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
8°C

İrlanda Unutmak İstiyor Fakat Ölüler Sonsuza Kadar Gömülü Kalmazlar

İrlanda Unutmak İstiyor Fakat Ölüler Sonsuza Kadar Gömülü Kalmazlar

İrlanda Unutmak İstiyor
Fakat Ölüler Sonsuza Kadar Gömülü Kalmazlar

                                                   TUAM’IN KAYIP ÇOCUKLARI

DAN BARRY 28 EKİM 2017

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 10 Kasım 2017

Tuam, İrlanda.

Çocuklar Tanrı’nın verdiği bir armağandır, Rahmin ürünü bir ödüldür. İncil, Ayet 127:3

Sadece 6 yaşında olan çelimsiz bir kız, babasının çiftlik hayvanları ile uğraştığı, annesinin ise acı dolu bir sırrı yıllardır sakladığı, ailesi ile birlikte yaşadığı mütevazı çiftlik evinden ayrılır ve ana yola doğru yönelir. Sisters of Mercy (Merhamet Rahibeleri) adlı ilkokula gitmektedir.

Koyu kestane rengi bukleli saçları olan Catherine adlı küçük kız, Galway Eyalet sınırları içinde yer alan ve adını Latince ‘‘Mezar Tepesi’’ teriminden alan Tuam kasabasına gitmektedir. Tuam, nesiller boyunca çevresindeki fabrika ve araziye oranla daha yüksek olan ve gökyüzüne doğru uzanan ve gurur veren bir ayrıcalık olarak ifade edilen, katedraldeki Roma Katolik Başpiskoposluğuna ev sahipliği yapmaktadır.

 

Yıllar öncesinde bir İrlanda sabahında küçük kız, güneşi engeller gibi görünen, Dublin yolu boyunca yüksek duvarlar tarafından oluşturulan gri bir örtü içinde, iki mil kadar yol alır. Sağ tarafında, büyük zorluklarla kazanılan şilinlerin, burun farkıyla kaybedildiği veya kazanıldığı Parkmore yarış sahası uzanmaktadır. Ve solunda da taş duvarlarının üzerine cam kırıkları yerleştirilen, Anne ve Bebek Evi bulunmaktadır.

1925 yılında yeni kurulan St. Mary Anne ve Bebek Evi çocuklar için uygun bir yer olarak görülmektedir.
Yasaklanan bu duvarların arkasında rahibeler, evlenmemiş anneler ve onların çocuklarına; günahkârlar ve onların gayri meşru dölleri diye anılan düşmüşlere göz kulak olmaktadırlar.

Fakat genç Catherine’nin tek bildiği orada yaşayan çocukların tamamının sanki farklı bir ırka ait gibi göründükleridir: soluk benizli, hastalıklı ve tecrit edilmiş bu çocuklara, ‘‘Ev Bebekleri’’ denilmektedir.

Kızın uzun yürüyüşü, geç kalmanın elinize birkaç sopa ile cezalandırılmanıza neden olabilecek Merhamet Okulunda son bulur. Evden gelen çocuklar ise okula daima geç kalmaktadırlar, bunun nedeni, onları meşru öğrencilerden ayırmak gibi görünmektedir. Ayaklarına büyük gelen kaba botları, okulun kapısına doğru muhtemelen yiyecekleri şamara doğru hızla ilerlerken çılgınca bir ritim oluşturmaktadır.


Hassas bir çocuk olmasına ve oyun alanındaki arkadaşlarının alaylarına aşina olmasına rağmen, Catherine yine de sınıf arkadaşlarından bir tanesine bir şaka yapmaya karar verir. İçi boş bir şeker kâğıdını, sanki içinde hala şeker varmış gibi ev bebeklerinden birine verir ve küçük kızın beklentisinin üzgün bir şaşkınlığa dönüşmesini izler.

Neredeyse herkes gülmektedir. Catherine hayatı boyunca bu anı asla unutmayacaktır.

Dersler bittikten sonra ev bebekleri iki sıra halinde dizildikleri Dublin Yolunda, botlarının çıkardığı seslerle Gotik duvarlar arasında gözden kaybolurlar. Bazen koyu renkli ahşap kapı aralık kaldığında, Catherine evine dönerken kaçamak bir bakış atmanın heyecanını yaşamaktadır.

Üzerine cam kırıkları yerleştirilmiş olan bu duvarların arkasında, yedi dönüm büyüklüğünde bir İrlanda ıstırabı uzanmaktadır. Burada bir yerlerde, bir asır önce, ev fakir evsizlerin nefret ettikleri bir yerken, açlık ve sıtmaya kurban olanlar yatmaktadır.

Fakat yalnız değildirler.

Çok sonraları Catherine, buranın korkunç gerçeklerini ortaya çıkaracaktır. Catherine’nin anlattıkları İrlanda halkını ulusal bir hesaplaşmaya yönlendirecek ve kendilerine: ‘‘Biz kimdik? Biz kimiz?’’ sorularını sormalarına neden olacaktır.
Fakat şimdi, Catherine henüz bir çocuktur, her gün dersler bittiğinde, adı gömülen ölüleri çağrıştıran bu İrlanda kasabasından, evine; hayvanlarla uğraşan babasına ve yaşamı boyunca bir sırrı koruyan annesine dönmektedir.

DİNİ AYİN VE ANMA

İrlanda’da ölüler hep bizimledirler.

Kırsal kesimde yaşayan insanların, Kasım ayının ilk gecesi olan Tüm Azizler Günü arifesinde, ölülerin geri gelecekleri inancıyla, evlerini nasıl temizlediklerini ve bir şeyler içtiklerini hatırlayan yaşlı insanlarla hala karşılaşabilirsiniz. Geceleri, yol kenarında uyuyan ölüleri rahatsız etmemek için yolun tam ortasından yürümenin nasıl olduğunu da bilirsiniz.

Günümüzde dahi İrlandalıların ölülerine karşı çok iyi oldukları söylenmektedir. Mahalli radyolarda haberler, rutin bir şekilde hep ölüm haberleri ile bitmektedir. Katolik kültürün hüküm sürdüğü bir ülkede, dinsel bir uygulama olmasa da topluma alışık oldukları geleneksel bir ritüeli hatırlatmaktadır; sabah kalkış, cenaze töreni için toplanma, barda uzun süreli birlikte vakit geçirme, bir ay sonra yapılan bir anma merasimi ve sonrasında her yıl yapılan ölüm yıldönümünü anma ritüelleri.

İrlanda – Evlilik Teklifi: Benim insanlarımla birlikte gömülmek ister misin?

Ölümün garip ve esprili bir şekilde kabullenilmesi, ülkenin halk şarkıları, edebiyatı ve fıkralarında da geniş bir şekilde yaşamaktadır. Standart bir İrlanda şakası, evlilik teklifi ile ilgilidir: Benim insanlarımla birlikte gömülmek ister misin? Standart bir şarkıda ise İrlandalılar için ‘‘hayat suyu’’ olan viskinin, ölü bir bedenin üstüne dökülmesi ve merhum Tim Finnegan’ın dirilerek yeniden dünyaya dönmesi anlatılmaktadır.

Üzerine viski dökülen Tim Finnegan’ın dirilmesi.

Mezarlıklara duyulan saygı çok büyüktür, insanlar her yıl yerel mezarlıkta toplanır ve papaz orada yatanları kutsarken dualar edilir. Mezarlara duyulan bu derin saygının nedeni asırlardır süren evlerinden kovulmanın veya tarlalarda ve sapa yollarda kıtlıktan ölenlerin hatıralarına olan saygıdan, ya da basitçe mezar taşlarına yazılan ‘‘Hatırlanacak’’ yazılarından kaynaklanıyor olabilir.
Catherine’nin ilkokul günleri artık yaklaşık olarak 60 yıl geride kalmıştır. Kasvetli bir Haziran öğleden sonrasıdır ve bir zamanlar üstüne cam kırıkları koyulan duvarlar arkasında saklanan yerlerde yürümektedir. Kargaların dolaştığı gökyüzünden yağmur damlaları dökülmeye başladığında, siyah renkli ceketini bir eşarp gibi kullanarak başını örter.

Onun adı artık Catherine Corless olmuştur, kızlık soyadı Farrell’dir. 63 yaşında, kolay gülmeyen bir büyük annedir artık ve Katolik dinine olan inancını ise çok zaman önce yitirmiştir.

Ara sıra yerel kilise önlerinde bulunan, Kutsal Bakirenin mavi gözleri ve Aziz Patrick’in sakalı gibi yıpranmış heykellerin boyanmasında gönüllü olarak çalıştığı doğrudur, fakat Catherine bütün bunları, toplum için yapmaktadır, kesinlikle kilise için değil. Bahçesinde, mutfağının penceresinde beslediği kuşlarda ve burada ayağının altındaki toprakta çok daha derin bir iç huzuru ve anlam bulmaktadır.

Catherine Corless. Foto: Paulo Nunes dos Santos. The New York Times

Bir zamanlar Tuam’a bakan bu korkunç binaya ait geçmişten kalan çok az fotoğraf bulunmaktadır, bunun nedeni belki de çok az insanın eski anıları hatırlamak istemesidir. Şimdi, binanın yerinde devlet tarafından yaptırılan ucuz konutlar ve içinde gümüş renkli bir salıncak, sarı bir kaydırak ve tırmanma oyuncağı olan olduğu mütevazı bir oyun alanı bulunmaktadır.

Birkaç yıl önce günlerden bir gün Catherine, ilkokulda zamanlarında hafızasına kazınan bu eski ev hakkında bilgi toplamaya başlar. Amatör bir tarih araştırmacısı olarak yola koyulmuştur, fakat ne zaman geçmişte orada yaşayan çocuklar üzerine odaklansa, aklına o korkunç evde ölen, asla okul çağına gelemeyen ve hatta bebekliği geçemeyen çocuklarla ilgili sorular gelmektedir.
Peki, o zaman, neden 1925 yılında beş aylıkken ölen Patrick Derrane ve 1960 yılında yine beş aylıkken ölen Mary Carty ve bu süreler arasında hayatlarını kaybeden diğer bütün çocuklar battaniyenin öbür tarafında doğanlar (anne ve babası evlenmemiş bebekler için kullanılan bir deyim) olarak anılmaktadırlar? Sayısız Bridget, Nora, Michael ve John ve birçok Mary ve Patrick, soyadları da İrlanda ortak lisanından olan çocuklar.

İnsanlar ruhlarına dua etmek için onların mezarlarında dururlar mı? Onlar hatırlanır mı?

Çevrede araştırma yaparken Catherine’nin daima duyduğu: ‘‘Ah, onlar zavallı çocuklar. Zavallı çocuklar.’’ sözleridir.

Derine indikçe daha eski geçmiş ve yerler orta çıkar. Şimdi, yağmurdan ıslanmış çimler üzerinde dururken neredeyse neler olup bittiğini görüyor ve işitiyor gibidir. Parlatılmış salonlar ve cıvıl cıvıl yatakhaneler, bebeklerin altını değiştiren rahibeler, bağırışlar, inlemeler ve dudaklarda mırıldanan dualar.

ÇARMIHA GERİLMEYİ BEKLEMEK

Kadınlar ve yeni doğmuş bebekleri genellikle Tuam’ın meraklı sokak lambaları söndükten sonra buraya geliyorlardı. Onlar, Portumna ve Peterswell, Claremorris ve Lettermore, Moylough ve Loughrea gibi isimleri şarkı sözlerini hatırlatan kasabalardan ve ülkenin çeşitli yerlerinden geliyorlardı.

Ve şimdi burada, Kutsal Mary Anne ve Bebek Evindeydiler, 50 bekâr anne ve evlilik dışı ilişkiden doğan 125 çocuk için ara bir durak olan, fırtına bulutları rengindeki bu muazzam binada.

Bina, 1846 yılında bir düşkünler evi olarak açılmış fakat neredeyse hemen, Tuam Herald gazetesi tarafından, ölenlerin inlemeleri o kadar dehşet vericiydi ki kulaklara bir saatin tik takları gibi aşina geliyordu şeklinde tanımlanan, korkunç Büyük Kıtlık kurbanlarını kabul etmeye başlamıştır. Yıllar sonra bina, 1921 yılında İrlandalı isyancılar ile Büyük Britanya arasında imzalanan anlaşma sonrasında kurulan yeni İrlanda hükümetine hizmet eden bir askeri garnizona dönüştürülmüştür. Bir bahar sabahı, süren iç savaş esnasında, anlaşma ile verilen tavizleri kabul etmeyen altı cumhuriyetçi mahkûm bahçedeki kül rengi duvarın önünde infaz edilmişlerdir.

Hükümet binayı, yüz karası kadınların günahlarından kurtulabilecekleri bir sığınma yeri olarak yeniden düzenlemiştir. Devlet tarafından finanse edilen bu tür evler, her zaman, hâkim kilise ile yeni kurulan acemi devlet arasındaki çok yakın ilişkileri muhafaza eden Katolik tarikatlar tarafından yönetilmişlerdir.

O zamanlardaki kadın düşmanlığı ile ahlak ve ekonomik şartları göz önüne alarak; evlilik dışı ilişkiden doğan bir bebek ailenin mirasla ilgili planlarını bozduğunda ve hatta yerel bir papazın onurunun lekelenmesi söz konusu olduğunda, kırsal kesimde yaşayan saf bir genç kadının durumunu hayal edin; bazen akraba da olabilen, yaptığından asla utanç duymayan ve asla sorumluluğu kabul etmeyen bir adam tarafından hamile bırakılan kadın için sadece birkaç seçenek bulunmaktadır. İngiltere’ye kaçabilir, yeni doğmuş bebek evli kız kardeşlerinden birine aitmiş gibi davranabilir veya Fransız kökenli dini bir kurum olan Congregation of Sisters of Bon Secours (İyi Yardım Rahibeleri Tarikatı) tarafından işletilen korkunç Tuam evine gönderilebilir.


Bon Secours rahibelerinin sloganı: “Tanrı İhtiyacı Olanlara Yardım Etsin’’dir.

Sabah erken kalkıyor ve bebeğinizle birlikte kreşe gidiyorsunuz. Toplanma zamanı saat sekizdir, sonra yulaf lapası ve çaydan ibaret kahvaltı yapılır. Sonra emzirme zamanıdır, bebeklerin bezleri yıkanır ve sonra günlük kölelik başlar. Yatakhanenin zeminini balmumu ile cilalayabilir veya idrar lekeli yatak çarşaflarını yıkayabilirsiniz.
“Son derece korkunç ve yalnızlık dolu, her yerden uzak bir yerdi,’’ diye hatırlıyor Julia Carter Devaney.

Kayıplar – Foseptik tanklarına gömülen çocukların trajik kaderi.

Bir ıslah evinde doğan ve Bon Secours’a getirilen Julia, Tuam Evinde neredeyse 40 yıl boyunca çalışır. 1985 yılında hayatını kaybetmiş olsa da nadir bir sezgi yeteneği ile ‘‘insanlık dışı’’ olarak tanımladığı bu yalıtılmış dünyayı anlattığı ses kayıtları hala durmaktadır.
Kapılar yeni gelenleri karşılamak için daima açık tutulmaktadır, fakat kültürel mahkûmiyet duygusu öylesine güçlüdür ki kimse kaçıp gitmeyi aklından bile geçirmez. Aşk özleminin veya yitip giden masum flört günlerinin tek tesellisi, fırıncının ara sıra verdiği ve şans eseri size düşen bir kektir.

Julia, “Birçok kız gözyaşı dökerdi,” diyor.

Her hareketinizi izleyen Bon Secours rahibeleri bunu, İrlanda toplumu adına yapıyorlardı. Onlar da kadınlar için çok az seçenek olan baskıcı bir ataerkilliğin kurbanlarıydılar. Genç bir kız olarak ruhani bir çağrıya ayak uydurmuş olabilirler veya daima hamile olan ve aşırı çalışan, hep şikâyet eden annelerini görüp sadece bir çiftçinin karısı olmak istememiş de olabilirler. Bir iş, ne de olsa hepsi temiz ve bastırılmış alışkanlıklara yansıyan, eğitim, güvenlik ve statü anlamına gelmektedir.

Ve Julia, evdeki rahibelerin hepsini çok iyi hatırlamaktadır.

Rahibe Hortense çok iyi yürekli bir kadındır fakat ceza vermekte çok hızlıdır; Rahibe Martha daha kültürlüdür fakat yumrukları çok serttir. Biri çocukların nefretini kazanırken, diğeri iyilik yapmakta bir diğeri ise sopa kullanmaktadır. Bu böylece sürüp gider.

Rahibeler onları sık sık Ballinasloe’de bulunan akıl hastanesi veya kadınların müsait ve yoldan çıkmış olarak görüldükleri, ikinci kez hamile kalanlar dâhil tövbekâr fahişelerin suçluluk duygusu içinde köle gibi çalıştıkları ve bazen öldükleri çamaşırhanelere göndermekle tehdit ederlerdi.

Anne ve Bebek Evinde kalarak acı çekmeyi tercih ettiğinizde ise bir yıl veya daha fazla bir süre sonunda bu ceza infaz kurumundan, hemen hemen daima yanınızda çocuğunuz olmadan ayrılmaya zorlanırdınız. Julia, o ayrılık anını beklemenin tıpkı Bakire Meryem’in İsa’nın çarmıha gerilmesini beklemesi gibi olduğunu hatırlıyor.

Julia Carter Devaney (Sağ) Tuam’da bir arkadaşı ile birlikte. Foto: Tuam Herald

Uzak bir Galway çiftliğinden buraya gönderilen bir kadının hikâyesi oldukça ilginç ve özgündür. Çocuğuna yakın olmaya kararlı olan kadın, yakınlardaki bir hastanede temizlikçi olarak çalışır ve birkaç yıl boyunca her hafta, çalışmadığı günlerde evin kapısına gelerek aynı sözleri tekrar eder:
İçerde tuttuğunuz benim oğlum. Oğlumu istiyorum. Onu kendim yetiştirmek istiyorum.

Yanıt, hep hayır olurdu. Ve kapı kadının yüzüne kapanırdı.

Geride kalan çocuklar için salıncak ve tahterevalliler ile kasabadan verilen Noel hediyeleri vardı, fakat asla bir büyükbaba veya kuzen sürpriz ziyaretler yapmazdı. Onlar sevgiden yoksun bir ortamda, her zaman olan enfeksiyon riski ile yaşamaya mahkumdular.

Julia, “Tıpkı kümesteki tavuklar gibiydiler,” diyor.

St. Mary Anne ve Bebek evinin eşyaları 1970’li yılların başlarında açık artırma ile satılmıştır. Foto: Caroline Gormley

Hayatta kalmayı başaranlar, bugün o günleri yarım yamalak hatırlıyorlar, yatak ıslatmanın utancını ve kendi kendilerini sallayarak nasıl uykuya daldıklarını. Şimdi 70 yaşlarında olan bir adam bir keresinde yürüyüş için onları dışarı çıkardıklarını ve kendilerini park etmiş arabaların aynalarında ilk kez gördüklerinde duydukları heyecanı hatırlıyor.
“Gördüğümüzün, aynadaki kendi yansımamız olduğunu dahi bilmiyorduk” ve “Kendimize gülüyorduk. Gülüyorduk’’ diyor.

Evlat edilene, eğitim için bir okula gönderilene veya yatılı olarak bir ailenin yanına gönderilene kadar daha büyük olan çocuklar Dublin Yolu üzerinde olan iki ilkokuldan bir tanesine giderlerdi, bazıları yolda gördükleri yabancılara ‘‘baba’’ ve ‘‘anne’’ diye seslenirlerdi. Eski püskü giysileri ile ihmal edilmişliğin ihanet sembolleri olan bu çocuklar, sınıfın arkasında diğerlerinden ayrı otururlardı.

Catherine; ‘‘Onlara gerçekten bir şeyler öğretildiğini hiç hatırlamıyorum’’, ‘‘Onlar sadece oradaydılar’’ diyor.
Öğretmenler yaramazlık yapan kabadayı öğrencileri ev bebeklerinin yanına oturtmakla tehdit ederlerdi. Aileler çocuklarını, yaramazlık yapmaları ve kötü çocuk olmaları durumunda direkt olarak ‘‘eve’’ gidecekleri şeklinde uyarırlardı. Ve ev bebekleri, formalite olarak vaftiz edilseler de o şeytani yanık sülfür kokusu hep üzerlerindeydi.

Evden biraz uzakta yaşayan ve şimdi 67 yaşında olan emekli müdür Kevin O’Dwyer “Onlar Şeytanın çocuklarıydılar,” diye hatırlıyor ve ‘‘Bunu bize okulda öğretmişlerdi’’ diye ekliyor.

Yine de belalı çocuklardan bir tanesi genç Kevin’i hedef aldığında, onu kurtarmaya gelen çocuk ev bebeklerinden biri olmuştur. Daha büyük olan kız; ‘‘Onu yalnız bırak’’ ve ‘‘Bunu yaptığını bir kez daha görürsem canını yakarım’’ sözleri ile onu uyarmıştır.

Adam, onu kurtaran kızın ismini hayatı boyunca unutmayacaktır: Mary Curran.

1961 yılı bir Eylül sabahında, elektrik direklerini deviren, arpa tarlalarını mahveden ve evlere büyük hasar veren, nadir görülen çok şiddetli bir kasırga İrlanda’yı vurur. Şiddetli fırtınada Anne ve Bebek Evinin de çatısı hasar gördüğünden, Julia evin kapılarının sonsuza dek kapanmasına yardım eder. Evin durumu çok kötüdür, bazı personelin eğitimleri yetersizdir ve Galway kasabasının yetkilileri evi yenileştirmeme kararı alırlar.

Bon Secours Tarikatı rahibeleri bahçede çocuklarla oynarken.

Bir zamanlar balmumu ile cilalanan terk edilen büyük H Blok binası, salonlarında saklambaç oynayan çocukların seslerinin yankılandığı ürkütücü bir oyun alanına dönüşür. Kevin, eski kilisenin dahi çocukların papaz ve günah çıkaran rolüne geçerek ‘‘Affet beni kutsal babamız, günah işledim’’ sözleriyle oyunlar oynadıkları bir alana dönüştüğünü hatırlıyor.

Yıllar geçer, Galway Kasabası yetkilileri evi yıkma ve yerine ucuz konutlar yapma planını devreye sokar. Ve bir zamanlar, çocukların hızlı adım seslerinin duyulduğu evin hatıralarının yerini, geceleri evi ziyaret eden bebek hayaletlerini kovalayan çocukların cılız sesleri alır.

ACI İÇİNDE ARAYIŞ

Catherine hala onu Anne ve Bebek Evinin hikâyesini araştırmaya neyin yönelttiğini merak etmektedir. Şans ya da belki de bir zamanlar alay ettiği küçük kızın hatırası. İliklerine kadar işlemiş alçakgönüllülüğüne rağmen bazen seçilmiş olduğunu düşündüğü zamanlar da olmaktadır.

Tuam Evinin Çocukları. Foto: Irish Center

Geçmişini, yalnızlık içinde geçen çocukluk zamanlarını düşünüyor, en iyi arkadaşı olan ‘‘Pupy’’ adlı köpeğini, annesini saran üzüntüleri. Annesinin başkalarına duyduğu empatiyi her zaman takdir ederdi, fakat geçmişinden, Tuam’ın 140 mil kadar kuzeydoğusundaki Armagh Kasabasında kalan kendi insanlarından bahsetmeyi reddetmesi Catherine’yi her zaman şaşırtmıştı. Sorduğunda; muhakkak hepsi ölmüşlerdir derdi, akrabaları hakkında söyledikleri sadece bunlardı ve daha fazla dua edersen Tanrı sana yardım edecektir derdi hep.

Catherine, “Dertli bir kadındı,” diyor annesi için.

Catherine ortaokuldan mezun olur, yeteneksiz olduğu korkusunu taşıyarak Galway’deki bir sanat lisesine gider, resepsiyoncu olarak iş bulur. 1978 yılında Aidan Corless ile evlenir. Catherine’nin utangaç tabiatının aksine Aidan, iyi şarkı söyleyen, güzel akordeon çalan ve tiyatro sahnesinde oldukça rahat, sokulgan bir adamdır.

Dört çocukları olur. Çok geçmeden Catherine komşularının çocukları ile de ilgilenmeye başlar, ev işlerine, oyunlara ve gençlerin taşkınlıklarına gömülmüş durumdadır.

Annesi Kathleen 1992 yılında 80 yaşındayken hayata gözlerini yumar, geride anlatılmayan birçok şey bırakmıştır. Catherine en sonunda annesinin neden böylesine içine kapanık ve huzursuz olduğunu bulabilmek ümidiyle Armagh’a giderek resmi kayıtları incelemeye karar verir.

Çocukların anısına yaptırılan bir türbe. Foto: Paulo Nunes dos Santos. The New York Times

Sanki kozmik bir bilmecenin parçasıymış gibi aradığı bütün yanıtları tek bir şey hariç bulur. Annesinin doğum sertifikasında, baba ismi için ayrılan yer boş bırakılmıştır; hiçbir isim yoktur.
Annesi, evlilik dışı bir ilişki sonucu dünyaya gelmiştir.

Annesini tanıyanlardan dinledikleri, kadının gençlik yıllarını da öğrenmesini sağlar: Dışlanan kadın, hizmetçi olarak bir iş bulabilmek umuduyla evden eve dolaşır. Sonra ölene kadar saklayacağı, kocasına dahi anlatamayacak kadar utanç duyduğu bir sırla yaşamını sürdürür.

“Bütün yaşamı böyle geçti, bize dahi anlatmak istemedi,’’ diyor Catherine. ‘‘Bize anlatmaktan utandı…’’
Bu kadar acı ve pişmanlık arasında bir tohum ekilir.

Annesi hakkında öğrendikleri Catherine’de, kim olduğumuzu ve nasıl davrandığımızı şekillendiren güçlerin neler olduğunu anlamak için bir ilgi uyandırır. Yerel tarih üzerine bir gece kursuna devam ederken paha biçilmez bir şey öğrenir: ‘‘Aradığınız bir şeyi bulamazsanız asla vazgeçmeyin. Neden orada olmadığını sorun. Ve ‘‘neden’’ sorusunu sık kullanın.’’

Çocuklar artık büyümüşlerdir ve Catherine, Old Tuam Society adlı dergiye yerel tarihle ilgili yazılar yazmaya başlar, bütün bunlar olup biterken kendisini bitkin düşüren baş ağrıları ve panik ataklar ile boğuşmaktadır. Nöbetlerin günlerce sürdüğü olmaktadır ve çareyi sadece zeminde, hareketsiz bir şekilde karanlıkta yattığında bulmaktadır.
Geçmişin derinliklerine gitmek onu oyalayan güzel bir avuntudur artık ve bir noktada eski Anne ve Bebek Evi konusunu incelemeye karar verir: ıslah evi olarak kurulması, Tuam tarihindeki yeri gibi genel şeylerdir bulmak istedikleri. Derinlere inmek gibi bir düşüncesi yoktur.

Frannie Hopkins. Foto: Paulo Nunes dos Santos. The New York Times

Fakat eve ait neredeyse hiç fotoğraf kalmamıştır ve çevrede yaşayan insanların çoğu da ev konusunda nedense pek konuşmak istememektedirler. Catherine’nin sorduğu her soru yeni bir soruya neden olmaktadır, gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmak asla mümkün değilmiş gibi görünmektedir. Örneğin neden bahçenin bir yerinde bakımlı ve çok güzel süslenen bir Kutsal Meryem heykeli bulunmaktadır?

Ha? Orası mı? der birkaç komşu. Çok eskiden bir çift, çevrede yaşayan iki delikanlının, beton bir çukur içinde insan kemikleri bulduğu yerde, huzur dolu bir köşe yapmak istemişlerdir. Belki de kıtlık kurbanlarına ait kemiklerdir.

Anlattıkları hikâye Catherine’ye oldukça anlamsız gelir. Kıtlıktan ölenler asla bu şekilde gömülmemektedirler.
Bu delikanlılar kimdi? Acaba gördükleri neydi?

Frannie Hopkins 9, Barry Sweeney ise yaklaşık olarak 7 yaşlarındaydılar. İkisi de çocukluk yaramazlıklarından çıkma devresindeydiler ve hayal güçlerinde büyük yer tutan terk edilmiş evin yakınlarındaki yaban elması ağaçlarının etrafında dolaşıyorlardı.

Bazı akşamlar, Frannie’nin babası, kasabanın yüksek bir tepesinde bulunan Thatch Barda, oğlunun Athenry Road boyunca, eski evin hayaletlerini solunda ve mezarlığı sağında bırakarak evin kapısına kadar gidişini izlerdi. Fakat 1970 yılının sonbaharında o gün, çocuklar, gün ışığında kendilerini oldukça cesur hissediyorlardı.

Evin güneydoğu köşesinde uzun otlar üzerinde gezinirlerken, beton büyük bir taşa rastladılar, vurduklarında ses içeriden yankılanıyordu. Meraklanan çocuklar yassı taşı araladılar ve tank benzeri, derin olmayan bir boşlukta kafatasları ve kemiklerden oluşan korkunç bir manzara ile karşılaştılar.

Frannie, Barry’i hafifçe iteledi ve daha genç olan çocuk çukurun içine düştü. Her çocuk gibi o da ağlamaya başladı ve Frannie onu kolundan tutarak çukurun içinden çıkardı, sonra iki çocuk kaçmaya başladılar, neşe veya korkudan kahkahalarla gülüyorlardı. Ne gördüklerini herkese anlattılar, Frannie’nin babası ona, bir daha aynı yere gitmesi durumunda poposuna esaslı bir tekme atacağını da söyledi.

Kasaba çalışanları çok geçmeden evin o bölümünü yıkmak için oradaydılar. Polis kemiklerin kıtlıktan ölenlere ait olduklarını söylemişti. Bir papaz dualar okudu ve her şey kapandı.

Yetişkinliğe ulaştıklarında Barry Sweeney İngiltere’ye çalışmaya gider, Frannie Hopkins ise bir İrlanda askeri olarak dünyanın çeşitli yerlerinde dolaşırdı. İkisi de ortak hikâyelerinin ara sıra bar ve sokaklarda anlatıldığı Tuam’a geliyorlardı.
İnsanlar onlara yanıldıklarını ya da yalan söylediklerini ifade ediyorlardı. Barry onu böylesine etkileyen bir olayı insanların hafife almasına inanamıyordu, fakat Frannie her seferinde onu rahatlatma görevini üstleniyordu.
Ona her seferinde; ‘‘Barry, gerçek bir gün ortaya çıkacak,’’ derdi.

MARY, PATRICK VE JOHN’LAR

Şimdi, üzerinden 40 yıl geçtikten sonra amatör tarihçi Catherine Corless, halk araştırma merkezinde öğrendiği ‘‘neden’’ sorusunu defalarca kullanarak, bu gerçeği gün yüzüne çıkarmak için uğraşmaktadır.

Baş ağrıları ve panik atak nöbetleri geçtiğinde, mikro film bulanıklığındaki eski gazetelerin sayfaları arasına dalmaktadır. Galway Kent kütüphanesinde bulunan, özel koleksiyon eski haritaları incelemek için saatlerce zaman harcamaktadır. Catherine bir gün Tuam kasabasının modern haritasını bir kopya kâğıdına aktarır ve bunu kasabanın 1890 tarihli haritası üzerine yerleştirir.

Ve evet işte oradadır. Başka bir zamanın kartografik detaylarına baktığında, evin eski foseptik sisteminde yer alan bir tankın, tam da çocukların korkunç keşiflerini yaptıkları yerde olduğunu fark eder. Çocukların kemikleri buldukları yerdeki tank, 1930’lu yılların sonlarında birbirleri ile bağlantısı kesilen, Viktorya dönemine ait tüneller ve bölmelerden oluşan kanalizasyon sisteminin bir parçasıdır.

Bunun anlamı; iki gencin bir zamanlar, tesadüf eseri ev bebeklerinin kemiklerini bulması olabilir miydi? Eski bir kanalizasyon sistemine gömülen ölmüş bebeklerin kemiklerini?

Catherine “Anlayamamıştım, bu fikrin dehşetini anlayamadım’’ diye devam ediyor.

İçgüdüleri ile hareket eden Catherine, hükümetten, evde hayatını kaybeden rastgele 200 çocuğun ölüm sertifikasını satın alır. Ve sonra Tuam mezarlığına giderek elinde bulunan iki büyük kitap kalınlığındaki ölüm sertifikaları ile mezarlıkta yatmakta olanların isimlerini tek tek karşılaştırır.

Evde hayatını kaybeden çocuklardan sadece ikisi kasabanın mezarlığına gömülmüştür. Her ikisi de öksüzdür ve ikisi de ‘‘meşru’’ çocuklardır.

Ne Bon Secours Tarikatı ne de kasaba konseyi ev bebeklerinin defin kayıtlarının yokluğunun nedenini açıklayamazlar ve muhtemelen akrabalarının ölü bedenleri alarak kendi aile mezarlıklarına gömmüş olabileceklerini ileri sürerler. Gayri meşruluğu bir namus lekesi olarak gören ve dışlayan, o zamanlardaki yaklaşımı çok iyi bilen Catherine’ye bu iddia oldukça saçma gelir.

Catherine’nin ‘‘Ev’’ başlıklı makalesi, 2012 yılı Aralık ayında, Tuam’ın tarihi gazetesinde yayımlanır. Tesisin genel tarihi hakkında bir giriş sonrasında, olmayan defin kayıtları ve iki çocuğun tesadüfen insan kemikleri bulduğu, artık kullanılmayan foseptik tankı dâhil araştırmasının sonuçlarını paylaşır yazısında.

Makalesinde; ‘‘O küçük çocukların büyük bir bölümü, eski evin arkasındaki o küçük yere gömülmüş olabilirler mi?’’ Ve eğer durum buysa neden orasının gerçek bir mezarlık olarak tanınmadığını sorar.

Yıllar önce sınıf arkadaşlarından birisi ile iki ev bebeğine yaptıkları şaka dâhil kendi hatıralarını da paylaşır yazısında. ‘‘O zamanlar, o küçük kızların aç bir şekilde boş şeker kâğıtlarına saldırmalarının komik olduğunu düşünüyordum, fakat o kızların durumu hiç gözlerimin önünden gitmiyor’’ diye yazar.

Catherine’nin cesur yazısı oldukça provokatif bir soruya neden olur: Devletin emrinde çalışan Katolik rahibeler, yüzlerce çocuğun cansız bedenlerini foseptik kuyularına mı atmışlardır?

Catherine, hükümet ve din adamlarından bir kınama beklemektedir, fakat bu kınama asla gelmez. Sanki hiçbir şey olmamış ve Catherine hiçbir şey yazmamış gibidir.

 

Önceleri sadece, unutulan çocukların hatırası için bir tabela dikilmesini isteyen Catherine, insanların bu tepkisizliğini gördüğünde artık çok daha fazlasını istemektedir. ‘‘Hiç kimse aldırmadı ve bu durum her zaman benim için itici bir güç oldu. Hiç kimse aldırmadı’’ şeklinde duygularını ifade etmektedir.

Araştırmalarını sürdürür ve sonunda 36 yıl süren varlığı esnasında evde hayatlarını kaybeden bütün gayri meşru çocukların adları, yaşları ve ölüm tarihlerini gösteren başka bir listeyi de parasını vererek satın alır.
Acı veren son rakam 796’dır.
İlk bebek, mide ve bağırsak iltihabı nedeniyle beş aylıkken hayatını kaybeden Patrick Derrane’dir. Haftalar sonra 4 aylık dahi olmayan ve doğuştan anemi hastası Mary Blake de hayata gözlerini yumar. Bir ay sonra, henüz 3 aylık olan Matthew Griffin ise menenjit kurbanı olur. Hemen arkasından James Murray hayatını kaybeder, küçük James de henüz sadece 4 aylıktır.

 

Anne ve Bebek Evinde, kullanıma açıldığı 1925 yılında yaşama gözlerini yuman çocuk sayısı yedidir. Özellikle tatil zamanları durum daha kötüdür; 11 aylık olan Peter Lally, Noel Günü bağırsak tüberkülozu nedeniyle hayatını kaybeder, hemen ertesi gün, St. Stephen Gününde, üç aydır bronşitle boğuşan 1 yaşındaki Julia Hynes de yaşama gözlerini yumar.
Kızamık. Grip. Mide ve bağırsak iltihabı. Menenjit. Boğmaca. Tüberküloz. Zayıflayarak erime olarak da bilinen ciddi yetersiz beslenme.


1930 yılında evde yaşayan dokuz bebek hayatını kaybeder. 1931 yılında ölen bebek sayısı on birdir. 1932 yılında rakam yirmi dörde çıkar. 1933 yılında hayata gözlerini yuman bebek sayısı ise otuz ikidir.

Tuam Evi, çok erken yaşlarda ölen çocuklar konusunda yalnız değildir. O dönemlerde, gayri meşru çocuk ölümlerinin sayısı, meşru çocuk ölümlerinin sayısından dört kat daha fazladır ve Tuam Evi gibi kurumlarda yaşayanlar özellikle risk altındadırlar. Bunun, doğum öncesi yetersiz bakım, yetersiz hükümet desteği ve çalışanların eğitimsiz olması gibi birçok nedenleri olabilir. Fakat bir şey kesindir: Ölen bebeklerin olduğu kesinlikle bir sır değildir.

İrlanda parlamentosu, 1934 yılında aşırı çocuk ölümleri hakkında bilgilendirilir. Bir kamu görevlisinin ifade ettiği gibi gayrimeşru ilişkilerden doğan bu zavallı çocuklara normal çocuklar gibi aynı özen ve dikkatle bakılmadığı sonucuna ulaşılır.

O yıl, Tuam Evinde otuz çocuk hayatını kaybeder.

1938 yılında 26, 1940 yılında 34 ve 1944 yılında 40 çocuk daha çok küçük yaşlarda hayata gözlerini yumar.

Eski St. Mary Anne ve Bebek Evi. Foto: Paulo Nunes dos Santos. The New York Times

1947 yılında, bir hükümet sağlık müfettişi, bebeklerin içler acısı durumlarını yansıtan bir rapor hazırlar, raporunda çocuklar ve bebekleri; perişan ve bir deri bir kemik, ümitsiz, hasta, çelimsiz, zorla yürüyen zavallılar olarak tanımlamamaktadır.

O yıl evde 52 çocuk daha yaşama gözlerini yumar.

Catherine, bu çocuklara karşı kendisini sorumlu hissetmektedir. Geçmişin derinliklerini araştırmaya devam eden Catherine, Tuam Evinde yaşamını yitiren 796 çocuğun isimlerini Galway ve Mayo kasabalarının mezar kayıtları ile karşılaştırır. Evet, Tuam Evinde ölen 769 çocuk bu mezarlarda değildir.
Evde ölen çocuklar Tuam Mezarlığında yoktur, annelerinin doğdukları yerlerin mezarlıklarında da yoklardır. Peki, bu çocuklar nerede olabilirler?

Catherine, hiç şüphesiz bu sorunun cevabını zaten biliyordur.

VE GERÇEK, BÜTÜN ULUS SERSEMLİYOR

Catherine basit ve neredeyse bir manastır hayatı yaşamaktadır. Pratik, genellikle siyah renkli elbiseleri tercih etmektedir ve hayatında bir kez olsun gece bir bara gitmemiştir. Alkollü içkiler içmemekte ve et yememektedir. Kahvaltı masasında bir kâse müsli gevreği ona yetmektedir.

Baş ağrıları ve panik atak nöbetleri ise içine kapanık hayatının ayrılmaz parçasıdırlar. Kocası Aidan, cenaze merasimleri ve düğünlere tek başına gitmeye alışmıştır. Birkaç yıl önce Akdeniz seyahati için iki kişilik yer ayırtmış, fakat yalnız gitmek zorunda kalmıştır.

Aidan eşini, kendi düşüncelerine dalmış, oldukça sessiz ve içe dönük bir insan olarak nitelendirmekte, hatta acı çektiği dahi söylenebilir diye tanımlamaktadır.

Mary Moriarty. Foto: Paulo Nunes dos Santos. The New York Times

Başka bir seçeneği kalmadığını gören Catherine, sonunda ulusal bir gazete olan Irish Mail on Sunday’den bir muhabir ile temas kurmaya karar verir. Çok geçmeden, 2014 yılının baharında, Tuam’daki yedi dönümlük araziyi anlatan bir haber gazetenin ilk sayfasında yayımlanır.

Haber bir anda bütün İrlanda’nın diline düşer, herkes bu haberi konuşmaktadır.
Daha önce sessiz kalmayı tercih eden bütün din adamları, politikacılar ve hükümet yetkilileri duydukları şok ve üzüntüyü ifade ederken, köşeye sıkışan Bon Secours rahibeleri, bir tarihçiye gönderdiği elektronik posta dini tarikatın ünü için hiçbir faydası sağlamayan bir halkla ilişkiler danışmanı kiralarlar.

‘‘Eğer buraya gelirseniz hiçbir toplu mezar göremeyeceksiniz, çocukların bu şekilde gömüldüklerine dair bir kanıt yok ve yerel bir polis yetkilisi de birkaç kemik bulunduğunu ifade etmiş, fakat o yıllar kıtlığın hüküm sürdüğü zamanlardı ve birkaç kıtlık kurbanı bu şekilde gömülmüş ise ne olmuş ki?

Tuam haberi ülkedeki birçok insanı şok etmiştir, fakat olayı küçümseyen elektronik posta, Catherine’nin çalışması hakkındaki şüpheleri yansıtmaktadır. O, ne de olsa sadece bir ev kadınıdır.

Mary Moriarty, günlerden bir gün Tuam’daki güzellik salonlarından bir tanesinde açık sarı saçlarını yaptırıyorken, salondaki dedikodu dönüp dolaşıp şu baş belası Catherine Corless’e gelir.

Kadınlardan bir tanesi meselenin unutulması ve artık geride bırakılması gerektiğini söyler.

Kasabada avukatlık yapan ve çok iyi tanınan bir büyükanne olan Mary’nin bununla bir işi olamazdı.

Her çocuk ismini taşıma hakkına sahiptir ve onların anneleri içimizden biri olabilirdi, Tanrıya şükredelim ki onlardan biri değiliz.
Salondan ayrılır ve telefonla arayarak kendisini Catherine’ye tanıtır ve başkaları ile çok nadir olarak paylaştığı bir hikâyeyi ona anlatır.

Mary, 1975 yılında, genç bir evli annedir ve hükümet tarafından Anne ve Bebek Evinin yerinde yaptırılan evlerden bir tanesinde yaşamaktadır. Bir sabah, cadılar bayramına az bir süre kala, komşularından bir tanesi, ona bir çocuğun elindeki sopanın ucuna takılmış bir kafatası ile ortalıkta dolaştığını söyler.

Martin isimli çocuk kafatasını bir çöplükte bulduğunu ve daha birçok kafatası olduğunu söylemektedir.
Çocuğun, plastik bir oyuncak zannettiği şey, gerçekte dişleri neredeyse tamam olan bir bebeğin kafatasıdır, Mary çocuğa ‘‘O bir plastik değil Martin, onu derhal bulduğun yere bırakmalısın’’ dediğini hatırlıyor.

Mary ve birkaç komşusu, çocuğu yaban otları ve molozlar arasından, ıslak ve yumuşak bir toprak üzerinde takip ederler, birden Mary’nin ayakları altındaki toprak çöker ve Mary, çok az ışığın olduğu mağara veya tünel gibi bir yere düşer.
Tek görebildiği, birbiri üzerine istiflenmiş küçük yığınlardır, tıpkı bir bakkal dükkânındaki paketler gibi, her biri yaklaşık olarak büyük bir soda şişesi büyüklüğünde olan ve ağaran bezlere sıkıca sarılmış paketler.

St. Mary Anne ve Bebek Evi. Foto: Noel O’Donoghue

Arkadaşları onu yukarı çektiklerinde Mary’nin bacakları çizik içerisindedir ve öfkeden çıldıracak gibidir. Gördükleri nedir? Hemen o sabah, gördüklerinin ne olduğunu bileceğini düşündüğü kasabadan birinin yanına gider. Sağlam yapılı yaşlı bir kadın bisikletiyle olayın geçtiği yere gelir, sadık köpekleri ona eşlik etmektedirler.

Gelen yaşlı kadın, bir zamanlar evde çalışan Julia Carter Devaney’dir.
Julia’nın olayın geçtiği yere geldiğinde söylediklerini hatırlıyor Mary: ‘‘Ah evet, burası küçük bebeklerin olduğu yer’’.
Julia eğilir ve delikten içeri doğru bakar. Mary, yaşlı kadının söylediklerini hayatı boyunca asla unutmayacaktır: ‘‘Geceleri böyle birçok küçüğü taşıdım ben.’’

Mary bu olay karşısında ne yapacağını bilemez bir haldedir. Belki de ölü doğan bebeklerdir ve bu nedenle vaftiz edilmemiş olabilirler. Ölü doğanlar. Evet, bu çocuk bebekler ölü doğmuş olmalıydılar.

O deliğe düştükten on sekiz ay sonra Mary, Bon Secours rahibeleri tarafından işletilmekte olan Tuam hastanesinde oğlu Kevin’i dünyaya getirir. Kahvaltıdan sonra rahibelerden bir tanesi kucağına bir mumya gibi sarmalanmış yeni doğan bebeğini getirir. Genç annenin aklına hemen, düştüğü çukurda gördüğü, ağaran bezler içine sarılmış bebekler gelir ve değerli yavrusunu hemen onu saran bezlerden kurtarır.

Kadının hikâyesini dinledikten sonra Catherine, ona bütün bunları ulusal bir radyo kanalında anlatmak isteyip istemediğini sorar.

Kadının cevabı: ‘‘Tabi ki’’ olur.

ÖLENLER VE SAĞ KALANLAR

Deneyimli jeofizikçi, bir çim biçme makinasına benzeyen aletini kalın çim üzerinde, dikkatlice ölçerek yerini belirlediği bir ızgara üzerinde ileri geri hareket ettirmektedir. Yerin altını görmesini sağlayan radar cihazı, toprağın üst tabakası ve derinlerine radyo dalgaları göndermektedir.

Tuhaf makinası, eski Anne ve Bebek Evinin zemininde, tamamı Kutsal Bakire Meryem heykelinin altında bulunan gizlenmiş sırları ortaya çıkarmaya çalışmaktadır.

Magdalene Laundries’den bir görünüm. Foto: liberapedia.wikia.com

Toprak altının taranmasına, Catherine’nin araştırmasından utanç duyan hükümetin oluşturduğu, Anne ve Bebek Evi Soruşturma Komisyonu adına 2015 yılı sonbaharının ilk günlerinde başlanır. Komisyonun görevi; bir zamanlar kabul gören İrlanda yaşam tarzını, bütün sosyal ve tarihsel karmaşıklıkları ile incelemektir.
Komisyonun 1970’li yılların sonlarına doğru artık kullanılmamaya başlanan evler hakkındaki soruşturması, başkent Dublin, Clare, Cork, Donegal, Galway, Kilkenny, Meath, Tipperary ve Westmeath kentleri gibi İrlanda’nın çeşitli yerlerine dağılmış durumdaki 18 kurum üzerinde odaklanır. Bu kurumlardan bazılarındaki yüksek bebek ölüm oranı çok şaşırtıcıdır. Örneğin, Cork kentinde bulunan Bessborough evinde, 1934 ile 1953 yılları arasında toplam 478 çocuk hayatını kaybetmiştir, bu rakam iki haftada bir çocuğun yaşamını yitirdiği anlamına gelmektedir.

Soruşturma komisyonunun geniş yetkileri arasında, ünlü Magdalene Çamaşırhaneleri de bulunmaktadır. Bu kurumda, evli olmayan annelere, çocuklarını genellikle Katolik Amerikalılara evlatlık olarak verilmek üzere terk etmeleri yönünde baskı yapıldığı çok açıktır. İlaç firmaları için anneler ve bebekleri üzerinde çeşitli aşı denemeleri yapılmaktadır. Tıp kolejlerinde bebeklerin kalıntıları anatomik çalışma maksatlı kullanılmaktadır.

 

Binlerce ‘‘Kötü Yola Düşmüş’’ kadının toplumdan saklandığı Magdalene Laundries’den görüntüler. Foto: News Dog Media
Bütün bunlar, uzun süre hükümet sağlık müfettişliği görevini yürüten Alice Litster’in on yıllar önce defalarca ihbar ettiği, fakat çoğunlukla dikkate alınmayan, kilise ile devlet arasında yapılan bir düzenlemedir. Litster’in öne sürdüğü gibi bu sistem, savunmasız İrlandalı kadınları bir kenara iten ve aşağılayan, onların talihsiz çocuklarını ise rahatlık, saygınlık ve korkunun bebek şehitleri yapan acımasız bir sistemdir.

Tuam olayı, zaten cinsel istismar skandalları ile sarsılmış durumdaki Katolik Kilisesinin şiddetle kınanmasına neden olur. Bazıları ise bunu kabul etmeyerek Bon Secours’un aslında, İrlanda hükümetinin bir alt yüklenicisi olduğunu ileri sürerler.
Fakat bütün suçu kilise ve hükümetin omuzlarına yıkmak çok kolaydır, belki de herkes için en uygun olanı buymuş gibi görünmektedir. Ne de olsa terk edilen çocukların birçoğunun ortalığa hiç çıkmayan babaları, büyükbaba ve büyük anneleri, halaları ve amcaları vardır.

Çok daha acı olan gerçek ise anne ve bebek evlerinin, zamanın İrlanda Anasının tam bir yansıması olmalarıdır.
Soruşturma sürerken, komisyon zaman zaman Tuam’da yürütülen çalışmalar hakkında esrarlı güncellemeler yapmaktadır. Örneğin; 2016 yılı Eylül ayında yaptığı duyuruda komisyon, insan kalıntılarının çıkarılıp törenle toprağa verilebilmesi için adli arkeologların çukurları kazacağını duyurmuştur.

 

Rahibelerin kadın ve çocuklara köle gibi davrandıkları Bessborough Anne ve Bebek Evindeki bebekler. Foto: News Dog Media

Araştırma komisyonunun işini bitirmesini beklerken, İrlanda ulusunun kendisiyle imtihanından sorumlu olan Catherine Corless, bir anlamda çocukları ve komşularının çocuklarının evi doldurdukları o eski günlere geri döner. Tek bir farkla, şimdi onun evinde toplananlar 60’lı ve 70’li yaşlarında olan beyaz saçlı ihtiyarlardır.

Ev bebekleri.

Onların hikâyeleri, Tuam Evinde hayatlarını kaybeden birçok çocuğun neden olduğu gürültü ve karmaşa içinde genellikle hiç duyulmamakta ve arka planda kalmaktadır. Ve Catherine’nin araştırması uluslararası bir haber olarak yayımlandığında, annelerinin ve kardeşlerinin kim olduğunu, kendilerinin gerçekte kim olduğunu bulma arayışında tek umut olarak gördükleri Catherine’ye telefon etmeye ve elektronik posta göndermeye başlarlar.

Catherine, birçok bekâr annenin, yeni bir hayata başlamak ümidiyle gittiği İngiltere’deki bazı mezarlıklara kadar uzanan belgelerin peşine düşerek, gönüllü bir özel dedektif rolüne soyunmuştur. Ayrıldıkları çocuklarının ise annelerinin ellerinden geleni yaptığını duymaktan başka hiçbir şeye ihtiyaçları yoktur.

Çok geçmeden, hayatta kalmayı başaranlar Corless evinde bir fincan çay içmek ve sohbet etmek için toplanmaya başlarlar. Davranışları ve konuşma biçimleri, Catherine’ye, ona çok yakın olan birisini; o da gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya gelen annesini hatırlatmaktadır.

P. J. Haverty. Annesi ve kendisini gösteren 1975 yılından kalma bir fotoğrafı gösterirken. Foto: Paulo Nunes dos Santos. The New York Times

“Hepsinde bir kendine güvensizlik duygusu var,’’ diye anlatıyor Catherine. ‘‘Kendilerini yetersiz hissediyorlar. Kendilerini diğer insanlardan küçük görüyorlar. Gerçekten tıpkı annem gibiler’’ diye sürdürüyor anlatımını.
Araştırması esnasında Catherine, Tuam evinin, yemek masasını kaplayacak büyüklükte tahta ve kilden ayrıntılı bir modelini yapmıştır. Bu model evde yaşananları görselleştirmesine oldukça yardımcı olmuştur.

Şimdi bazen kocasıyla birlikte, Tuam evinin modelini, bulunduğu ahırdaki yüksek raftan alarak ziyaretçilerine göstermekte ve onların da yaşananları görselleştirmesini sağlamaktadır. Gri duvarlara dokunan ve evin küçük pencerelerinden içeri bakan, Tuam evinden hayatta kalmayı başarabilenler, sanki kendilerini annelerinin kolları arasındaymış gibi hayal etmektedirler.

Emekli bir araba tamircisi olan P. J. Haverty, Corless’lerin evinde mutfak masasında çayını yudumluyor ve jambonlu sandviçini yiyor. 1951 yılında, sekiz aylık hamileyken babası tarafından eve bırakılan 27 yaşında bir kadının oğlu olarak dünyaya gelmiş. Annesinin adı Eileen’miş ve doğum yaptıktan bir yıl sonra ortadan kaybolmuş.
Beyaz saçlı adam, Tuam Evine ait çok az şeyi hatırlıyor. Gece altına kaçıranların ıslattıkları ve kurumaları için pencerelere asılan yatak çarşafları. Bir arabanın yan aynasında ilk kez kendisini gördüğü anlar. Onu evlat edinen ailesiyle evin kapısından çıktığı an. Babası onu çiftlik işlerinde çalışabilecek kadar güçlü gördüğü, annesi ise ona gülümsediği için seçmiştir.

P. J. Haverty gençlik yıllarında, ‘‘piç’’ diye çağrılana, insanlar onun oturduğu kilise sırasına oturmaktan kaçınana ve kızlar onu gördüklerinde kıkır kıkır gülene kadar, oldukça mutlu bir yaşam sürer. Ebeveynleri çocuklarına, nereden geldiği belli olmayan kendisinden uzak durmaları yönünde öğüt vermektedir.

Ona bakan babasının arazisi içinden geçen hızlı akan bir nehirde kendisini boğmayı düşündüğü anlar olduğunu anlatıyor. ‘‘Bana neler dediklerini bir bilseniz. Herkesin bana karşı olduğunu düşünüyordum’’.

Bazı ipuçları ve fısıltı gazetesi sayesinde P.J. Haverty, ergenlik çağındayken onu dünyaya getiren annesini Güney Londra’da bulmayı başarır. Tombul ve beyaz saçlı kadın, Haverty’i terk etmediğine ikna etmeyi başarır. Tuam Evinden ayrıldıktan sonra yakınlardaki bir hastanede temizlik işlerinde çalışmış ve beş yıldan daha uzun bir süre her hafta çocuğunun kendisine verilmesini istemek için kapıdan çevrildiği Tuam Evine geri dönmüştür.

Artık hayatta olmayan olan annesinin, Tuam Evinin kapısında rahibelere söylediklerini hatırladığında P.J. Harvety’nin sesi çatallaşıyor: ‘‘İçerde tuttuğunuz benim oğlum. Oğlumu istiyorum. Onu ben yetiştirmek istiyorum.’’

KORKU ODALARI

Gerçekti.

Bu yılın başlarında, Anne ve Bebek Evi Komisyonu, Tuam Evinin zemininde önemli miktarda insan kalıntıları bulunduğunu açıkladı.

Yeraltını gösteren radarlar ve hassas kazılar sonucunda, artık kullanılmayan foseptik tankları ortaya çıkarılmıştı. Ve kanalizasyon sistemindeki 20 tankın 17’sinde araştırmacılar, birçok insan kemikleri bulmuşlardı. Alınan örnekler üzerinde yapılan küçük bir inceleme sonucunda, kemiklerin bebeklere ait oldukları saptanmıştı. Çocukların yaşları 35 fetüs haftası ile üç yaş arasında değişiyordu ve kemikler Tuam Evinin açık kaldığı 36 yıllık döneme aittiler.

Büyük bir şok geçirdiklerini ifade eden komisyon üyeleri, araştırmaları sürdürmeye ve insan kalıntılarının bu şekilde ortadan kaldırılmasının sorumlularını bulmaya yemin ederler.

Bir kez daha İrlanda’nın geçmişi ziyaret edilecektir.

Başbakan Enda Kenny, sesi öfkeden titrerken, ‘‘Korku Odaları’’ olarak adlandırdığı Tuam keşfi hakkında, İrlanda yasama organlarına seslenmektedir. ‘‘Eski zamanlardaki sözde güzel günlerde, İrlanda toplumu sadece küçücük insan bedenlerini saklamadı’’ diyen Başbakan Kenny, sözlerini aşağıdaki ifadeler ile bitirmiştir.

‘‘Sevgimizi, merhamet duygumuzu ve insanlığımızı gömmek için biz toprağı derin, çok daha derin kazdık.’’
Başbakan Kenny bir konuşmasında; ‘‘hiçbir rahibe çocuklarımızı kaçırmak için evlerimize girmedi’’ ifadelerini kullansa da diğerleri, bütün öfkelerini Katolik Kilisesine ve tabi ki komisyonun çalışmaları esnasında sürekli olarak iş birliği ve destek açıklamaları yapan Bon Secours tarikatı üzerine yönlendirirler.

Bu arada Corlesslerin evi ise uluslararası bir haber merkezine dönüşmüş durumdadır. Aile üyeleri sürekli gelen telefonlara cevap vermekte ve devamlı olarak kapıda beklemekte olan televizyon ekiplerini ağırlamaktadır. Catherine sorulan bütün soruları kibir ve gururdan ziyade, yapması gereken bir iyilikmiş gibi yanıtlar. Fakat İrlanda’nın en popüler televizyon programı olan ‘‘The Late Late Show’’ onu konuk olarak ekrana davet ettiğinde inadından ve direnmekten vazgeçer.
Hiç eksik olmayan ve şimdi onun Tuam’daki bakkala olan haftalık beş millik koşuları bırakıp arabayla gitmesine neden olan endişesi hep vardır. Onun da ötesinde ölü çocukları kullanarak kendini öne çıkarma suçlamasıyla karşı karşıya kalabileceğinden korkmaktadır.

Ailesinin, ‘‘sesiz bir şekilde acı çeken ev bebeklerinden hayatta kalanlara ulaşılacağını düşün’’ yönlü telkinlerine daha fazla dayanamayan Catherine, isteksizlikle de olsa sonunda kabul eder, fakat tek bir şartı vardır, verilen bir reklam arasında programdaki koltuğuna oturtulmasını istemektedir. Perde açıldığında istemediği bir alkışla karşılaşmak istememektedir.
Kocası Aidan, üzerine uygun bir şeyler almak için onu Galway Kentine götürür, siyah bir pantolon ve üstüne hiç şüphesiz küçük bir gümüşle süslenen yine siyah bir giysi alırlar. Sonra Dublin’e doğru yola koyulurlar.

“Berbattım,’’ diye hatırlıyor Catherine. ‘‘Fakat işte bu kadar, bunu yapmalıyım’’ diye düşündüğünü anlatıyor.

Tuam evinin hikâyesini televizyonda canlı yayında anlatmayı bitirdiğinde, nadir rastlanan bir coşkuyla seyirciler ayağa kalkarak onu çılgınca alkışlarlar. Catherine başını eğer ve belli belirsiz gülümser, gergindir ve derin bir nefes verir, artık rahatlamıştır. Yan odada küçük bir monitörden onu seyreden kocası gözyaşlarına boğulmuştur.

Hala şaşkınlık içindedir ve dudaklarından; ‘‘Onunla 40 yıldır evliyim ve onu hiç tanımamışım’’ sözleri dökülür.

CATHERINE’NİN SON ARAŞTIRMASI

Torunlarının fotoğrafları, evinin taba renkli duvarlarını süslüyor. Gümüş bir çaydanlık sobanın üstünde kaynamakta. Bahçeye bakan pencerenin yanındaki masanın üzerinde, açık bir dizüstü bilgisayar var, bir kuş besleyicisi ve ötelere doğru uzanan, dalgalanan çayırlık alanlar.

Burası Catherine Corless’in mutfağı ve çalışma ofisi. İnternet üzerinden araştırmalarını burada yürütüyor ve aramalar geldiğinde kolay ulaşabilmek için çeşitli dokümanları mutfak masası üzerinde muhafaza ediyor. ‘‘Annemi, kız kardeşimi bulmama yardım edebilir misiniz?’’ Hiçbir yardım talebini asla geri çevirmiyor.

Tuam’ın geleceği ile ilgili rahatsız edici sorularına henüz bir yanıt bulabilmiş değil. Hükümet yetkilileri; Mary’ler, Patrick’ler, Bridget’ler ve John’lar, bebeklerin ve çocukların kalıntıları dâhil hâlâ birçok karmaşa ile uğraşmaktalar.
Bir seçenek her şeyi olduğu gibi bırakmaktır. Bir diğeri ise bebek ve çocukların kalıntılarını mezarlarından çıkararak, çok uzun bir süre önce ve çok küçükken ölenlerin DNA örneklerinin alınıp alınamayacağı belirsiz olmasına rağmen, olası kimlik tespiti ve uygun şekilde defnedilmelerini sağlamaktır.

Hayatta kalan bebeklere tazminat ödenmesi, çocukların kemiklerinin üzerinde, başka çocukların oyunlar oynadığı, yaygın bir sağlık kuruluşu olarak çalışan Bon Secours tarikatı rahibelerine karşı davaların açılması gibi başka meselelerin de açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

 

Ve tabi ki Katolik kilisesine mensup rahibelerin insanı çıldırtan gizemi: neden ölen çocukları bu şekilde gömüyorlardı? Dertleri defin işlemlerinin birkaç pound tutacak masraflarından kurtulmak mıydı? Yoksa bu uygulamaları, aslen Fransız kökenlerine kadar giden bir tür yeraltı mezarları geleneğinden mi kaynaklanıyordu?

Bu çocukların vaftiz edilmesi, onlara kilise kanunlarına göre bir cenaze merasimi ve kutsanmış bir toprağa gömülme hakkı veriyordu. Fakat belki de utanç verici bir şekilde dünyaya gelme olan, orijinal ve esas günahlarının, vaftiz ile temizlenmesi yeterli değildi. Belki de İrlanda’da evlilik dışı bir ilişkiden dünyaya geldikleri için, rahibeler basitçe çocukların gömülme biçimlerine aldırış etmemişlerdi.

Kısa kesilmiş kumral rengi saçlarıyla Catherine, bilgisayarının başında, pencereden onu bir yalnızlık duygusu ile kutsayan bahçeye doğru bakıyor. Begonyaları kan kırmızısı renginde çiçek açmışlar, masmavi lobelyalar, hafızası onu daima geçmiş günlere götürüyor.

Bir şeker kâğıdı. İçi boş.

Okul ve hükümet kayıtlarını birçok kez araştırdı. Fakat bugüne kadar, anneler ve bebekler evinden eski sınıf arkadaşı olan o küçük kızın izine ne yazık ki rastlamadı.
Böyle bir şansı olsaydı ne söyleyeceği yönündeki soruyu, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde “Onunla tanışmak çok güzel olurdu,” diye cevaplıyor Catherine.

 

TUAM

Foseptik tanklarından bize bakan yüzlerce çocuk arasında
1927 yılında ölen James Muldoon,
Sadece dört aylıktı. En azından, asla teşekkür etmeye zorlanamazdı
Tanrının büyük veya küçük merhametleri için. Cennetin yüksekleri için bu çığlık
Brendan Muldoon’dan gelmeliydi, 1943 yılında ölen
sadece beş aylıkken. Eğiliyor genç bir rahibe, henüz mayalanmamış
onu dişbudak ağacının ayı tuttuğu gibi tutan
papazın elleri arasındaki kutsal ekmeğin önünde.
1947 yılında on bir aylık Bridget Muldoon
kısa bir süre sonra beni doğuran, annesinin adaşı
çoktan bir can sıkıntısı olarak öne çıkarken
üç aylıkken 1950 yılında ölen Dermott Muldoon, katılmak üzereyken
kız ve erkek kardeşlerimin arasına,
eşek arılarının birbirlerinin yüzlerini tanıyabildiği
ve su içtikleri yerde ölen bir file,
başka bir filin acı duyduğu o akıl almaz dünyada.
Paul Muldoon, 27 Ekim 2017
Çevirenin Notları: Oldukça etkileyici gerçek bir hikâyeyi anlatan yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Sun Savunma Net olarak, bu ilginç olduğu kadar üzücü olan hikâyeyi çevirerek sizlerin beğenisine sunmaktan büyük bir gurur duyuyoruz. Beğenmeniz dileğiyle. Yazının orijinaline aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
İrlanda eski Başbakanı Enda Kenny’nin, İrlanda ulusu adına dile getirdiği duygularını ifade ederken kullandığı sözlere katılmamak mümkün değil.

‘‘Sevgimizi, merhamet duygumuzu ve insanlığımızı gömmek için biz toprağı derin, çok daha derin kazdık.’’

https://www.nytimes.com/interactive/2017/10/28/world/europe/tuam-ireland-babies-children.html

 

“Brezilyalı Şeytan Çıkaran Gizli Katolik Tarikat Şeytanla Anlaştı” başlıklı yazıyı BURADAN okuyabilirsiniz

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.