savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,2626
EURO
37,6697
ALTIN
2.910,11
BIST
9.031,64
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
27°C
Ankara
27°C
Az Bulutlu
Çarşamba Çok Bulutlu
25°C
Perşembe Çok Bulutlu
25°C
Cuma Az Bulutlu
25°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C

Fay Hatlarına Koyulan Bomba

Fay Hatlarına Koyulan Bomba

Fay Hatlarına Koyulan Bomba

Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 21 Şubat 2023 / Doha

Yaşadığımız büyük deprem felaketi, toplumsal fay hatlarında da derin çatlaklar oluştuğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Türk halkı, depremzedelere yardım konusunda AFAD’cılar ve AHBAP’cılar diye ikiye bölündü. Toplumun önemli bir kesimi, devlet kurumları aracılığıyla yardım yapmak istemiyor. AKP’nin bu paraları siyasi çıkarları için kullanacağını düşünüyorlar. Bu kutuplaşma herkesi kaygılandırmalıdır. Çok zor bir sürece girdik. Uyanık olmazsak bu seferki yıkım, depremin yarattığından çok daha büyük olacaktır.

Dünya bir değişime gebe. 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sistem yıkılıyor. Küreselciler kendi düzenlerini kurmanın peşinde. Bu değişim rüzgârı, ulus devletleri de kendi aralarında mevcut pozisyonlarını koruma ve güçlendirme mücadelesine zorluyor. Avrupa, Asya ve Afrika’nın siyasal ve ekonomik fay hatları Türkiye üzerinde kesişmiş bulunuyor.

Türkiye, bir yandan ABD, AB, Rusya ve Çin arasındaki mücadelede taraflardan baskı görürken, diğer yandan Vatansız Para’nın yeni dünya düzeni planları çerçevesinde çözülmeye zorlanıyor. Bir önceki projede, imparatorlukları parçalama planlarına, zayıf halka olan Osmanlı’dan başlamışlardı. Sanki aynı filmi bize tekrar seyrettirmek istiyorlar.

Siyasal İslam Tuzağı

Konu derin, bu yüzden tuzak planı örnek ile anlatmak doğru bakış açısını yakalamamıza yardımcı olacaktır.  Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1979’da Afganistan’ı işgali, Batılı istihbarat örgütlerine çok şey öğretmişti. Yahudi asıllı stratejist Zbigniew Brzezinski ve öğrencisi Zalmay Khalilzad, 10 sene süren bu savaşta, “Cihatçı Mücahit” tipini yaratmışlardı. İstihbarat örgütleri bir süre sonra bu tipin başka alanlarda da çok işe yarayabileceğini keşfettiler.

1989’da Afganistan’da iktidara gelen Taliban, yaptığı “şeriat” uygulamalarıyla, ülkeyi bir sene içerisinde ortaçağa götürmüştü. Artık bir Müslüman ülkeyi yıkmak için dışarıdan bir saldırıya gerek yoktu. Şeriat ideolojisi ile yönetilen bir ülke, kendi kendini kolayca yıkabiliyordu. Şeriatçı siyasal İslam’ın böyle bir sonuç doğurduğunu gören İsrail istihbaratı, bu modeli hemen Hamas üzerinden Filistin’e uyguladı. Laikçi Filistin Kurtuluş Örgütü’nün karşısına, kendi kurdukları dinci Hamas’ı rakip olarak koydular. Bu iki siyasal grup, kendi arasında mücadele ederken Filistin direnişi zayıfladı.

Projenin motor gücü, başörtüsü tartışmasıydı. Halk arasındaki kutuplaşma bu tartışma üzerinden tırmandırılacaktı. Filistinli kadınlar çarşafa girmeye zorlanırken, paralelinde dini radikalizme sürüklenen Filistin, arkasındaki uluslararası desteği kaybetti ve sonuçta ellerindeki toprakları da kaybetmeye başladılar.

İsrail’in güvenliği için geliştirilen bu planın bir parçası ilk defa 1982 yılında, İsrailli stratejist Oded Yinon tarafından kamuoyuna açıklanmıştı. Yinon makalesinde, “Büyük İsrail” hedefine ulaşmak için Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerin parçalanması gerektiğini söylüyordu. Bu ülkeler, 1’inci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırları cetvelle çizilerek yapay olarak yaratılmıştı. Her birinin içerisinde farklı etnik ve mezhep kimlikleri vardı. Bu etnik ve mezhep kimliği üzerine oturan fay hatları kaşınarak bu ülkeler kolayca parçalanabilirdi. Bu iş için seçilmiş silah ise “Siyasal İslam”dı. Bu model, Vatansız Para’nın şehir devletlerini arzulayan küresel planı için de biçilmiş kaftandı.

Siyasal İslam deyince akla kökten dincilik gelmelidir. Kökten dinciler, kendi inançları dışında olanı kâfir görürler. İki Sünni tarikat bile bu anlayışla birbirinin düşmanı olabilir. Bir de bu mücadeleye, “Allah yolunda daha iyi hizmet vermek için devleti ele geçirmek gerektiği” fikrini koyarsanız, işte o zaman dini inancı, halkın birlik ve beraberliğine ateş eden bir silah haline getirmiş olursunuz. Bu mekanizmayı kurduktan sonra tek yapmanız gereken şey beklemektir. Önünde sonunda millet birbirine düşecek, istikrarsızlık ve parçalanma kaçınılmaz olacaktır. Farkında mısınız bilmiyorum ama bu senaryoyu birçok Ortadoğu ülkesinde yakın zamanda hep beraber seyrettik.

Türkiye’yi Ortadoğululaştırma Planı

Şimdi gelelim bize. Vatansız Para ve Batılı İstihbarat örgütleri, benzer bir planı Türkiye için de yürürlüğe koydular. İşte bu sebeple Türkiye’ye de siyasal İslam dayatıldı. Önce laikliğe sıkı sıkıya bağlı olan aydınlar birer birer öldürüldü. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu gibi aydınlar bu projenin kurbanlarıdır. Toplum, uzun yıllar süren bir çabayla bu tuzağa yavaş yavaş hazırlandı.

Türkiye’ye bu tuzağı “Ilımlı İslam” ambalajına koyarak sundular. Amerikan istihbaratının önde gelen Ortadoğu, Türkiye ve İslam uzmanlarından Graham Fuller ve Paul Henze, 1990’lı yılların başından beri “Ilımlı İslam” projesi üzerinde çalışıyordu. Her ikisi de “Kemalizm’in miadını doldurduğunu, ulus devletler döneminin bittiğini, artık İslam’ın ana belirleyici olduğu, Osmanlı benzeri, piyasacı-küreselleşmeci yeni bir Türkiye’nin zamanı geldiğini,” söylüyordu.

Vatansız Para’nın Türkiye’ye Siyasal İslam dayatmasının önündeki en büyük engel Necmettin Erbakan’dı. Erbakan, dindardı ama aynı zamanda milli görüşçüydü. Erbakan’ın milli görüş gömleği, küreselcilere karşı olmayı gerektiriyordu. Erbakan, küreselcilerin dünyayı yönetmek için kurguladıkları Dünya Bankası, IMF (International Monetary Fund – Uluslararası Para Fonu), Avrupa Birliği (AB) ve NATO (North Atlantic Treaty Organisation – Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)  gibi birçok uluslar üstü kuruluşa karşıydı. Diğer yandan Büyük İsrail projesi ve Siyonizm söylemlerini hiç ağzından düşürmüyordu. Siyasal İslam’ın Erbakan ile tek başına iktidara gelmesi Vatansız Para ve İsrail’in işine gelmiyordu. Sonuçta onu devirip, milli görüş gömleğini çıkaran Recep Tayyip Erdoğan ve ekibini iktidara getirdiler. Anlayacağınız 28 Şubat tam bir tezgâhtı. Bu tezgâha İstanbul sermayesi de tam destek vermişti, “laikliği koruduklarını zannediyorlardı”.

Bu arada şunu da söylemeden geçmeyelim. Türkiye her zaman Müslüman ülkeler için model olmuştur. Ortadoğu’daki Irak, Suriye, Mısır ve Libya gibi ülkelerdeki laik diktatörlükler Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’sinin zayıf birer taklidiydi.  Türkiye, yeni bir model olarak önlerine koyulmadan, bahse konu ülkeleri istikrarsızlaştırma ve parçalamayı amaçlayan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) hayata geçirilemezdi. O yüzden “Ilımlı İslam” modelindeki ilk siyasi parti Türkiye’de iktidara getirildi.

Lider Seçimi

Liderlik her zaman önemlidir. Projenin amacına uygun bir lider tespit dilmeliydi. Vatansız Para, tam da istediği lider tipini bulmuş ve onu iktidar koltuğuna oturtmuştu. Erdoğan’ın “Kasımpaşa” tarzı siyaset anlayışı, toplumsal kutuplaşmayı körüklemek için çok uygundu. Erdoğan her seçimde rakiplerini düşmanlaştırarak kendi tabanını konsolide ediyor ve seçimleri bir şekilde kazanıyordu. Ama her kazandığı seçim ile birlikte toplumsal fay hatlarındaki gerilim de biraz daha artıyordu. Onun uyguladığı bu taktik, etki-tepki mekanizmasıyla laikçi kesimi de tetikliyor, onlar da dinci kesime düşmanlaşıyordu.

Siyasetin içinde olmayan sıradan insanlar bu çekişmede ister mütedeyyin isterse inançsız olsun iki ateş arasında kalarak dinci veya laikçi taraftan birini seçmeye zorlanıyordu. Böylece yurttaşlar arasında duygusal kopuşlar başlarken ülkeyi ayakta tutan birlik ve beraberlik bağları da zayıflıyordu.

Erdoğan’ın çok uzun süren tek başına iktidarı, tarikat ve cemaatlerin önünü açmış, Türkiye’de iç savaş çıktığında sokakta kafa kesecek bir fanatik kesimin doğmasına neden olmuştu. İşte Vatansız Para’nın tam da istediği buydu. Türkiye gibi bir ülkeyi dışarıdan yıkmak mümkün değildi. İçerideki sosyal fay hatlarındaki gerilim artırılıp bir tetikleme ile kendi kendisini yıkması sağlanmalıydı. Plan buydu ve beş net işlemeye devam ediyor. Kurgulanan bu planın kilit taşı Erdoğan’dır. Planın bozulmaması için Vatansız Para mutlaka onun iktidarda kalmasını istiyor.

Her seçim öncesi, Türkiye’de mutlaka çok garip olaylar olmuştur. Örneğin, Ergenekon davası, ‘‘One Minute’’ olayı, Deniz Baykal’ın seks kaseti, Balyoz kumpası, MHP’lilerin seks kasetleri, Çukur Hendek Savaşları ve FETÖ’nün darbe girişimini bu garip olaylara örnek olarak verebiliriz. Bütün bu garip olaylar hep Erdoğan’a yaramış, bir şekilde seçimleri kazanmasına yardımcı olmuştur. Ama bu sefer Erdoğan’ın hiç de işine yaramayan bir felaketle karşı karşıya kaldık. Türkiye, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlanırken, Pazarcık ve Elbistan Merkezli depremlerle yıkıldı.

Devlete Güven Sarsılıyor

Deprem sebebiyle toplumsal fay hatlarındaki çatlaklar da tüm çıplaklığıyla görülmeye başladı. Bu fay hatları her zaman vardı ama Erdoğan’ın 21 yıllık tek başına iktidarı kırılmayı tetikleyecek kadar stres biriktirmişti. Geçmişte yaşanan bu çaptaki ulusal felaketler hep halkımızı birleştirmiş, siyasi görüşüne bakmaksızın herkesi tek yürek yapmıştı. Yardım organizasyonlarının merkezinde hep devlet kuruluşları olur ve Kızılay başı çekerdi. Bugün toplumun büyük bir kesimi deprem yardımı olarak Kızılay’a beş kuruş para vermedi. Önceki yıllarda Kızılay’ın paraları, bağış adı altında Siyasal İslam’a hizmet ettiği düşünülen Ensar gibi vakıflara aktarılırsa olacağı buydu.

Televizyonlarda depremzedelere yardım için “Türkiye Tek Yürek” kampanyası yapıldı. İstanbul sermayesinin katkısı görülemedi. Muhtemelen birçok insan gibi onlar da devlete verilen paraların AKP tarafından iktidar mücadelesi için kullanılacağını düşünüyorlar.

Bütün bunlar duygusal kırılmaların göstergesidir. Erdoğan’ın izlediği politikalar, devlet kurumlarına olan güveni sarsmıştır. Bu ciddi bir tehlikedir. Türkiye, 21 senede, lider eksenli bir parti devletine dönüşmüştür. Irak, Suriye, Libya ve Mısır gibi ülkelerde zaten önceden beri böyle bir yapı vardı. Bu yapı sayesinde, Vatansız Para, BOP projesi ile demokrasiyi dayatınca, ülkeleri istikrarsızlaştırması ve parçalaması kolay olmuştu. Bizde tek adam rejimi yoktu. Fakat 21 sene zarfında ne yazık ki bizi de aynı noktaya getirmeyi başardılar. Şimdi sıra stres biriken fay hatlarını tetiklemeye geldi.

Operasyon Başladı

Daha önce söylemiştik, Vatansız Para Erdoğan’ın iktidarda kalmasını ister. Çünkü tek adam rejimi sürdükçe, toplumsal fay hatları kırılıncaya kadar gerilme devam edecektir. Şimdi önümüzdeki seçimi Erdoğan’ın kaybetme riski var. Bu ihtimalde fay hatlarındaki gerilimin azalması beklenir. Ancak yeni gelen iktidar, Erdoğan’ın 21 senede devlet içinde inşa ettiği yapıyı değiştirmeye çalışacağı için ciddi bir direnç oluşacaktır. Seçimi kaybetse de AKP’nin mecliste güçlü porsiyonda olacak olması, beklentilerin aksine toplumsal fay hatlarının kırılacak kadar gerilmesine de neden olabilir.

Vatansız Para, Erdoğan’ı iktidarda tutmak, bu olmazsa da toplumsal fay hatlarını gerebildiği kadar germek için deprem sonrası hemen operasyonlara başlamıştır.

The Washington Post gazetesi, Bloomberg’de yer alan Bobby Gosh imzalı, “2023’te Dünyanın En Önemli Seçimi Türkiye’de Olacak” başlığıyla bir analiz yayımlandı. Washington Post ve Bloomberg’in kimlere ait olduğunu söylemeye gerek var mı? İkisi de Vatansız Para’nın borazanlarıdır. Analizde özetle, Erdoğan’ın Batılı ülkelerle iyi geçinmediği, sürekli sorun çıkardığı ve Batılı liderlerin Erdoğan’ın iktidardan gitmesini hoş karşılayacakları anlatılıyor.

Müslüman Kardeşler örgütünün medya tetikçisi Mısırlı Sabır Meşhur, hemen bu habere bir yorum getirdi. Neymiş efendim, “Türkiye lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kez daha başkanlık seçimlerini kazanırsa bu, Türkiye’nin süper bir güç olmasına yol açacakmış. Türkiye süper güç olmadan ve kontrolden çıkmadan önce Erdoğan’ın mutlaka devrilmesi gerekiyormuş”. Oysaki Washington Post’ta yayınlanan analizde hiç böyle şeyler yok. Adam kendisi uyduruyor! Örgüt elemanı Arapça konuşuyor. Operasyon ekibi bu uydurmaların üstüne Türkçe dublaj yapıyor ve hazırlanan propaganda malzemesini Reels videosu halinde milyonlara seyrettiriyor. Türkiye’deki saf ihsanlar da liderlerinin “dış güçler” tarafından “başarılı olduğu için” devrilmek istendiğini zannediyor.

Müslüman Kardeşler örgütünü kimin kurduğunu ve yaşattığını biliyoruz. Bizdeki FETÖ’nün Arap ülkeleri için tasarlanan sürümüdür. Sahibinin aynı FETÖ gibi Vatansız Para olduğu çok açık. Bir operasyon yapılırken mutlaka timsahın çeneleri gibi çalışan bir mekanizma kullanılır. Küreselcilerin yayın organı Washington Post ve Müslüman Kardeşler birbirine düşman gibi görünürler, ama birisi timsahın alt çenesi ise diğeri üst çenesidir. Çatışmayı kızıştırmak için mutlaka iki kutuptan birden, birbirine zıt propaganda yapılır.

Aydınlıkçılar Yine Devrede

Depremden üç gün önce Foreign Affairs dergisinde Henri Barkey imzasıyla “Türkiye’nin Dönüm Noktası-Erdoğan iktidarda kalmak için ne yapacak?” başlıklı bir makale daha yayınlanmıştı. Ana makale budur. Washington Post’ta yayınlanan analiz bu makalenin kısaltılmış versiyonudur. Barkey makalesinde; Erdoğan’ın seçimi kazanmak için bir dış düşman yaratmak isteyebileceğini, bu maksatla Yunanistan ile Ege veya Akdeniz bölgelerinde küçük de olsa “tesadüfî” bir çatışma çıkarabileceğini veya Suriye’nin kuzeyine müdahale ederek (PYD/PKK’ya yapılacak bir operasyonu kastediyor) ABD ile bir gerginlik yaratabileceğini veya Kıbrıs’ın Türk kesiminin statükosunu değiştirmeye yönelik hamleler yaparak kriz çıkarabileceğini yazıyor. Makalenin üslubundan operasyon amaçlı yazıldığı açıkça anlaşılıyor. Amaç operasyonun diğer parçası olan Türkiye’deki ekibe pas atmaktır.

Henri Barkey’in bu makalesi üzerine operasyon ekibinin diğer parçası Aydınlık gazetesi hemen devreye girer ve 4 Şubat gece yarısı “ABD silahlı müdahale niyetini açıkladı” başlıklı bir haber yaparlar. Haberde Barkey’in makalesini çarpıtarak; “Washington yaklaşan Türkiye seçimlerine ‘askeri müdahale’ seçeneklerini ortaya koydu” yorumunu getirirler. Barkey’in makalede potansiyel kriz çıkma alanları olarak saydığı noktaları, “ABD’nin Türkiye’ye askeri müdahale yapacağı noktalar olarak çarpıtırlar” ve ABD’nin Türkiye’yi askeri müdahale ile tehdit ettiğini yazarlar.[1]

Aydınlıkçıların artık kim olduklarını biliyoruz. Henri Barkey timsahın alt çenesi ise, Aydınlıkçılar üst çenesidir. İkisinin de kumandası aynı merkezdedir. İkisi de Vatansız Para’nın operasyon elemanlarıdır.

Bu operasyona 04 Şubat 2023 öğlen saatlerinde Sabah gazetesi de katılır. Araştırın, her iki gazeteye de haberi yazdıran aynı odaktır! Sabah gazetesi de Aydınlık’ın haberini tekrar ederken işi biraz daha tırmandırır.[2]

Büyük ihtimalle AKP’nin trol ağlarının da yapılan bu operasyonun gerçek niyetinden haberleri yoktur. Büyük çoğunluğu haberin çarpıtıldığını dahi bilmez. Bu haberin AKP’ye yarayacağı inancıyla operasyon yalanını yayarlar. Toplumsal fay hatlarını germeye yönelik olarak yapılan bu operasyonun birer piyonu olduklarının farkında bile değillerdir.

Ama bu operasyonun farkında olması gereken kurumlar var. Yakın zamanda T.C. İletişim Başkanlığı bünyesinde Dezenformasyonla Mücadele Merkezi oluşturuldu. Bu merkez ve MİT’in İstihbarata Karşı Koyma Başkanlığının görevi, Sabır Meşhur gibi Müslüman Kardeşler örgütü üyelerinin, Henri Barkey ve Aydınlıkçılar gibi Vatansız Para’nın uşaklarının Türkiye’ye yönelik yaptıkları operasyonları önlemektir. Bu operasyonların AKP’ye yaradığı yanılgısına düşülürse hep birlikte kaybeden biz oluruz, Türkiye olur.

Parti Komiserleri

Şu an sosyal medya üzerinden çok ciddi bir algı operasyonu yürütülüyor. Bozgunculuk bombardımanı ile karşı karşıyayız. Laikçi-dinci ekseninde birbirimizi yememizi istiyorlar. Bu konuya biraz daha açıklık getirmek gerekiyor.

AKP tek başına iktidara geldikten sonra her partinin yapacağı gibi devlete kendi kadrolarını yerleştirmeye çalıştı. Fakat yeterince yetişmiş kadrosu olmadığından ilk etapta kilit makamlara önce Fetöcüleri ve imam hatip ile ilahiyat mezunlarını getirdi. Fetöcülerin ne mal olduğunu hep birlikte gördük. Yine de Fetöcülerin her alanda yetişmiş adamları vardı ama imam hatip ve ilahiyat mezunlarının çoğunun uzmanlık alanı dahi yoktu. Onlar sadece temsil ettikleri makamda parti komiseri vazifesi görmeye başladılar. Bu tür kadrolaşma, maalesef devletteki liyakat sisteminin bozulmasına neden oldu. Daha da kötüsü bu ekibin önemli bir kısmı aynı zamanda bir tarikat veya cemaate mensuptu. Dolayısıyla mensup oldukları grupların da birer temsilcisi olarak tarikat ve cemaatleri devletin içine soktular. Tarikat ve cemaatler devletten nemalanır oldu.

Osmanlı döneminde bile cemaat ve tarikatlar bu kadar etkin değildi. Osmanlı her birine ödenek tahsis eder ve mümkün olduğu kadar devletin içine sokmazdı. Onları dini alan ile sınırlamıştı. Fakat Türkiye’ye dayatılan Siyasal İslam, sahip oldukları oy potansiyeli ile tarikat ve cemaatleri siyasi aktör haline getirdi. Televizyondaki Osmanlı dizilerini, elinde balta ve kılıçla seyreden insan tiplemelerinin doğmasına neden oldu.

Ölüm Kalım Meselesi

Tabi bu durum laikçi kesimin çok tepkisini çekiyor. Erdoğan öncesinde Mason teşkilatları veya başka örgütlenmelerle devlet kadrolarını daha çok laikçiler dolduruyordu. O zaman için Türkiye’de tek kutup vardı. Sadece tek kutup olması iç çatışmanın önündeki en büyük engeldi. Fakat Erdoğan yönetimi, Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlarla laikçileri neredeyse tamamen devletten temizledi ve ikinci bir kutup olarak dincileri yarattı. Şimdi Türkiye’de laikçi-dinci ekseninde birbirine düşman ikinci kutup var. Laikçiler, “ne olursa olsun, iç savaş çıkarsa çıksın” yeter ki Erdoğan gitsin diye var güçleriyle çalışıyorlar. Dinciler ise elde balta ve kılıçla Erdoğan’ı ölümüne savunmaya hazırlanıyor.

Önümüzdeki seçimler ölüm kalım savaşı haline getirilmeye çalışılıyor. Erdoğan kaybederse onunla birlikte devletin kaymağını yiyen bir ekip de kaybedecek. Bu ekip, sadece siyasi gücü değil aynı zamanda ekonomik avantajlarını da kaybedecek. Fakat daha da önemlisi, muhalefet bu ekibin tamamını yargılamakla tehdit ediyor. İktidar değişirse yargı üzerinden ciddi bir hesaplaşma olacak gibi. Benzer şekilde, devlet içinde de çok ciddi tasfiyeler ve yeni kadrolaşmalar olacak. İşte önümüzdeki seçimleri ölüm kalım savaşı haline getiren bu denklemdir. Bu ortam, Vatansız Para’nın Türkiye’deki fay hatlarındaki stresi artırarak kırması için çok uygun bir fırsat yaratıyor. Bu yüzden sosyal medyada operasyonlara çoktan başladılar bile.

Bülent Arınç, hemen devreye girerek her zamanki görevini yerine getirdi. Seçimlerin ertelenmesi tartışmasının fitilini ateşledi. İşin kötüsü muhalefet de deprem krizinde çok kötü bir sınav verdi. Depremin üçüncü günü, daha kardeşlerimiz enkaz altında yatarken AKP’yi yıpratma adına 21 yıldır Erdoğan’ın deprem hazırlığı yapmadığı propagandasına giriştiler. Bu propaganda amacının tam tersi yönde, Erdoğan’ın her zaman uyguladığı düşmanlaştırma ve kutuplaştırma siyasetine hizmet etti.

Zaten herkes neyin ne olduğunu görüyordu. Bu propaganda çabası olmasaydı, farklı siyasi görüşlere sahip olup da depremin yarattığı acıyı birbirine sarılarak azaltmaya çalışan insanlar, aralarındaki duvarları yıkıp etkileşim içine girecek ve depreme hazırlıksız yakalanmanın gerekçeleri daha iyi anlaşılabilecekti. Ama maalesef bu yapılmadı, muhalefet partileri de kutuplaştırma tuzağına balıklama daldı.

Bayrak Değişimi

Bu seçimleri ölüm kalım mücadelesi haline getirmek, Vatansız Para’ya hizmet etmektir. Şimdi hepimiz sakin olmalıyız. Seçimi Erdoğan kaybederse bu bir bayrak değişimi olarak algılanmalıdır. Devr-i sabık yaratmak sorunlarımızı çözmek yerine daha da derinleştirir. Erdoğan ve ekibini hemen yargılamaya çalışmak, devletteki kadrolaşmayı hemen temizlemeyi istemek, toplumsal fay hatlarına koyulan bombanın fitilini ateşlemek anlamına gelir.

Bana sorarsanız toplumsal kutuplaşma tuzağının temelinde Erdoğan yatmaktadır. Hangi ülkede olursa olsun 20 yılın üzerinde tek başına iktidar olmak, çevresinde toplanan oligarşik yapıyla birlikte bir tek adam rejimi yaratır. Cumhuriyet rejimlerindeki tek adam yönetimi, krallıklardakine göre çok daha tehlikelidir. Birinde lideri seçme şansınız varken diğerinde yoktur. Seçme şansı olması, toplumsal kavga ile bölünmeyi beraberinde getirir. Örneklerini yakın zamanda Ortadoğu’da gördük. Biz aynı tuzağa düşmemeliyiz. Bu tuzağı bozmak için Erdoğan’ın sessizce gitmesinde ve Vatansız Para’nın bize dayattığı “Siyasal İslam” projesinin yavaşça tasfiyesinde fayda vardır. Tabi eski laikçi kadronun da tekrar suyun başına geçip, kendi dayatmalarına geri dönmemesi gerekir.

Erdoğan seçimleri tekrar kazanırsa, bu da dünyanın sonu değildir. Kendisi yaş ve sağlık itibariyle bir sonraki seçimde tekrar aday olamayacaktır. Bu onun son tur iktidarı olacaktır. Bu sebeple tekrar kutuplaştırma siyaseti izlemesine gerek yoktur. O da bu tarz siyasetten vaz geçmeli, devlet ve milletin bekasını düşünmelidir. Aksi bir durum Vatansız Para’nın hizmetkârı olarak tarihe geçmesine neden olur.

Şu sözle bitirelim: Türklerin binlerce yıllık devlet birikimi, bize kurulan bu tuzağı bozacaktır. Biz hepimiz kardeşiz ve aynı gemideyiz. Birbirimizi yemeyeceğiz. Vatansız Para avucunu yalasın.

 

[1] https://www.aydinlik.com.tr/haber/foreign-affairs-turkiye-secimlerine-askeri-mudahale-seceneklerini-ortaya-koyan-bir-makale-yayimladi-365447

[2] https://www.sabah.com.tr/dunya/son-dakika-foreign-affairsten-baskan-erdogana-kustah-tehdit-muhalefete-yol-haritasi-6344942

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.