savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3289
EURO
35,0655
ALTIN
2.299,69
BIST
9.044,96
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
21°C
Ankara
21°C
Az Bulutlu
Cuma Parçalı Bulutlu
23°C
Cumartesi Açık
24°C
Pazar Açık
24°C
Pazartesi Az Bulutlu
25°C

TANA TORAJA, ENDONEZYA

A+
A-

TANA TORAJA, ENDONEZYA

 Yazı ve Fotoğraf: Olay Salcan, 22 Temmuz 2018

Endonezya’da sıcaklığa ilaveten yüksek rutubet alışık olmadığım bir durum. Bu durum zaman zaman gezi hızımı kesmesine rağmen gezi için yaptığım planımı aksatmıyor. Görülecek o kadar çok yer var ki biraz duraklasam programın aksayacağının bilinci içerisindeyim. Ben de programa bağlı kalarak bu yerlerin tamamını görmek için büyük çaba gösteriyorum. Endonezya’ya gitmeyi düşünüyorsanız yanınıza bol miktarda tişört ve gömlek alın. Gezi boyunca bunları değiştirmek ihtiyacı duyacaksınız.

Yogyakarta’da geceledikten sonra kahvaltıyı takiben Makassar’a hareket için hava limanına gitmem gerekiyor. Oradan da uzun sürecek bir araç yolculuğu ile Tana Toroja’ya gitmek durumundayım. İyi bir kahvaltı yapıp kendimi güçlü tutmalıyım. Yolculukta nelerle karşılacağımı hiç kimse bilemez.

Tana Toraja, Makassar hava alınından yaklaşık 300 km. mesafede; tahminime göre de normal şartlarda dört saatlik bir yol olabileceğini düşünüyorum. Ancak ne varki dar ve kıvrıla kıvrıla giden yol nedeni ile seyahatim, on saatin üzerinde sürdü. Pirinç tarlaları, tarlalarda çalışan insan görüntüleri, balık ve karides çiftlikleri ile değişik görüntüler veren köyler ve muhteşem doğa manzaraları eşliğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamadan Pare Pare’de karşıma çıkan deniz, manzaraya ben de varım dercesine renk katıyor. Burada verdiğim moladan sonraki yolum yukarı, kıvrıla kıvrıla tepelere doğru tırmanıyor. Dar bir yolda ilerlerken bulutların içerisinde ve bulutlara dokunurcasına yaptığım mistik yolculuğun sonunda son durağıma gelip otel odasına yeleştiğimde yorulduğumu ancak hissedebiliyorum.

Düşünün Tara Toraja’ya geldiğim zaman akşamın çok ileri bir vakti idi. Öyle ya tam bir günümü yolda geçirmiştim. Yol uzadıkça zaman zaman Endonezya’nın bu bölgesine gelmekle hata ettiğim kanısına kapıldım. Pişmanlık duydum. Ancak burada gördüklerimden sonra bu düşüncelerimin ne kadar yanlış olduğunu ve eğer gelmeseydim çok büyük bir fırsatı kaçırmış olacağımı anladım. Gerçekten Tana Toraja bölgesi, Endonezya’da son derece özel bir bölge. Kendine özel geleneksel mimari yapılı evleri ve mezarları, cenaze törenleri, köyleri, yaşam tarzları ile görülmeden dönülmeyecek kadar değerli bir bölge.

Sonunda Çin’deki Han hanedanlığının zulmünden yılıp Sulavesi adasına yerleşen Torajalıların bölgesine gelmiştim. Bu adada yaşayan Tara Toraja köylülerinin dünyada hiçbir yerde göremeyeceğiniz gelenekleri var ve bu da Tara Toraja’yı bir cazibe merkezi haline getiriyor. Bu geleneğe uygun olarak köylüler, ölülerinin mumyaladıkları cesetlerini belirli periyodlarda mezardan alıp kıyafetlerini değiştirdikten sonra köy meydanında dolaştırıyorlar. Çok istediğim halde gezim, bu zamana denk gelmediği için bu fırsatı kaçırdım. Tamamen Tara Torajan’a özel olan bu durum, bizlere son derece garip gelebilir, ancak onlar için son derece normal. Bu kadar uç farklılıkların olması, dünyayı ne kadar özel yapıyorsa gezgini de o kadar mutlu ediyor. Bu defa olmadı ama, Endonezya defalarca ziyaret edilebilecek çok değerli tarih, kültür ve doğal zenginliklere sahip. Endonezya’ya bir ikinci gezi olabilir mi? Neden olmasın?

Bir yerden diğer bir yere giderken her tondaki yeşile sahip ormanlar arasında kıvrıla kıvrıla giden yollarda gördüğüm manzara, muhteşem güzellikte ve baş döndürücü görsel bir şölen sunuyor. Sık ağaçlar arasında zaman zaman beliren zaman zaman da gözden kaybolan tekneye benzer şekiller, manzaradan daha çok dikkatimi çekmeye başlıyor. Bunlar renkli ve son derece farklı tekneler. Ters dönmüş gibiler. Çok net göremediğim için bir anlam veremiyorum. Teknelerin dağların tepelerinde işleri nedir? Yoksa göz yanılması mı? Aracın içerisinde bulunan diğer yolcuların da bu dikkatini çekmiş olmalı ki bir kıpırdanma başlıyor. Muhteşem manzarayı seyretmenin keyfinin yanında, gözdüğümüz şeklillerin ne olduğu konusunda duyduğum merak da gezime farklı bir boyut katıyor. Sonunda bunun ne olduğunu öğreneceğim, ama heyecanını yaşamak da güzel.

Bir köye geldiğimizde karşımıza birden bire bu şekiller çıkıyor. Ters çevrilmiş bir tekneye benzeyen şekiller, gerçekte Torajalıların evleri. Bunun da nedeni, Çin’den ilk defa bu adaya ayak bastıklarında teknelerini ters çevirerek ev gibi kulllanmaya başlamışlar ve daha sonra da gelecek nesillere ilk zamanlarda yaşadıklarını hatırlatmak bakımından bu ilginç mimari tarzı devam ettirmişler. Bu anıyı bu günkü nesillere kadar taşımaya karşı kıskançlıkla karışık derin bir saygı duyuyorum.

Kırmızı, sarı, siyah ve kiremit renklerinin hakim olduğu bu evler, su baskınlarından korunmak maksadıyla ağaç kazıklar üzerine inşa edilmişler. Son derece farklı bir mimari yapıya sahip olan bu evler, ancak bu bölgeye gidilince görülebilir. Gördüklerimin ne olduğunu anlamanın verdiği rahatlık ile hayatımında ilk defa böyle bir yapı görmenin şaşkınlığı içerisindeyim. Dünya bu; gezdikçe süprizleri ile şaşkınlık yaratıyor. Ancak gezenler için bir ayrıcalıktır bu. Bu, muhteşem lezzetli bir yemeğin resmine bakmak ile gerçeğini afiyetle yemek kadar farklıdır.

Bu evlere, Tongkonan adı verilmiş. Torajalılar, evlerini süslemek için geleneksel Toraja motifleri olan adaletin sembolü horoz, zıtlıkların uyumunu anlatmak için de güneş ve ay ile gece ve gündüz gibi ikili figürleri kullanmışlar. Ayrıca evlerin önünde bufalo boynuzu bulunuyor. En çok kimin evinin önünde bufalo boynuzu görürseniz o ev, köyün ağasının evi. Bu konuda dünyada bir farklılık yok. Her ne kadar Hristiyan olsalar da animizmin sembolu olan bizonlardan vaz geçememişler. Onlar için bu bizon, güç ve zenginliğin sembolü.

Aynı yönde sıralı olarak inşa edilmiş, Tongkonanların karşısında onlardan daha küçük olarak yapılmış ve köyün erzak deposu olarak kullanılan binalara da Alaung deniyor. Bunlar, erzakı fare ve diğer hayvanlardan korumak için iyice cilalanmışlar.

Torajanlılar, bu gün Hristiyanlar ama pagan döneminde sahip oldukları dini geleneklerini hala yaşatıyorlar. Bunlardan en önemlisi de, ölü gömme törenleri; başlı başına görülmeye değer bir olay. Her gün olmayan bir olay. Rehberimiz bir gün sonra böyle bir törenin olacağını ve görmek isteyenleri götürebileceğini söylediğinde ilk istekli ben oldum.

Bu bölümle ilgili olarak çektiğim ve burada yayınladığım fotoğraflardaki görüntüler iç açıcı değiller ve hatta bana bunları neden buraya koymuş başka koyacak fotoğraf bulamadın mı da bunları koydun diye serzenişte bulunacağınızı da bilerek koydum. Affınıza sığınıyor ve özür diliyorum. Ancak size bir gezgin olarak gördüklerimi tamamen objektif yansıtabilmenin en etkin yolunun da bu olduğu inancındayım. Gördüklerimi sizlere her türlü olanakları kullanarak aktarmak istedim. Her zaman güzel görüntüler olacak diye bir garanti de yok. Gezdikçe iyisini de kötüsünü de görebiliyorsunuz. Sonunda dünyayı renkli yapan ve insanda karşı konulmaz bir gezme arzusu yaratan dünyanın bu farklılıkları değil mi? Siz beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz karar tamamen size ait. Ancak bu anlatacağım olay eskiden var olup bu güne kadar gelmiş yaşanan gerçek bir olay.

Bir Torajan öldüğünde ölen kişinin aile üyeleri tarafından günlerce süren Rambu Solog diye bir seri cenaze töreni yapılıyor. Ancak bu törenlere yapılan masraflar, çok yüksek olduğundan tören için yeterli miktarın toplanması için ailenin sahip oldukları parasal imkanlara göre bir cenaze töreninin yapılabilmesi aylar ve hatta yıllar sürebiliyor. Bu süre içerisinde ölen kişinin cesedi ailenin yaşadığı evde saklanıyor. Cenaze töreni yapılana kadar, aile tarafından ölenin gerçekten öldüğü düşünülmüyor ve onun yalnızca hasta ya da uykuda olduğundan söz ediliyor. Sembolik olarak ona bakıyor ve onunla konuşuyorlar. Ölü olan bir evin önüne de beyaz bir bayrak asılıyor.

Bir cenaze törenin yapılabilmesi için gereken miktar toplandığında törene başlanıyor. Ölenin yakınlarının mali durumuna göre tören sırasında domuz ya da bufolla kurban ediliyor. Bizim gittiğimiz törende domuz kurban edildi.

Tören alanında bir çok Tongkonan var. İnsanlar bu Tongkonanların altında oturmuşlar. Çünkü içerisi çok sıcak, buraları daha havadar ve serin olduğu için. Servis de kolay oluyor. Domuzları dört ayaklarından bambulara bağlayarak omuzlarında taşıyorlar. Bu günkü törende kurban edilecek domuz sayısı kırk adet. Tören alanına getirilen ve kurban edilen domuzların bağırmaları ortalığı yıkıyor.

Cenaze sahiplerinin olduğu Tongkonan’a gittim ve kendilerine baş sağlığı diledim. Sonra aşağıya indim ve olayların nasıl geliştiğini görmek için kalabalığın arasına karıştım, Tongkonanların arasında dolaştım.

Kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlı herkes burada; kimisi oturuyor, kimisi ayakta. İnsanlar aynı bizim cenaze namazlarında olduğu gibi kendi aralarında boyuna konuşuyorlar. Cenaze töreni son derece organize bir şekilde devam ediyor. Bir kısım insan sadece domuzları taşıyorlar ve herkesin görebileceği şekilde bir alana getiriyorlar. Herkes gördükten sonra domuzları kesecek olanlara teslim ediiyorlar. Onlar, gözlerden uzakta, binaların arkasında bir yerde domuzları kesiyorlar. Aynı yerde yüzenler var. Onlar da, yüzüp parçalıyorlar. Burada akan kanlar, parçalanmış etler ve hayvanların iç organlarının görüntüsü dayanılacak gibi değil.

Bu arada özel mavi elbiseler giymiş genç bayanlar ellerinde içecekler olarak devamlı tek sıra dolaşarak davetlilere servis yapıyorlar. Yöresel içeceklerin yanında bira gibi içkiler içiliyor. Bunları hazırlayanlar ve etleri pişirenler de ayrı. Davetlilerin işi de yemek ve içmek.

Bu tören bu şeklide devam ediyor. Sonra herkes dağılıyor. Ölen kişinin naşı, bu törenden sonra esas yeri olan ya bir uçuruma ya da bir mağaraya konuyor. Tongkonan şeklinde inşa edilmiş mezarla da gördüm. Hiç şüphe yok ki bunları zengin olanlar, aile mezarlığı olarak yaptırmışlardır.

Mağara olan mezarlıklara pirinç tarlaları arasından yürüyerek gidiliyor. Eğer cesaretiniz varsa içeri girdiğinizde mağarada bulunan tüm boşluklara yerleştirilmiş ölülere ait birçok kemik ve kafatası görebilirsiniz. Kimisi yeni olduğundan üzerinde örtüsü ile tabutun içerisinde. Karanlıkda el yordamıyla ya da cep telefonu feneri ile istemeden kemiklere dokunarak ve bazen de basarak mağaranın içerisinde dolaşıyorsunuz. Kendinizi farkında olamadan bir kafatasını okşarken bulabilirsiniz.

Ancak zorlukla mağarayı gezerken karşılaşılan manzara da çok tuhaf. Çünkü ölülerini ziyaret gelenler, ona sigara, içki, para vs. sunduklarından onları görebiliyorsunuz, ama ağzında bir sigara olan kafatasının sigarasını yaksam mı acaba diye terddüt geçiriyorsunuz.

Bir de yamaçların yüksek yerlerine oyulmuş kaya mezarları var. Bunlara aşağıdan yukarıya doğru başımı kaldırarak baktığım için içlerini görmek mümkün değil. Kaya mezarlarının önünde mezarlardaki ölüleri temsilen onlarca kukla var ve sanki ölüler kalkmışta gözlerini dikmiş, bana bakıyorlar. Ürkütücü.

Eskiden bir bebek doğduktan üç ay içerisinde ölürse melek olduğuna inanılıyor ve gömülmüyormuş. Peki ölen bebek ortada mı kalıyor? Hayır. Hiçbir yerde görmediğim bir yöntem uyguluyorlar. Bu yönteme göre kutsal sayılan büyük ağaçların gövdesinde bir delik açılıp, bebeğin naşı o deliğin içerisine yerleştiriliyor, delik dışarıdan doğal liflerle kapatılıyor. Ağaç, büyüdükçe o deliği kapatıyor ve bebek de içeride kalıyormuş. Ancak vahşi hayvanların bebeğin kokusunu hemen alıp onu yok etmeleri mümkün. Ağaç yaşadıkça da bebeğin yaşadığına inanılıyor. Bu gün bu yapılmamakta imiş. Ben, böyle bir ağaç gördüm. Ağacın üzerinde birkaç mezar vardı, ama içinde bir şey var mı göremedim.

Cenaze törenleri, törene kadar ölülerini evde misafir etmeleri, onlara sanki canlı imiş gibi davranmaları, mezarları, mezarlarındaki kuklaları ve ağaçlardaki çocuk mezarları sizlere son derece tuhaf ve ürkütücü gelebilir. Ancak onlar için tüm bunlar, son derece normal ve hayatın bir bölümü.

İşte tüm bunları görmeniz, yaşayabilmeniz ve dünyanın farklılıklarını fark edebilmeniz için Endonezya’ya ve orada da Tana Toraja’ya gitmeniz gerekmektedir.

Dünyayı dolaştığım süre içerisinde en son gördüğüm garip ve şaşırtıcı bir durumun sonuncusu olduğunu, bundan sonra böyle bir olaya daha şahit olamayacağımı düşünürdüm. Ancak artık bu fikrimi değiştirdim. Çünkü dünyayı dolaştıkça dünyanın beni her zaman şaşırtacağı ve yeni sürprizlerini bana sunacağına olan inancım artıyor. Bu da benim dünyayı gezmeye devam etmemdeki en büyük neden oluyor. Endonezya’nın Tana Toraja bölgesindeki son gördüğüm şaşıtıcı olay ve yerlerin de son süprizler olmadığına artık eminim. Öyle ise dünyayı gezip görmeye ve gördüklerimi şaşırtıcı ve süprizlerle dolu olarak sizlere aktarmaya devam.

Yeni bir yazımda buluşuncaya kadar hoşca kalınız.

olay.salcan@gmail.com

olaysalcan.blogspot.com

 

FOTOĞRAF GALERİSİ

BU ALANA REKLAM VEREBİLİRSİNİZ
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.