savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,2574
EURO
37,5928
ALTIN
2.878,90
BIST
9.044,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
28°C
Ankara
28°C
Parçalı Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
25°C
Perşembe Az Bulutlu
25°C
Cuma Az Bulutlu
25°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
22°C

Genç Türkler Türkiye’yi Yeniden Laikleştirebilecek mi!

Genç Türkler Türkiye’yi Yeniden Laikleştirebilecek mi!
A+
A-

 

Genç Türkler Türkiye’yi Yeniden Laikleştirebilecek mi?

 

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK (1927)

 

Yazar: Stanley A. Weiss, Medium, 20 Ağustos 2020

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 29 Ağustos 2020

 

Yüz yıl önce içinde bulunduğumuz Ağustos ayı içinde, Birinci Dünya Savaşının muzaffer müttefik devletleri (ÇN: Başlangıçta İngiltere, Fransa ve Rusya, sonradan İtalya ve Birleşik Devletler) Paris kentinin banliyölerinden Sèvres’de bir porselen fabrikasında (ÇN: Hem seramik üretilen hem de müze olarak kullanılan Cité de la Céramique), savaşın mağluplarından Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için bir araya gelmişlerdir.

 

Sèvres Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nu paramparça etmiştir. İmparatorluğun Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz, Arap Yarımadasındaki toprakları elinden alınmış ve devletin merkezi olan Anadolu toprakları da Fransız, İngiliz, İtalyan, Yunanistan, Kürt ve Ermeni nüfuz bölgelerine ayrılarak yeniden şekillendirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’na 600 yıl başkentlik yapan Constantinople (ÇN: 1930 yılında ismi İstanbul olarak değiştirilmiştir) kentine de uluslararası bir statü verilmiştir.

 

Almanya’yı aşağılamayı hedefleyen Versailles Antlaşması (28 Haziran 1919) gibi Sèvres Antlaşması da savaştan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’na kılıç zoruyla imzalatılmıştır. Fakat Alman milliyetçilerinin, ulusal bir öfke oluşturarak Adolph Hitler’in iktidara gelmesine neden olan Versailles Antlaşmasını yırtıp atmaları 15 yıl sürerken, Türk milliyetçilerin tahammül edilmesi imkânsız olan bu anlaşmayı (ÇN: İşgal Metni) çöpe atmak için derhal harekete geçmişlerdir.

 

Türk milliyetçilerine, Gelibolu Savaşında İngilizlerle yapılan savaşta öne çıkan Mareşal Mustafa Kemal liderlik etmiştir. Mustafa Kemal’in liderliğinde yürütülen savaşta kazanılan kesin sonuçlu askeri başarı, Sèvres Antlaşmasını tıpkı imzalandığı porselen fabrikasında üretilen ürünler gibi kırılgan bir hale getirmiştir. İki yıl içinde Avrupalı güçler pazarlık masasına oturmaya zorlanmış ve 1923 yılının Temmuz ayında Lausanne Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devleti doğmuştur.

 

10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sèvres Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu parçalanmıştır. Fotoğrafta Yunanistan başbakanı Eleftherios Venizelos antlaşmayı imzalarken görülmektedir. Kaynak: Bibliothèque Nationale de France

‘‘Atatürk’’ veya ‘‘Türklerin Atası’’ olarak isimlendirilen Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Türkiye en başından itibaren onun ileri görüşü ile inşa edilen bir ülke olmuştur. Atatürk, Osmanlı mirasından bağımsız, laik ve demokratik bir ülke yaratmak istemiştir.

 

Bu, çok asil bir vizyondur. Fakat o dönemlerde bu vizyonun Atatürk’ün liderlik ettiği toplumun bütün kesimleri tarafından paylaşılıp paylaşılmadığı o kadar da açık ve net değildir. Birçok insan Türkiye’nin yeni vatandaşlarının İslami kimlikten uzaklaşan ve Batı değerlerini kucaklayan dönüşümünü destekleyip desteklemeyeceğini merak etmiştir. Ve bu demokratik geleneğin, Atatürk’ün ölümü sonrasında devam edip etmeyeceği de ayrı bir merak konusu olmuştur.

 

Yüzyıl sonra dünya, bu sefer tersine olmak üzere; Türkiye hakkında aynı soruyu sorma noktasına gelmiştir. Bu sefer soru; ilk kez 2011 yılında yazdığım gibi bir zamanlar; ‘‘minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker’’ diyen, tam anlamıyla İslamcı Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerine odaklanmıştır.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır DGM Savcılığının Siirt kentinde yaptığı konuşmasında halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği gerekçesiyle açtığı davada 10 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Savcı beraat kararı istemesine rağmen hapis cezasına çarptırılan Erdoğan, 06 Aralık 1997 tarihinde yaptığı konuşmada:‘‘Türkiye’de düşünce özgürlüğü yok ve ırk ayrımı yapılıyor. Referansımız İslamiyet. Bizi hiçbir zaman sindiremezler. Batı insanının bile inanç hürriyeti var. Türkiye’de neden buna saygı gösterilmiyor? Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler ise kışlalarımızdır. Okunan ezanı kimse susturamayacak. Türkiye’deki ırk ayrımına kesinlikle son vereceğiz. Çünkü RP, diğer partilerle zıt fikirde. Gökler yerler açılsa, üzerimize tufanlar yanardağlar saçılsa yolumuzdan dönmeyiz. Benim Referansım İslamiyet’tir. Bunu dile getiremiyorsam yaşamamın ne anlamı var? Batı insanının bile inanç hürriyeti var. Avrupa’da, ibadete, başörtüsüne saygı duyuluyor ama. Türkiye’de engelleme getiriliyor. Türkiye’de neden buna saygı gösterilmiyor? Okunan ezanı kimse susturamayacak. Çünkü ezanın sustuğu yerde insanların huzuru olmaz. Kürt, Arap, Çerkez ayrımı yapılamaz. Çünkü bütün insanların birleştiği çatı İslam’dır. Türkiye’deki ırk ayrımına kesinlikle son vereceğiz. Bunu bu hale getirenler utansın. RP’nin başarısından sıkıntı duyanlar, iktidara gelmesin diye her türlü yolu denedi. Ama bunu hiçbir güç engelleyemedi.” sözlerine yer vermiştir. Milliyet 22 Nisan 1998 tarihli ‘‘Erdoğan’a 19 ay hapis’’ başlıklı haberden alıntıdır.

 

Erdoğan, 17 yıllık iktidarı boyunca ülkeyi Atatürk’ün kurduğu laik demokrasiden uzaklaştırmış ve İsrailli gazeteci Ron Ben-Yishai’nin geçmişte yazdığı gibi görünüşte Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem günlerine geri döndürme sevdası ile ülkeyi teokratik otokrasiye geri döndürmüştür.

 

Atatürk için sorulan soru tersine çevrildiğinde; birçokları günümüzde bu yeni İslamcı köktendinciliğin Erdoğan ile birlikte ortadan kalkıp kalkmayacağını veya yılların NATO müttefiki ve Birleşik Devletlerin dostu Türkiye’nin laik demokrasi günlerinin sona erip ermeyeceğini merak etmektedir.

 

Son yüzyılda uzun bir süre bu düşünülemez gibi görünmüştür. Atatürk’ün ektiği ruhani olmayan tohumların toplumun derinliklerine nüfuz ettiği ortaya çıkmıştır, fakat acaba bu kökler herhangi bir liderin kökünden sökemeyeceği kadar derin miydiler?

 

Türkiye’nin kuruluşunu takip eden yıllarda Kemalizm bayrağı altında, Türkiye’yi yükselen özgürlük ve fırsatçılık Batı değerleri ile uyumlaştırma reform ideolojisi altında Atatürk, eski imparatorluğa dramatik değişiklikler getirmiştir. Atatürk, İslami yönetimin ilerlemenin önünde bir engel teşkil ettiğine inanmaktadır.

 

Atatürk’ün önderliği altında dini mahkemeler kapatılmış, dini eğitim engellenmiş ve İslami yasalar kaldırılmıştır. Yeni Türk anayasası temsilci hükümet ilkesini getirmiş ve yasama ile yürütme yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) devretmiş, 18 yaşının üstündeki Türk vatandaşlarına oy kullanma, 30 yaşın üstündekilere de seçilme hakkı vermiştir.

 

Anayasa Referandumu gecesi Recep Tayyip Erdoğan’ın görüntüsü. Kaynak:T24

 

Erdoğan’ın ağır bir darbe indirdiği laik ve demokratik değerler işte bunlardır. İktidara geldiği ilk yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik hedefini muhalefeti bastırmak için kullanan Erdoğan, işe 80 yıldır laik Türkiye’nin garantörü olan kurumu, yani Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alarak başlamıştır. Türkiye’yi AB ilkeleriyle uyumlu hale getirme bahanesiyle, ülkenin en üst rütbeli generallerini hapse atan Erdoğan, bir analizcinin de belirttiği gibi Türkiye’yi Putinvari bir otokrasi ve İran teokrasisi karışımı bir yapıya dönüştürmeye başlamıştır.

 

 

Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı. Kurumlarımızın içinde örgütlenmiş, güçlü medya desteğiyle teçhiz edilmiş bir yapının, Türkiye’yi ele geçirmek için yürüttüğü bir kumpasa, bir darbe teşebbüsüne hep birlikte maruz kaldık. Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiçbir zaman razı olmadı. Tereddütlerimi, itirazlarımı o dönemde bu işin sorumlularına ifade ettim, hatta kamuoyu önünde de dile getirdim. Ama o zaman önümüze konan, ancak çoğunun sahte ve çarpıtılmış olduğu daha sonra ortaya çıkan belgeler, bilgiler karşısında, hukuka saygı gereği, yapacak bir şeyimiz kalmadı. Bu süreçte, Başbakan ve hükümet olarak bizim de Genelkurmay Başkanımızın ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin de hukuk devleti ilkesine saygının gereğini yerine getirmek dışında bir duruşumuz olmadı. Uzun süredir temkinle yaklaştığım, faaliyetlerini takibe aldığım bu yapı, biliyorsunuz, 17-25 Aralık 2013’te doğrudan hükümeti devirmeye ve adeta Türkiye’ye topyekûn el koymaya yönelik bir teşebbüse girişti. Yolsuzluk kılıfı altında başlattıkları bir operasyonla şahsımla birlikte ülkemizin tüm milli kurumlarını, milli projelerimizi hedef aldılar.” Ergenekon ve Balyoz Operasyonları hakkındaki açıklamasından alıntıdır.

Bu korkunç vaadini gerçekleştirmek için uğraştı. Erdoğan iktidara geldiği 2003 yılından itibaren gazetecileri tutuklamış, hükümete muhalifleri tasfiye etmiş, şiddet yoluyla siyasi rakiplerini sindirmiş ve seçim sonuçlarını iptal ettirmiştir. 2017 yılında yapılan sonuçlarına müdahale edilen bir anayasal referandum yoluyla Erdoğan; yargıçları atama, hükümetin icraatını gözetmekten sorumlu görevlilerin yetkilerini sınırlandırma, yasal güce sahip kararnameler çıkarma ve olağanüstü hal ilanını kapsayan büyük ölçüde genişletilmiş yürütme yetkilerini üzerine almıştır.

 

Bu arada yüzyıllık bir sürede ilk kez kamusal alanlarda başörtüsü zorunluluğu getirilmiş, devlet dini okullar inşa etmiş, vatandaşın ödediği vergiler tarihte görülmemiş bir cami inşaatı patlamasının finanse edilmesinde kullanılmıştır. Erdoğan’ın İslami Devlet terör örgütü (ISIS) askerlerini dahi Birleşik Devletlere karşı savaşında desteklediğine yönelik güçlü kanıtlar bulunmaktadır.

 

Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Junker, Avrupa Birliği Liderler Zirvesi sonrasında kameralara poz verirken görülmektedir, 18 Mart 2016 günü. Kaynak: Dursun Aydemir – Anadolu Agency

 

Atatürk, Türkiye’nin geleceğinin en iyi Batı ulusları ve değerleri ile uyuşmasında olduğuna inanırken, Erdoğan açık bir şekilde Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyeliğini kabul etmemesinin, Avrupa’nın özünde Müslüman bir ülke ile asla rahat olamayacağı anlamına geldiğine inanmaktadır ve AB yerine İslami otokrasiler ile aynı eksene girmiştir.

 

 İktidarı süresince Erdoğan, etkili ekonomi yönetimi nedeniyle bir dereceye kadar bu vizyonu için göreceli olarak istikrarlı bir desteğin tadını çıkarmıştır. O, Türkiye’nin can çekişen ekonomisini dönüştürmek için yola çıkarak sonunda milyonlarca Türkü orta sınıfa kaydırmayı başarmıştır.

 

Ancak bu büyüme, büyük ölçüde sınırsız kamu ve özel sektör borçlanmaları ile kamunun parasının Erdoğan’ın arkadaşlarına verilmesiyle yürütülmüştür. Faturanın geri ödemesi, sürdürülemez kamu borcu seviyesinin Türk lirasının değerinin beşte birini kaybetmesine, ekonomiyi hezimete uğratmasına ve Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin tarihi kayıplarına neden olduğu 2018 yılında gelmiştir.

 

Mehmet Barlas Sabah gazetesinde 17 Nisan 2020 tarihinde yayımlanan başyazısında, AK Parti’ye yakın olmayan bir araştırma kuruluşunun verilerine dayanarak, korona virüsle mücadeledeki liderliği nedeniyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a verilen halk desteğinin %55,8’e yükseldiğini kaleme almıştır. Kaynak: SABAH – ‘‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilen halk desteği yüzde 55,8’e yükseldi’’ – Mehmet Barlas.

 

Korona virüs salgını başlangıçta Erdoğan’ın kaybettiği desteği bir miktar geri kazanmasına yardım etmiş, fakat vaka ve ölü sayıları yükseldiğinde Erdoğan’ın kazanımları da kısmen yok olmuştur. Bununla birlikte Erdoğan’ın iktidarını ciddi şekilde tehdit etmemiştir. Erdoğan, muhafazakârlar ve İslami köktendinciler arasında kendisini destekleyen tutku dolu tabanını muhafaza etmeyi sürdürmektedir.

 

 

Solda; ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner tarafından ‘‘TARİHİ BAŞARI’’ olarak nitelendirilen İsrail-BAE ilişkilerinin normalleştirilmesi hakkında açıklama yaparken, sağda ise 2012 yılında bir araya gelen Birleşik Arap Emirlikleri lideri Sheikh Mohammed bin Zayed ve Recep Tayyip Erdoğan. Foto: AFP

 

Bu taban Erdoğan’ı gaza getirmeyi sürdürmektedir. Geçtiğimiz hafta, Birleşik Arap Emirlikleri tarafından yapılan İsrail ile ilişkilerini normalleştiren üçüncü Arap ülkesi olacağı yönündeki tarihi açıklamaya tepki olarak Erdoğan İran gibi ülkelerin safında yer almış ve öfke dolu açıklamasında; ‘‘Filistin’e yönelik adım yenilir yutulur bir adım değil. Abu Dabi yönetimiyle özellikle diplomatik ilişkileri askıya almak veyahut da bizim de büyükelçiyi geri çekme gibi bir adımımız olabilir” ifadelerini kullanmıştır.

 

 

Solda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Hamas lideri İsmail Haniyeh ile tokalaşırken görülmektedir. Sağda ise; 13 Ağustos 2020 günü kaleme aldığı yazısında Türkiye’nin Hamas üyelerine pasaport verdiğini iddia eden Telegraph Orta Doğu muhabiri James Rothwell. Kaynak: Anadolu Agency ve Great British Business Show.

 

 Erdoğan’ın bu açıklaması, İngiliz Daily Telegraph gazetesi tarafından Türkiye’nin, Erdoğan’ın uzun süreden beri Ankara’yı Müslüman Kardeşler örgütüyle aynı eksene getirme yönündeki arzusuyla ilgili söylentileri doğrulayan, üst düzey yedi Hamas terör hücresi üyesine vatandaşlık verdiği yönündeki iddialarının hemen ertesi günü gerçekleşmiştir.

 

Ancak Erdoğan’ın ikiyüzlülüğü gerçekten nefes kesicidir. Türkiye, 1948 yılında nüfusunun çoğunluğu Müslüman olup ta İsrail’i tanıyan ilk ülke olmasının yanı sıra, 6 milyar dolarlık ticaret kapasitesi ile İsrail Türkiye’nin en büyük ilk on ekonomik ortağı arasındadır. Eğer göründüğü gibi Erdoğan, Ankara’nın İsrail yerine İran’ın yanında yer almasını ve Müslüman Kardeşler ile birlikte ABD ve İsrail’in çıkarlarına kaşı çalışmasını istiyorsa, o zaman İran’a yapıldığı gibi Türkiye de dışlanmalı ve uluslararası toplum tarafından yaptırım uygulanmalıdır.

 

Lakin bu bizi geriye orijinal soruya geri döndürmektedir: Erdoğan’ın Atatürk’ün laik Türkiye’sinden ayrılması ondan sonra da devam edecek bir kalıcı realite mi olacaktır? Atatürk’ün kesinlikle takdir edeceği bir ironiyle bu sorunun yanıtını yeni nesil genç Türkler verecek gibi görünmektedir.

 

Şüphesiz, Osmanlı İmparatorluğunu Avrupa’nın hasta adamına döndüren sultanlara karşı isyana liderlik edenler, aralarında Mustafa Kemal Atatürk’ün de bulunduğu orijinal Jön Türklerdir. 2000 yılı sonrasında doğan ve Z Kuşağı olarak bilinen ve yakında oy kullanabilecek olan 13 milyonluk Türk seçmeni Erdoğan’ın ideallerine çok daha fazla karşıdır.

 

Yaşlı nesiller arasında Avrupa Birliğine üye olmayı isteyenlerin oranı neredeyse %35’e düşmüşken, Z Kuşağında bu destek %80 seviyesindedir. Z Kuşağı; ifade özgürlüğü gibi liberal demokratik hakları çok kararlı bir şekilde ve ezici bir çoğunlukla desteklemekte ve yaşlı Türklere nazaran içlerinden çok daha azı kendisini dini muhafazakâr olarak tanımlamaktadır.

 

Z Kuşağı bunun yanı sıra çok daha hoşgörülüdür: son nesilden sadece %33’ü başka bir din veya mezhepten kişiyle evlenebileceğini söylerken, bu oran Z Kuşağı arasında %82 seviyesindedir.

 

Z Kuşağı, Erdoğan’ın iktidar olduğu Türkiye’de büyüyüp yetişmiştir. Fakat Atatürk’e çok daha yakın bir dünya görüşünü benimsemişlerdir. Ve 2023 yılında yapılacak olan parlamento seçimlerinde; her beş Türk seçmeninden bir tanesi Z Kuşağı’ndan olacaktır.

 

Erdoğan şimdiden Z Kuşağının öfkesini hissetmektedir: genç Türklerin sosyal medyada yaptıkları eleştirilerden bıkan ‘‘Sansür Sultanı’’, Z Kuşağının kullandığı sosyal medya enstrümanını ezmek için bir mücadele başlatmıştır. Fakat her geçen gün binlercesi oy kullanma hakkına kavuştuğundan, Erdoğan’ın bu savaşı çok kısa ömürlü olabilir.

 

Erdoğan bu arada; sularında muhteşem Hagia Sophia’nın İstanbul semalarına vuran görüntüsü görülen Boğaziçi’nde yeni bir sultanlık oluşturmak için elinden gelenin en iyisini yapmaya devam edecektir.

 

Hagia Sophia, 6’ncı yüzyılda bir katedral olarak inşa edilmiş, 14’üncü yüzyılda Osmanlılar kenti ele geçirdiğinde camiye çevrilmiş ve sonra da Atatürk idaresinde 1923 yılında laik bir tarihi yapıya dönüştürülmüştür. Geçen ay, Lozan Antlaşmasının 97’nci yıldönümünde Erdoğan Hagia Sophia’yı tekrar camiye çevirmiştir.

 

 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Hagia Sophia’nın cami olarak ibadete açıldığı ilk Cuma namazında Kuran okurken görülmektedir.

 

Hagia Sophia kuşkusuz ‘‘KUTSAL BİLGELİK’’ anlamına gelmektedir. Hem Hıristiyanlık hem de İslam dininde bilgeliğin kökleri yaşlılardadır, laik gelenekte ise her anne babanın bildiği gibi en büyük bilgelik genellikle çocuklar ve gençlerin dudaklarından dökülmektedir. Çok yakında sıra Z Kuşağına gelecektir.

Türk asker, devlet adamı ve modern Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Başkomutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK.

 

Söz sırası onlara geldiğinde, bu pekâlâ Erdoğan döneminin sonu anlamına gelebilir. Onlara; Gelibolu Muharebelerinde İngiliz Birliklerine doğru giden rotada en öne geçerek sivrilen Mareşal Mustafa Kemal Atatürk önderlik etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderlik ettiği askeri başarılar karşısında Sevr Anlaşması adını aldığı porselen gibi kırılgan hale gelmiştir. İki yıl içinde Avrupalı güçler toplantı masasına oturmaya zorlanmış ve 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden bağımsız ve laik Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur.

 

Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazının çevrilerek paylaşılması, yazar tarafından ifade edilen görüşler ve ileri sürülen iddiaların Sun Savunma Net sitesi ve çeviren tarafından paylaşıldığı anlamına gelmemektedir.

 

Kaynak: Kasasa

 

Z Kuşağı Nedir?

 

1965-1979 yılları arasında doğan insanlara X Kuşağı ismi verildi. Ondan önceki kuşağa verilen Baby Boomers ismi İkinci Dünya Savaşı sonrasında halkın çocuk yapma yönde teşvik edilmesi sonucu 1946-1964 yılları arasında doğanları kapsayan kuşaktır. 1980-1994 yılları arasında doğanlara ise Y Kuşağı adı verilmiştir. Z Kuşağı da 1994 yılı sonrası doğanları kapsamaktadır.

 

Z Kuşağı mensupları sosyal medyada oldukça fazla zaman geçirirler. Eski ve samimiyetten uzak mesajları anlamaları sadece birkaç saniyelerini alır. Z Kuşağı ile tanışmak ve güvenlerini kazanmak için acele etmemek ve maksat içeren sunumlar oluşturulmalıdır.

 

Orijinal metne aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

 

https://medium.com/@stanleyweiss/will-young-turks-make-turkey-secular-again-f678df462213

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.