1999-2000 ve 2002-2003 yılları arasında toplam 16 ay görev yaptığım Bosna Hersek’teki SFOR görevi benim için meslek yaşantımın en öğretici dönemlerinden biriydi.
Pek çok yabancı subay – astsubayla tanıştım, birlikte görev yaptım, diğer ülkelerin askerlik anlayışları ve kültürlerini de anlamaya çalıştım.
Tabii onları tanıdıkça bizim Türk askerinin kıymetini daha iyi anladım.
Şimdi size orada bir Alman yarbay ve bir Amerikalı astsubay ile oturup sohbet ederken yaşadığım, beni çok etkileyen bir olayı anlatacağım. Bugün PKK, sözde “Kürt meselesi”, etnik ayrımcılık üzerine koparılan onca yaygara arasında eminim bu hikâye size de anlamlı gelecektir.
Aynı birimde görev yaptığımız orta boylu, beyaz tenli, kızıl sakallı, biraz da kilolu Alman Yarbay Melber ve çekik gözlü, güler yüzlü, neşeli, tıknaz, Güney Kore asıllı Amerikalı İdarî İşler Astsubayı Brian ile bir akşam mesai çıkışında “Beer Corner” (“Bira Köşesi”) adını verdiğimiz mekânda oturup gırgır şamata sohbete koyulduk. Günlük işler, Bosna’daki durum vs. derken konu konuyu açıp laf döndü dolaştı 2. Dünya Savaşına geldi. Orada Brian, Almanların 2’nci Dünya Savaşındaki tutumlarını eleştirerek ve biraz da Melber’i kızdırmak için “Sir” (“Komutanım” anlamında) dedi, “Siz savaşta milyonlarca Yahudi’yi katlettiniz, soykırım uyguladınız.” deyiverdi.
Melber biraz bozulsa da bu eleştiriyi karşı tezle yanıtladı:
– Bunu bana söyleyene bak, siz de milyonlarca Kızılderili’yi katledip soykırım uyguladınız.
Brian o suçlama karşısında beni çok şaşırtan bir yanıtla itiraz etti:
– Hayır Sir, Kızılderilileri biz katletmedik, onları da siz katlettiniz. Yani siz Avrupalılar… O zaman Amerika diye bir devlet ya da millet yoktu, Amerika kıtasına gelen Avrupalılar vardı. İşte o Kızılderilileri de o Avrupalılar katletti, Amerikalılar değil!
Brian’ın yanıtına sadece ben değil, Melber da afalladı… Brian doğru söylüyordu, gerçekten Kızılderilileri katleden Amerika kıtasına gelen Avrupalılardı. Bunu hiç düşünmemiştim.
Melber önce diyecek bir söz bulamadı, sonra Brian’ın Amerikalıları o ana kadar tavizsiz savunmasını şöyle bir cümleyle savuşturmaya kalktı:
– Dur bir dakika, sen niye Amerikalıları savunuyorsun ki? Sen Amerikalı değil, Güney Korelisin…
Alman Melber’in bu sözü o ana kadar gülüş cümbüş bir ortamda kahkahalarla sohbet eden Amerikalı Brian’ı resmen sarstı; kaşları çatıldı, benim de hiç beklemediğim şekilde elini masaya vurarak ayağa kalktı ve Melber’in gözlerinin içine bakarak sert bir tonda konuştu:
– No Sir, I’m American! (Hayır Komutanım, ben Amerikanım!)
Melber üsteleyecek gibi oldu:
– Hayır, sen “Amerikan” değil Güney Koreli bir Amerikalısın!
Brian aynı üslûpla ve üstüne basa basa yanıtladı:
– SIR, I -AM – AMERİCAN!
Ortam gerildi… Müdahale etmeyip sadece izlemekle yetindim. Allah’tan Melber devam ettirmedi, Brian tekrar masaya oturdu, ama sohbetin neşesi kaçtı. Son yudumlarımızı içip kalktık.
Odama dönerken yol boyunca Güney Koreli bir Amerikalı olan Brian’ın üstüne basa basa söylediği “Ben Amerikanım!” sözü kulaklarımda çınladı… Evet, adam “Ben Amerikalıyım (I’m from the USA)” değil, “Amerikanım (I’m American)” diyordu…
Vay canına, dedim kendi kendime… Bizde herkes “Türküm” demek yerine kendi etnik kökenini öne çıkarmaya çalışırken, hatta “Türküm” demeyi bile ırkçılık olarak algılayıp faşizan bir kavram olarak tanımlarken, “Türküm” yerine “Türkiyeliyim” demeyi matah bir söylemmiş gibi savunurken elin Korelisi “Amerikalıyım” demek yerine üstüne basa basa “Amerikan” olduğunu söylüyordu…
Şunu anladım ki gelişmiş ve büyük bir ülke olmanın yolu kesinlikle işte o birlik ve bütünlük algısından geçiyor; toplumu ya da bireyleri alt kimliklere bölüp küçültmek yerine üst kimliği benimsetmekten ve ondan da taviz vermemekten geçiyor.
Mustafa Kemal işte onu yapmıştı… “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” diyerek, ardından sosyal ve siyasal birlik parolası olarak toplumun önüne koyduğu “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle o birlik ve beraberliği sağlamaya çalışmıştı.
Herkesi tek bir şemsiye altında toplamayı başardı.
Ve zaten bana göre Atatürk döneminin Cumhuriyet tarihimizin en hızlı gelişme ve büyüme oranlarının yakalandığı yıllar olmasının asıl nedeni budur.
Bosna Hersek’ten döndükten birkaç yıl sonra, Ermeni asıllı Fransız vatandaşı ve siyasetçi Patrick Deveciyan’ın 2007 yılında kendisiyle röportaj yapan Banu Avar’a “Ben Ermeni değil Fransızım” dediği söyleşiyi izlerken aklıma hemen Brian geldi.
Bir Güney Kore asıllı Amerikalıdan aldığım “milliyetçilik” dersi hakikaten benim için çok öğretici ve anlamlıydı.
Kulakları çınlasın!
Alican TÜRK