savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,2747
EURO
37,6495
ALTIN
2.907,82
BIST
9.122,51
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
28°C
Ankara
28°C
Parçalı Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
25°C
Perşembe Az Bulutlu
25°C
Cuma Az Bulutlu
25°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
21°C

28 ŞUBAT VE BİR KUMPAS “ŞEHİDİ”: TOPÇU KD.ALB.MEHMET HAŞİMOĞLU

28 ŞUBAT VE BİR KUMPAS “ŞEHİDİ”: TOPÇU KD.ALB.MEHMET HAŞİMOĞLU

28 ŞUBAT VE BİR KUMPAS “ŞEHİDİ”: TOPÇU KD.ALB.
MEHMET HAŞİMOĞLU

 

 

Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askerî Casusluk vb. davalar deyince, herkes bu davaların FETÖ tarafından tezgâhlanan birer kumpas olduğunu biliyor, öğrendi.

Ama nedense “28 Şubat Davası” denince sadece sıradan insanların değil, “aydın” etiketi taşıyanların dahi şöyle bir duraksadıklarını hissediyorum. “28 Şubat Davasının o kumpaslarla ne ilgisi var?” der gibi bakıyorlar…

Oysa dilimizde tüy bitti… Bir daha söyleyelim: 28 Şubat Davası; 2005 – 2006’larda Şemdinli kumpası ile başlayan, ardından Atabeyler, Malatya – Zirve, Ergenekon, Erzincan (İlhan CİHANER), Oda Tv, Balyoz, Poyrazköy, İzmir Askerî Casusluk, İstanbul Askerî Casusluk, 3 Temmuz Şike (Fenerbahçe) ile birlikte devam eden bir dizi kumpas davanın son halkasıdır.

Bu davaların hepsi yargıya egemen olan FETÖ’cü savcı – hâkimler ve işbirlikçileri tarafından “birbiriyle aynı tarzda” ve “birbirinin devamı” şeklinde organize edilen “dizi davalar”dır.

Hepsi birbiriyle aynı tarzda diyorum, zira:

* Hepsi kimliği meçhul “vatansever” (!) kişilerin yazdıkları mektup ve / veya kargolar ile başlatılmıştı;

* Hepsinde savcılıklara gönderilen ve / veya “şüphelilerin evinde bulunduğu” söylenen CD ve belgeler sahteydi; ya tamamen uydurulmuştu veya var olan belgeler üzerinde oynama ve tahrifatlar yapılarak suçlu yaratılmıştı;

* Bütün davalarda yakın gelecekte terfi etmesine neredeyse kesin gözüyle bakılan subay ve generaller sanık haline getirilmiş, böylece terfi etmelerinin önüne geçilmişti;

* Bütün davalarda – adını televizyonlarda duyup – üstelik bir kısmı yurt dışından ifade için koşup gelenler dahi “kaçma şüphesiyle” tutuklanmışlardı;

* Bütün davalarda sanıklar ıslak imzası olmayan, hatta hiç imza dahi bulunmayan dijital çıktılarla yıllarca demir parmaklıklar ardında tutuklu kalmışlardı; 

* Bütün davaların iddianameleri de baştan aşağı çarpıtılmış, tahrif edilmiş ve hatta düzmece bilgi ve belgelerle hazırlanmıştı;

* O iddianameleri hazırlayan savcıların sanıklar lehine olan tek bir belgeyi bile iddianamelere koymadıkları, aksine sanıkların lehine olan bütün bilgi ve belgeleri sümen altı ettikleri görülmüştü;

* Yine o savcılar, ifadesini almak için çağırdığı küçük rütbedeki şahısları (astsubaylar ve sivil memurları) sanıklar aleyhine ifade vermeleri yönünde tehdit etmişler, hatta bir kısım ifadeleri de değiştirerek dosyalara koymuşlardı.

Bu tespitleri uzatabiliriz, ama yazımızın ana konusu itibariyle daha fazlasına gerek yok.

Diyeceğim o ki, bütün kumpas davalar için geçerli olan bu ortak özelliklerin hepsi 28 Şubat kumpas davasında da tıpa tıp aynen yaşanmıştı. Yani 28 Şubat Davasında da savcısından bir kısım hâkimine, TÜBİTAK’çısından polisine ve hatta Genelkurmay uzantılarına kadar hemen herkes FETÖ’cü çıkmış, sanıkları suçlu göstermek için yüzlerce sahte belge düzenlenmiş, terfi etmesine kesin gözüyle bakılan Cumhuriyet’e bağlı, Atatürkçü, vatansever askerlerin önü kesilerek emekli edilmeleri sağlanmıştı(r). (*)

Hatta 28 Şubat için şu husus da eklenebilir: Yukarıda 28 Şubat Davası diğer kumpas davaların son halkasıdır demiştik; “niye o kadar gecikildi” derseniz, çünkü bu soruşturmayı başlatmak ve davayı açabilmek için dönemin Başbakanı Necmettin ERBAKAN’ın ölmesi beklenmiştir. Merhum Erbakan’ın sağlığında bu davayı kimse açamazdı. (Zira Erbakan yaşadığı sürece hiçbir yerde 28 Şubat’ı bir darbe olarak tanımlamamış, askerlerden en küçük şekilde bile olsa şikâyetçi olmamıştır.)

Ve şimdi gelelim bütün bu kumpas davaların yukarıda saymadığımız bir ortak yönüne daha… O da şu: Bütün davalarda, gerek soruşturma gerekse kovuşturma sürecinde sivil ya da asker pek çok insanımız cezaevlerinde yaşamını yitirmiş, bir kısmı yaşadığı durumu onuruna yediremeyip intihar etmiş, ekserisi üzüntü ve kederden ağır hastalıklara duçar olmuştu.

Evet, 28 Şubat Davası sürecinde de durum aynen öyle olmuştur. Yani nasıl ki diğer kumpas davaların Cem Aziz ÇAKMAK gibi, Murat ÖZENALP, Kuddusi OKKIR, Muzaffer TEKİN, Kâşif KOZİNOĞLU vb. gibi kayıpları varsa, 28 Şubat kumpas davasında da aynı acı kayıplar yaşanmıştır.

İşte şimdi bu yazıda – 8’inci vefat yıldönümü vesilesiyle – 28 Şubat soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuklandıktan yaklaşık 3,5 ay sonra yaşamını yitiren (bana göre – hiç tereddütsüz – “şehit edilen”) Topçu Kıdemli Albay Mehmet HAŞİMOĞLU‘nun dramatik öyküsünden söz edeceğim.

 

28 ŞUBAT KUMPASININ İLK ŞEHİDİ

1981 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirerek teğmen rütbesiyle TSK saflarına atılan Mehmet HAŞİMOĞLU, meslek yaşamı sürecinde çeşitli birliklerde başarıyla görev yaptıktan sonra 2008 yılında “albay” olarak Ege Ordu ve İstihkâm Okulu Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı’na “Denetleme Üyesi” olarak atanır.

Buradaki görevine devam ederken, 12 Nisan 2012’de Çevik BİR Paşa ile birlikte bir grup emekli askerin (ki aralarında ben de vardım) gözaltına alınmasıyla başlayan 28 Şubat soruşturmasının 3’üncü dalgasında, 25 Nisan 2012 sabahı FETÖ’cü Savcı Mustafa BİLGİLİ’nin talimatıyla İzmir Narlıdere Askerî Lojmanlarındaki evi basılır. Aramalarda hiçbir şey bulunamasa da gözaltına alınarak İzmir’den Ankara’ya getirilir, Mamak Askerî Cezaevine konur.

O güne kadar herhangi bir sağlık sorunu olmayan Albay Mehmet HAŞİMOĞLU’nda, cezaevine girişinin üçüncü gününde şiddetli karın ağrıları başlar. Ankara Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) hastanesine kaldırılır. Yapılan tetkiklerde “safra kesesinde taş olduğu” gerekçesiyle ameliyat edilir. Müteakiben, ikinci gün – yani henüz iyileşme süreci tamamlanmadan – Mamak Cezaevine geri gönderilir. Ancak birkaç gün içinde aynı karın ağrıları tekrar başlar. Hastaneye yatma ve tedaviye devam etme talebinde bulunsa da bu talebi yaklaşık iki ay boyunca dikkate alınmaz; iki ay her gün o yoğun acı ve ıstırapları çekmek zorunda bırakılır. Nihayet artık ağrı kesiciler fayda etmeyip sancılar dayanılmaz boyutlara ulaşınca tekrar GATA’ya sevk edilir. Ağrıların sebebinin ameliyat edildiği safra kesesindeki yoğun iltihaplanma olduğu anlaşılır. Kuşkusuz bu durumun ana nedeni nekahet dönemini atlatmadan tekrar cezaevine gönderilmesi ve cezaevinin olumsuz koşullarıdır. İkinci kez ameliyata alınır, safra kesesi temizlenir. Ancak bu kez de – doktorun ifadesine göre – ameliyat sırasında “yanlışlıkla (!) pankreası da delinir.” Albay Haşimoğlu, bu vahim hata (!) sonucunda iyileşmek bir yana, çok daha şiddetli ağrılara maruz kalır. O süreçte eşi Makbule Hanım’la yaptığı görüşmede tedaviye ilişkin çok önemli bir şüphesini ve kaygısını dile getirir:

– Makbule, bunlar beni buradan sağ çıkarmayacaklar, hakkını helâl et!

Ardından son kez bir ameliyata daha alınan Mehmet Albay, ameliyattan sonraki ilk 15 günü yoğun bakımda yaşam ünitesine bağlı yaşar. Birkaç gün kendine gelir gibi olsa da durumu her gün daha kötüye gider ve yaklaşık 40 gün sonra – 13 Ağustos 2012’de hastanede vefat eder.

Geride dul bir eş ve iki genç evlât bırakarak aramızdan ayrılır.

Alb.Mehmet HAŞİMOĞLU ve Ailesi

 

Özellikle son ameliyatından sonraki süreçte bir kısım GATA görevlisinin Albay Haşimoğlu’nu eşi Makbule Hanım’a ve çocuklarına göstermemek için insaf, vicdan ve merhamet sınırlarının çok ötesinde kalan “haince” davranışları ailesi için ayrı bir acı kaynağı olur. (**)  

Bütün yaşamını uğrunda yemin ettiği vatanına ve mesleğine adayan şerefli Türk Subayı Mehmet HAŞİMOĞLU, o yılın Ağustos ayında emeklilik hesabı yaparken, 25 Nisan 2012 tarihinde sapasağlam alındığı evinden, yaklaşık 3,5 ay sonra – 13 Ağustos 2012 tarihinde – al bayrağa sarılı tabutla ailesine teslim edilir.

İşin dikkat çekici bir diğer boyutu da şudur: Yoğun bakımlar da dahil bütün o sağlık sürecinde Haşimoğlu’nun tahliyesine izin vermeyen FETÖ’cü savcı ve hâkimler, artık Haşimoğlu Albay’ın kurtulma şansı olmadığını, kesin öleceğini anlayınca, vefatından 3 gün önce hakkında “tahliye kararı” verirler. Böylece sanki serbest bırakıldıktan sonra kendiliğinden vefat etmiş gibi bir algı oluşturulmaya çalışılır. Dolayısıyla Albay Mehmet HAŞİMOĞLU’nun adı 103 sanıklı 28 Şubat kumpas davasının sanıkları arasında görünmez.

O nedenle hem adı hem de yaşadıkları unutulup gider.

Oysa 28 Şubat kumpas davasının tam anlamıyla mağdurlarından biri ve ilk şehididir.

Evet, bana göre tek kelimeyle “şehit” edilmiştir.

Bu yılın 13 Ağustos’u onun 8’inci vefat yıldönümüydü… Bu vesileyle Konya – Beyşehir Kabristanındaki ebedî istirahatgâhında yatan Albay Mehmet HAŞİMOĞLU’na ve onunla birlikte bütün kumpas davalar sürecinde yaşamını yitiren herkese Yüce Tanrı’dan rahmet diliyorum.

Suçsuz, masum insanlara ve ailelerine bu acıları yaşatan hainlere ve işbirlikçilerine şimdilik sadece şunu söylemek isterim: Yüreklerden geçenleri, her nefeste edilen ah’ları Tanrı biliyor!

Şahsen o ah’ların yerde kalmayacağına da eminim.

Ve yine bu vesileyle suçsuzluklarına ve sadece gerçek gazetecilik görevlerini yaparak toplumu bilgilendirdikleri için aylardır cezaevinde olduklarına bütün kalbimle inandığım değerli gazeteciler Müyesser YILDIZ, Barış PEHLİVAN, Murat AĞIREL ve Hülya KILINÇ kardeşlerime de en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşmaları dileklerimi – en içten sevgilerimle birlikte – gönderiyorum.

                                                                                                          Alican TÜRK

 

(*) 28 Şubat kumpas davasındaki bütün hukuksuzlukları, sahtekârlıkları içeren çok detaylı bir çalışma (Temyiz Dilekçesi) Yargıtay’a ulaştırılmak üzere 08 Temmuz 2020 tarihinde ilgili mahkemeye verilmiştir. Konuyla ilgili olarak SunSavunma sitemizde 10.07.2020 tarihinde yayımlanan “BU KEZ DE 28 ŞUBAT SANIKLARINDAN YARGITAY’A BİR BAVUL DOLUSU DOKÜMANveya yine aynı gün Odatv‘de yayımlanan “BU BAVUL BAŞKA BAVUL” başlıklı yazılara bakılabilir.

(**) Mustafa ÖNSEL’in “Ağacın Kurdu” kitabında değindiği GATA’daki FETÖ yapılanmasını okuduğumda aklıma ilk gelen Mehmet Albay’ın bu dramı olmuştu.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.