Sayın Prof.Dr. Zühtü ARSLAN
T.C. Anayasa Mahkemesi Başkanı
Ahlatlıbel Mahallesi, İncek Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz Bulvarı No:4
06805 Çankaya / ANKARA
25.05.2022
Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanımız;
28 Şubat kumpas davasında yargılanıp “beraat eden” (!) emekli askerlerden biriyim.
Henüz soruşturma sürecinde ilk dalgada tutuklanıp 14 ay cezaevinde kalan, yaklaşık 5 yıl boyunca 106 celse süren duruşmaların 105’ine katılan bir “sanık” olarak dava sürecini – üzerinde kitap yazacak kadar – yakından biliyorum. (Nitekim bu süreçte önce soruşturma ve cezaevi sürecini anlatan “28 Şubat – Sincan’dan Tarihe Notlar (2 cilt)” ve ardından da 28 Şubat sürecini ve davayı işleyen “Bitmeyen Sömürü – 28 Şubat” adlı iki kitap ile çeşitli medya organlarında yayımlanan onlarca makale kaleme aldım.)
Gerek cezaevinden gerekse mahkeme sürecinde başta dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL ve şimdiki Cumhurbaşkanımız R.Tayyip ERDOĞAN olmak üzere pek çok siyasî şahsiyete, siyasî parti başkan ve yardımcılarına, yüksek yargı başkan ve üyelerine (ki bunlar arasında sizden önceki AYM Başkanı Haşim KILIÇ Bey de var) mektuplar yazarak 28 Şubat davası diye başlatılan davanın soruşturma sürecinden itibaren nasıl bir hukuksuzluk, usûlsüzlük ve sahtelikler barındırdığını anlatmaya çalıştım.
Ve bu kez ülkemizin / devletimizin en üst yargı merciinin başı olarak doğrudan size yazıyorum.
Sayın Başkanımız;
Önce 28 Şubat Davası süreci hakkında kısa bir kronolojik bilgi vermek istiyorum.
Bu mektubu size yazdığım tarihte ilgili 14 komutandan 6’sı Sincan, 6’sı Silivri ve 2’si de Buca’da olmak üzere yaklaşık 9,5 aydır cezaevlerinde bulunmaktadır.
Sayın AYM Başkanımız;
Bu kronolojik genel bilgiden sonra şimdi izninizle 28 Şubat Davası’na ilişkin somut bir takım gerçekleri aşağıda sıralamaya çalışacağım:
(1) 28 Şubat 1997’de MGK’da alınan 406 sayılı kararlara,
(2) 13 Mart 1997 tarihli Bakanlar Kurulu Toplantısı tutanaklarına,
(3) 14 Mart 1997 tarihli Başbakan Erbakan imzalı “Hükûmet Direktifi”ne,
(4) REFAHYOL Hükûmeti’nin çeşitli bakanları tarafından çıkarılan ve bugün askerlere atfedilen bütün uygulamaların aslını oluşturan Bakanlık Genelgelerine,
(5) MİT ve Emniyet’in irticai tehdide ilişkin raporlarına,
(6) REFAHYOL Hükûmeti tarafından Başbakanlık Müsteşarı Başkanlığında kurulan ve önce Sürekli İzleme Merkezi (SİM), daha sonra Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTTK) adını alan kurulun kararlarına ve faaliyet raporlarına,
(7) Merhum Başbakan Erbakan’ın 18 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Demirel’e sunduğu ve “RP ile DYP arasındaki koalisyon protokolü gereği istifa ettiği”ne dair dilekçesine,
(8) İstifa mektubundan üç gün sonra merhum Başbakan Erbakan’ın, Yardımcısı Tansu ÇİLLER ve BBP Genel Başkanı merhum Muhsin YAZICIOĞLU ile birlikte bütün kameraların önünde istifa gerekçesini detaylı biçimde açıkladığı basın toplantısına,
(9) Cumhurbaşkanı Demirel’in Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda söylediği “28 Şubat’ın bir darbe olmadığına, o dönemde tüm faaliyetlerin Anayasa ve yasalar çerçevesinde yürütüldüğüne ve tüm sorumluluğun kendisine ait olduğuna” ilişkin beyanlarına,
(10) Dönemin RP’li Adalet Bakanı Şevket KAZAN’ın bizzat kendi yazdığı “ÖNCESİ VE SONRASI İLE 28 ŞUBAT” ve “REFAH GERÇEĞİ” adlı kitaplarda hükümetin istifasının tamamen iki parti arasındaki protokole dayalı bir ahde vefa ilişkisi olduğuna ilişkin açıklamalara,
(11) Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik iç ve dış tehditlerin belirlendiği ve başta TSK olmak üzere devlet çapında güvenlikten sorumlu bütün kurumlara düşen görevlerin yer aldığı, altında Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzası bulunan – en önemli ve en temel kaynak – Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)’ne hiç değinilmemiştir.
Bütün bunlar hukuk ve yargı adına bir utançtır ve savcılığın sanıklar aleyhinde açık bir kastına işaret etmektedir.
İşin bir başka vahim boyutu da, bütün bu hukuksuz yaklaşımlar yetmezmiş gibi Sn. Cumhurbaşkanı R.T.ERDOĞAN ve bir kısım Hükûmet üyesi tarafından yargı üzerinde apaçık bir baskı (ya da en azından ‘telkin’) anlamına gelebilecek bazı konuşma ve uygulamaların da yaşanmasıdır. (Örneğin Sn. C.Bşk. Erdoğan’ın 28 Şubat döneminde henüz 12 ve 14 yaşında olan iki kızının “müşteki” konumunda davaya kabul edilmesi bile mahkeme üzerinde bir baskı unsuru olduğu yadsınamaz.)
İşte bütün bu gerçekler göz ardı edilerek yapılan yargılamalar sonucunda bugün 14 komutanımız cezaevindedir.
Buna mizah mı, hukuk katliamı mı yoksa cinayet mi demek gerek bilmiyorum, ama emin olduğum şu ki, 28 Şubat Davası Türk Hukuk Tarihi’nde kara bir leke olarak anılacaktır.
Şimdi bu noktada bir başka önemli konuya daha dikkatinizi çekmek isterim:
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği mahkûmiyet kararından sonra, 08 Temmuz 2020 tarihinde sanıklar adına Yargıtay’a iletilmek üzere İstinaf Mahkemesi’ne 1734 sayfalık bir Genel (Ortak) Savunma – Temyiz Dilekçesi verildi. Söz konusu dilekçede, FETÖ’cü savcı tarafından hazırlanan İddianame’deki ve yerel mahkemenin gerekçeli kararındaki bütün hukuksuzluklar, yalanlar, çarpıtmalar, tahrifatlar, üretilmiş belgeler tek tek somut halleriyle / fotoğraflarıyla ortaya kondu; örneğin Çevik BİR’in, Çetin DOĞAN’ın imzalarıyla nasıl sahte belge oluşturulduğu, o tarihte kullanılmayan evrak güvenlik numaralı belgelerin nasıl sahte oldukları, dershanelerde hazırlandığı bariz olan matematik dersiyle ilgili kâğıtlara bile nasıl “GİZLİ” damgası vurularak dosyaya konduğu, suç unsuru olarak gösterilen ancak sahte olduğu ve hukuken bir delil niteliği taşımadığı, üzerinde tahrifatlar yapıldığı mahkemenin atadığı bilirkişilerce de kabul edilen CD’lerle insanların nasıl suçlu gösterildiği vb. konuları en ayrıntılı biçimde Yargıtay’a iletildi.
Kısacası, 28 Şubat davasının da yakın geçmişimizde yaşadığımız bir dizi FETÖ kumpasıyla tıpa tıp aynı olduğu, hepsinde aynı tarz uygulamaların görüldüğü somut kanıtlarıyla ortaya kondu.
Sn. Cumhurbaşkanı R.Tayyip ERDOĞAN’a da kumpası kendi gözleriyle görmesi amacıyla 4 cilt halinde gönderdiğim, dava dosyasına baktığınızda sizin de ilginizi çekeceğine inandığım Temyiz Dilekçesi’ne ne yazık ki Yargıtay’ın hiç dokunmadığı, sanıkların hiçbir itirazını dikkate almadığı anlaşıldı.
İleride 28 Şubat Davası kapsamında yerel mahkemenin de, İstinaf Mahkemesinin de, Yargıtay’ın da verdikleri kararların Hukuk Fakültelerinde birer ibret vesikası olarak okutulacağına inanıyorum. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı R.Tayyip ERDOĞAN’a yazdığım mektupta, sahtelikleri kanıtlanmış belgeleri gerçekmiş gibi kabul eden 28 Şubat Davası yargıçların açıkça hukuku çiğnediklerini ve suç işlediklerini, hepsi hakkında gereken incelemenin başlatılması konusunda talepte de bulunmuştum.
Ve işte bugün 14 komutanımızla ilgili dosya sizin elinizde…
Sayın Başkanımız;
28 Şubat Davası’nın beraat eden sanıklarından biri olarak, davaya ilişkin gerçekleri yukarıda aktarmaya çalıştım. Bugün sırf 28 Şubat’ı bir darbe olarak “tescillemek” ve aynı zamanda “Kimsenin dokunamadığı kudretli generalleri nasıl içeri tıktık”, “Bacılarımızın başörtüsüne uzanan elleri nasıl kırdık” temalı siyasî propagandalar oluşturabilmek için hakkı – hukuku umursamadan, yaşları 74 ile 90 arasında değişen, her biri bir dizi ağır sağlık sorunlarıyla boğuşan ve ömrü bu devlete hizmetle geçmiş, orgeneral seviyesine kadar yükselmiş insanlara resmen işkence çektiriliyor.
Siz bu devletin en yüce mahkemesinin başkanısınız. Verdiğiniz kararların üzerinde bir hüküm olamaz. Hakkın, hukukun, adaletin en büyük güvencesisiniz; gelinen noktada ülkemizde hakkın, hukukun, adaletin var olup olmadığını “kanıtlayacak” son makamsınız.
Tabii hukukun, mahkemelerimizin durumu malûm… Yerel mahkemelerde hakkını alamadığı için pek çok gerçek ya da tüzel kişiliğin Anayasa Mahkemesine başvurarak hak aramaya çalıştığını biliyoruz. Medyaya yansıyan bilgilere göre elinizde incelenmek üzere binlerce dosya olduğunu öğreniyoruz. Bu kapsamda aslında işi yokuşa sürmek, bahane bulmak kolay… Anayasa Mahkemesi olarak siz de elinizdeki iş yükünü gerekçe göstererek 28 Şubat Davası ile ilgili dosyayı incelemeyi mümkün olduğunca geciktirebilir ve böylece içerideki o insanların daha fazla yatmasına katkıda bulunabilirsiniz. Ama lütfen bunu yapmayın, lütfen bahane bulmayın, mazeret üretmeyin, resmen ve alenen bir “siyasî intikam davası” olan bu davaya siz de dolaylı katkı sağlamayın! Yaş ortalaması 80’in üzerinde olan insanların zamanları yok…
Son 10 yıldır 28 Şubat sürecini ve bu davayı inceliyorum, takip ediyorum. İşte o 10 yıllık birikimin sonucu yazdığım ve 28 Şubat sürecinin bütün detaylarını belgeleriyle içeren BİTMEYEN SÖMÜRÜ: 28 ŞUBAT kitabını size de arz ediyorum. Bu kitap halen 28 Şubat hükümlüsü komutanların eşleri tarafından ayrım gözetmeksizin TBMM’deki bütün milletvekillerine ve parti başkanlarına gönderildi, ama görülüyor ki hepsi kulağının üzerine yatmış durumda… Muhalefet partileri 28 Şubat konusunda yıllardır oluşturulan olumsuz algı nedeniyle – kendilerine siyasi bir getirisi olmayacağı, hatta oy kaybettireceği düşüncesiyle – konuya değinmekten bile korkuyorlar.
Ama siz bir hukuk insanısınız, lütfen kendinizi adaletin, doğrunun, gerçeğin ve hakkın yanında konumlandırın. Her yerde altını çizerek ifade ettiğim şu anlayışa eminim siz katılırsınız:
Hiçbir ideoloji ADALET’ten güçlü değildir!
Hiçbir ideoloji ADALET’e tercih edilemez!
Satırlarıma son vermeden önce, ekte size bir yazı daha sunuyorum. ADALET PERSONELİNE BİR SESLENİŞ başlıklı bu yazı “28 Şubat – Sincan’dan Tarihe Notlar” adlı kitabımızın 1’nci cildinin hemen başında yer almaktadır. Onu hem hâlihazırda görevli bütün savcı ve hâkimlere hem de hukuk fakültelerini bitiren bütün öğrencilere bir Hukuk Manifestosu olarak dağıtmak isterdim.
Sayın AYM Başkanım;
Bu vesileyle, halen Anayasa Mahkemesi’nde bekleyen ve “bir siyasî dava” hüviyetindeki 28 Şubat Davası’nın bir an önce ele alınarak halen cezaevlerinde fiilen ölüme mahkûm edilen 14 komutanımızla ilgili hukuk garabetine bir son verilmesini arz ederim.
Saygılarımla,
Alican Türk 28 Şubat kumpası davasının “Beraat eden” sanıklarından
E K İ :
“Adalet Personeline Bir Sesleniş” başlıklı yazı
NOT: Bu yazı sadece ve sadece adalet adına ve adaletin yerini bulmasına katkı için yazılmıştır.
Yazının diğer AYM üyeleriyle paylaşılması tensiplerinize maruzdur.
E K
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Sayın Savcıları, Sayın Hâkimleri;
Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın, Sayıştay’ın, HSK’nın
Sayın Yargıçları;
Müfettişlik dahil – GÖREVİ ADALETLE İLGİLİ OLAN SAYIN ZATLAR…
Sizler bir toplumun, hatta bir devletin varlığını sürdürebilmesi için gerekli en temel kurumlardan birinin üyesisiniz.
Sizler bütün semavî dinlerde, bütün peygamberlere verilen “adil olun, adaletle hükmedin, en yakınlarınız bile söz konusu olsa adaletten ayrılmayın” buyruğunun uygulayıcısı ve takipçisi olmakla, yani kutsal bir görevle yükümlüsünüz.
Sizler adaletin olmadığı, haklının haksız çıkarıldığı, haksızın haklı gösterildiği bir toplumda başta demokrasi olmak üzere hiçbir kurumun sağlıklı işlemeyeceğini, sonuçta o toplumun hızla çürüyüp yok olacağını en iyi bilenlersiniz.
Elbette ki bir vatandaş olarak kendi siyasi görüşünüz, ideolojiniz, inancınız vs. olabilir, olacaktır da… Ancak sizler, görevinizi ilgilendiren alanlarda yasaların öngördüğü yaptırımları uygularken bütün öznel değerlendirmeleri bir kenara koyup elinizdeki nesnel belge ve kanıtlara bakarak, kılı kırk yararak ve nihayet vicdanınızın sesiyle karar verirsiniz. Haktan, adaletten, doğruluktan başka bir düşünceniz olmaz, olamaz, olmamalıdır.
Hal böyleyken, her kim ki şahıslar ya da olaylar hakkında bir dosya hazırlarken ya da bir karar verirken;
* kendi bireysel inançları, ideolojileri veya siyasal görüşlerinin etkisinde kalarak, VEYA
* sanıkların etnik, dinsel, mezhepsel, ırksal, uyruksal, siyasal, ideolojik vb. kimliklerine bakarak, VEYA
* sanıklara duyduğu bireysel hınç, kin ve nefretle, VEYA
* maddî – manevî çıkar sağlayacak bir beklenti ya da karşılık ile (rüşvet, makam – mevki elde etme, daha iyi imkânlar yakalama, birilerine yaranma vb.), VEYA
* tayin edilme, sürülme, daha kötü yerlere atanma vb. kaygılarla, korkularla ya da tehditlerle, VEYA
* « Siyaseten nüfuzlu kişilerin (cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri, parti – dernek temsilcileri, gazeteciler vb.); YA DA
« dinsel açıdan nüfuzlu kişilerin (cemaat – tarikat önderi, şeyh, imam, hoca, dede, müftü, diyanet temsilcisi vb.); YA DA
« ekonomik olarak nüfuzlu kişilerin (iş adamı, fabrikatör, sermaye sahibi vb.); YA DA
« makam ve memuriyet itibariyle nüfuzlu kişilerin (vali, kaymakam, komutan, polis, müdür, başkan vb.); YA DA
« kendi sosyal yaşamında etkili olabilecek diğer kişilerin (arkadaş, hısım ve akraba, hemşeri, hatır-gönül ilişkisi olan kişiler vb.)
talimatlarıyla, tavsiyeleriyle, telkinleriyle, talepleriyle, ricalarıyla, baskı ve tehditleriyle
veya onların gözüne girebilmek için veya burada sayılmayan herhangi bir nedenle
haktan, adaletten, doğruluktan saparsa, yanlı davranırsa,
adalet terazisi şaşarsa:
► Yüce Allah’ın azabı, gazabı, lâneti onun üzerine olsun!
► Hiçbir ibadeti, hiçbir duası kabul olmasın! Adımını attığı her cami veya ibadethane, alnını değdirdiği her seccade, her rükûsu – her secdesi onun cehennemi olsun!
► Elde ettiği hiçbir menfaat (yediği rüşvet, haksız kararlarıyla aldığı maaş veya edindiği mal-mülk, yükseldiği makam mevki, özlük haklarına ilişkin takdir – teşekkür belgeleri vs.) kendisine fayda getirmesin; aksine, elde ettiği bütün çıkar ve kazançlar dünya yaşamında onun sağlık, mutluluk ve huzurunun prangaları olsun!
► Ömrü çok uzun olsun ve fakat kolay kolay ölemesin; adaletten saparak insanlara yaşattığı acı ve ıstırapların daha beterini kendi yaşasın; kalan yaşamı maddi – manevi acılar, ıstıraplar, kahroluşlar, pişmanlıklar içinde geçsin!
► Adil olmayan kararlarıyla nasıl ki insanların yakınlarına da acı ve ıstıraplar yaşatmışsa, üçüncü kişilerin de yüreğini yakmışsa, kendi yüreği de öyle yansın!
Bu beddua hangi alanda ve hangi seviyede olursa olsun adaletten sapan bütün görevli hâkim ve savcılar için geçerli olsun!
Ve de bu bedduanın aynısını kendi çıkarları için mahkemelerin bağımsızlığına ve hâkimlik teminatına müdahale eden, hâkim ve savcılara talimat veren, telkinde / tavsiyede / talepte / ricada bulunan, rüşvet öneren, tehdit eden, şu veya bu sebeple mahkemeleri etki altına almaya çalışan bütün makam – memuriyet – nüfuz sahibi kişiler için de yürekten diliyorum. Yüce Tanrı onları da her iki cihanda rezil rüsva eylesin! Rezil oluşlarını ölmeden bütün dünya âlem görsün ve böylece arkalarından onları hayırla anacak birileri kalmasın!
Son olarak kendim için de bir dileğim var:
YÜCE RABBİM!..
Bilirsin ki beddua etmekten her zaman kaçındım; hayatımda kimse için böyle bir beddua etmedim! Aksine, – düşmanım bile olsa – her zaman bütün insanların iyiliğini, huzurunu, mutluluğunu diledim. Ancak gönderdiğin bütün elçiler ve kitaplar aracılığıyla önemini vurguladığın hak, hukuk ve adaletin böylesine ayaklar altına alınıp çiğnenmesine artık daha fazla dayanamadım ve öfkeme yenildim!
Böyle olumsuz bir yakarışla sana el açtığım için affımı diliyorum!
Alican TÜRK
“28 ŞUBAT – SİNCAN’DAN TARİHE NOTLAR”
(CİLT 1, Sf.25-26)